Zaman öç alma vakti, sapan taşlarıyla,
Nice öfkeler fışkırır topraklarından,
Davud'un hoş sesi, Musa'nın asasıyla,
Müjdeler biriktirdim, sana Ayasofya'dan.
Her sabah hoş bir sedayla doğar ezanlar,
Korkarım seni ne kolların sardığını,
Ne gözlerin baktığını bilirim.
Ne zaman içinde bir yaprak sarardığını,
Kimlerle gülüştüğünü bilirim.
Hüznümü dağıttım yurdun dört yanına,
Vakit eylül ayı, hazan zamanı,
Dibacenin ilk son ve kelamı.
Soğuk rüzgarlar biriktirmişim içimde.
Soğuk savaşlar yaşamışım, serden geçenlerle.
Sessizce yol almışım ömrümden,
Coşan bahardı esen yüzü,
Pek bir gerilmiş, kaşı karalım.
Hayli zaman oldu, geçti yüzü,
İkilemler arasında, saf iki toyun,
Yeline kapıldığı küçük karmaşadır,
Kurallardan uzak bu kirli oyun,
Baharda çayırda senindir meydan,
Boynunda zincir, küpeli koyun.
Esirgeme garibi sakın samandan,
Verirse yününü sana verir koyun.
Hakir görüp horlama mahlukatı,
Yanlış zamanın, yanlış zihnindeyim,
Hep geçmişe dair bir izlenim belirir,
Kuru yaprakların bilinmez izindeyim,
Beynimde küflenmiş düşünceler delirir.
Sayfa sayfa düşen takvim yaprakları,
Kocamış şehirlerin yükü bedenimde,
Hiç sonu yok mu bu zikzaklı yolların?
Buruşmuş suretler gezerken tenimde,
Gök gürültülü yağmurun ardından,
Çığıran gökyüzünde tüle döndüm.
Tek damla almaz çamurun ardından,
Bir masalın daha son sayfası,
Kaldı sayfasında, yaşanmadan.
O, bir gürûhun ayakta altı paspası,
Ben ise yüzü yamalı, ruhu kırılgan.
Ben dağlara, denizlere yalın ayak,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!