İsmail beş yaşında baba yolu gözlüyor,
Giymiş üniformayı, etrafı hep süzüyor,
Annesinin yanında, şarkı türkü düzüyor,
Zar’a düştü İsmail, feryada can dayanmaz,
Minicik bedenine ağır geldi bu kahır,
Hayat denen yolculuk, nasıl bir serüvendir,
Anlayamadan geçti, şu kısacık ömrümüz,
Ya bir zaman tüneli, ya da köhne örendir,
Anlayamadan geçti, şu kısacık ömrümüz.
Günlere darbe vurmuş, zaman denen kısa an
Ben anlatamıyorum, sense anlamıyorsun..
İçimde fırtınalar koparan rüzgarların dilini,
Tedirginliğim ürkütüyor ruhumdaki semavi esintiyi,
Dağları taşları yırtarcasına esmekte deli fişekler gibi,
Tüm korkum alıp gitmesinden sevda şarkılarımı,
Kaç asırdır gizlenen, şer vesayet kozunu,
Ortadan kaldırmanın, zamanı gelmedi mi?
Her makama yapışmış, sultaların tozunu,
Millete aldırmanın, zamanı gelmedi mi?
Yıldırma korkusuyla sindirmişler milleti,
1/
Müptela olmuş duyguların ışığındaki ayna,
Zamana dur diyemiyor zaman içindeki mana
Masumiyet dilde kalıplaşmış lafta ve yafta,
Sanki caniler toplanmış gördüğüm her bir safta.
Zamansız çıkagelen güneşten korkuyorum,
Zemheride parlayan, ateşten korkuyorum.
Yanan benim benliğim; ısınan koca dünya
Mehtabın nuru yağar, bu ne güzel bir rüya
Yine bir akşam yine yalnızlığım başköşe
Varlık içindeki yokluğumla savaştayım.
Aydınlık dünyamın karanlığında;
Meçhule yolculukta yarıştayım.
Yalnızlığın yalnızlığını yaşıyorum.
Şehitlik denen olgu, ölümün güzel yüzü,
Dağda pisi pisine, can vermek neyin nesi,
Tarih ibret doludur, Türkü söyler son sözü,
Elin kirli işine, kan vermek neyin nesi,
Namerdin oyununu, bozmak bizim işimiz,
Bu şehir çok sessiz ve sensiz
Işıklar aydınlatmıyor ruhumu,
Zifiri karanlığa bürünmüş her yer,
Işıkları sönmüş tüm sokakların,
Bu şehre sensizlik oturmuş gitmiyor.
Sensizliğin girdabındayım bu şehirde,
Gözlerin eksik, gülüşün eksik,
Kan kızılı gözlere gebeyim.
Gülümsemeden gülen yüzlere alışamadım,
Bir mutsuzluk görüntüsünde tüm sokaklar.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!