1972 yılındı İstanbulda doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Mezunu. Askerliğini Yedeksubay olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığında yaptı. Halen kendi reklam ajansında reklam ve tanıtım işleri yapıyor. Evli ve üç çocuk babası.
Babamın Yolundan Dönemedim
Bir babanın dizlerinde büyür hayat
Pazarlıksız sevgi damlarken
Bebek gözlerinden
Saçların dökülmüş gök yüzünden
Sessizce gelivermiş kar taneleri...
Güneş korkmuş halinden
Keskin kılıç gölgesinde
Soğuk bir türkü yanmış
Gecenin güzel ölümünde...
Suskunluğun güneşi yakıyor
Utancından kapkara ışık...
Şaşkınlığın
Çelik gibi keserken
Pişmanlığını
Affedilmeyi bekleyen dilekler
Yolun üzerindeki
Yolu kaldırmışlar
Yük etmesin diye
Her gece
Sanki yol değil
Dünya kalkmış yerinden
Nasıl mı geçiyor hayat?
Yaşadığım ve yaşadığımı sandığım hiçbir anı unutmadan... Gözyaşı damlalarından kurduğum dünyada yaşayamadığım her şeyi yaşamaya çalışarak birde... Geçmişi canlandıracak yeni sahneler hayal ederek sonra... Sakladığım tüm ağıtlarımı sunabileceğim sım sıcak bağrını açmanı bekleyerek... Kaderimin verdiklerine ve aldıklarına aldırmadan sadece senin varlığını hissetmeye devam ederek... Yeryüzünü yüreğim bilip, her yanını kanatarak ve pişman olduğum gidişimden geri dönmeye çalışarak... Öldürdüğüm herkese yeniden hayat verebilmek için durmadan nefes alarak... Sen var olduğun sürece hayatta kalacağıma yeminler ederek... Yaşamı yeniden sevebilme cesareti dileyerek... Sonunu bildiğim halde çıkmaz yollar arayarak...
Yani seninle, imkan aramakla, aşkla, mutlulukla, umutla, hayatla, samimiyetle, huzurla, merhametle, güvenerek, severek, üzülerek, gülümseyerek...
Gerçek benliğimle, sessizce çığlık çığlığa gelen sevgimin ürpertisiyle...
Sondan başlıyordu bazen
Başlarda ölüm...
Hikayeler bitmiyordu
Sonlarda çığlık...
Sihrini bozma gecenin
Silahsız girilmez kabre
Büyük şehirlerin olanca karanlığını aydınlatamayacak olmalarına rağmen yine de sabaha kadar o karanlığı biraz olsun aralayıp yol gösteren sokak lambalarından adres sorarak ilerleyen düşüncelerimin beni götüreceği yeri biliyordum...
Ama yine de sessizce takip etmeyi tercih ettim. Bilmediğim bir yoldan gidiyordu çünkü... Ona göre kısa bana göre meçhul bir yol... Otobanın üzerinden hızla ilerledi... Ben aceleden aralarından geçtiğim arabaları fark etmedim bile... Bir ara gözlerim viyadüklerde kullanılan uzun beton blokları taşıyan tırlara takılsa da çok fazla önemsemedim... belki de yeni yapılan tüp geçitte kullanılacaklardır deyip kendimi karşıya atıverdim. Fatih Ormanlarında ilerleyip Ayazağa’ya vardığımda, o çoktan Maslak’a varmıştı. Burası önceden köydü demek... Köy... Köy meydanını, camiyi ve kahveyi göremesem de, az ilerideki plazaların stüdyo daire aidatlarıyla Anadolu’nun herhangi bir köyündeki insanların nasıl refah içinde yaşayabilecekleri gerçeğini fark etmem zor olmadı...
Son üç hafta içinde dört kere değişen kapı numaralarına rağmen, Vedat’ın aslında olmayan evini bulmuştu... Evli değildi. Onun için hanımı açmadı kapıyı... Annesinin hemen arkasında beliren üniversite öğrencisi oğlu da yoktu ortalarda... Vedat’ın gerçekten yaşadığından bu evdeki küçük çocukların haberi olsa; ortanca kızı çok sevinirdi ve en küçük oğlu uykusu gelmiş gözleriyle yatmaya ikna edilebilirdi... Yatmıyordu çünkü..
Karısı ve çocukları gerçekten tanımıyordu Vedat’ı... Sırf o yüzden onun ailesi değillerdi. Benim tanıyor olmamın da bir önemi yoktu... Üzerinde her zaman gördüğüm kabanı, acaba kaç köşeli? Beşgen mi, altı mı sekiz mi diye aklımdan geçirip bir türlü sayamadığım... Ya da boşver sayınca ne olacak dediğim ve nerde görsem tanıyacağım kasketi askıdaydı ama... Evet... Onlar da Vedat’ın değildi... Muhtemelen şaşkın gözlerle bakan çocukların babasınındı... Hatta... Eee Daha ne duruyorsunuz der gibi duran kadının kocasınındı...
Ah be Vedat! Keşke olsaydın... Gerçek varlığınla yaşasaydın... beceremeyeceğin halde kendini kandırmaya çalışmasaydın... ne güzel ailen olacaktı şimdi... Her şeye rağmen bir çayını içip giderdim... Çayında değilim aslında da çocuklara yazık olacak ona üzülüyorum... Olmayan babalarını hiç unutmayacaklar ve bundan sonra da seni kaybetmekten asla korkmayacaklar...
Hayırdır! Ellerini diklemesine ceplerine sokup, omuzlarını öne doğru çıkartmışsın? .. Ne gelirken ki hızın kalmış ne de sokak lambalarını umursuyorsun.. Dağıtmışsın kendini... Yaptığın şey değildi yerdeki taşları tekmelemek...
Bir hayat seç kendine
Kelimeleri düşler olan...
Yaşananlar ağır gelmesin
Acıları hayaller olan...
Büyük olsun nefretler
Sevgini aşsın kinin
Umudu mu ağlatıyor bu esaret beni mi? .. Bir günah... Bin suç ve hep cehennem mi? .. İmtihan mı emanet edilen, veya benlik mi taşınan... Yasak olan cennet mi yoksa yenilecek meyve mi? .. Olmasa olmaz mı? ..
Sabır öğrettiğim insanlar taşa döndü bir bir kalbimde... Samimiyeti kalmadı sözün, isimsiz eşyalar yakama yapışırken, çamura düştü ruh... Güven öldü sonra taş bağrımda... Ölüm sonsuzluğu öldürdü, cehennem başladı şimdi bu dünyada...
Pişmanlığım perişan etti gölgemi.. Bir salyangoz sakinliğinde tutundum hayata yumuşakça... Hani; sevdanın zor olanı düşmüştü ya Züleyha’ya, ben de Yusuf gibi durdurulmak istedim tövbelerimle... Barış istedim hayatımı hapsettiğim kelebek kafesinde... ve vazgeçtim üç günlük dünyadan...
Bağdaş kurdum tüm dertlerimle
evrenin merkezine
ne sema yapan yıldızlar ağlatıyor güneşi
ne ikiye yarılan ay
yağmurun kokusu hariç
yaşamın bahanesi yok...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!