Ey sevdam
Çeşit çeşide girmişsin.
Yurtsunmuşsun gönülleri.
Büyüksün gönüllerce büyük
Söylenirsin duyanın var.
Söylenmedik ne kalmıştı
Akıl ışığını, akılsızlık almıştı
Her günah kaldırılamaz kefareti aratır
Birileri kılıf oluşturuyordu belli
Kılıf bizde sakızdı, bizdik kelli felli
Uykuda, ayık,
Ekmek dedik.
İşler karışık oldu,
Birbirimizi yedik.
Dişlerimiz bilendi,
Ama hep gedik.
Bir kuş uçuruldu
Adı barış.
Hep peşinde idik
Sandık yarış.
Bir kuş uçuruldu
Belki bir gün;
Kollarımı açmışken,
Kucağım özlemde,
Kiplik eşiği.
Belki bir gün;
Kabadayı bilirler bizi,
Bizim olanı aradığımızdan.
Tutunamayız un ederler,
Savrulup tozduğumuz ondan.
Öfke oluruz sert dururlar.
Ölümdür taşır andalığa seni beni
Ölümdür kucaklar, geçmiş ile andalığı yeni.
Direnmek, çırpınmak mı? Ki hamlık.
Bilisizimde, ensemde; taşırım gamlık(!)
15]Devletin desturu olmadan talep edilemeyeceğinin algı yaratıcı baskısı, yüzyılların aktarım birikimi ile ruhuna işletilmişti. Nesine gerekti fevri davranmak! Mevcut nizam, razı olan kullarına devlet; kendisinin, güvence olmasının garantörlüğünü iyice benimsetmişti. Yönetimin bir ihanet içinde olacağı, düşünülemezdi bile! Halkın bu türden umursamazlıklar içinde olması da; ortak kararların çabuk oluşmasında ve katılımcı girişmelerin engel olunmasında, bir olumsuzluk çiziyordu.
Bu duygularla içinde yoğrulan halktan, kararlı bir insansal yapıların oluşması pek kolaylıkla mümkün olmuyordu. Ve böylesi olumlu oluşmaların da iki yıldan daha önce ortaya çıkmasını da köstekliyordu.
Ümmetçi yapılanma ve şartlanmalar içinde, sizlerin sözleşen, talep eden, hakları olan ve haklarını arayan vatandaş oluşunuza değin yaklaşımlarlan çalışmazdı. Zaten çağdaş ve konjonktürsel olmayan devlete ‘kulluk anlayışı’ da buydu. Padişah halka ‘kullarım-kölelerim’ derdi. Köle de mutlak itaati gözetilen esir insandı. Dinsel dokulu teokrasi anlayışının temeli budur.
İşte toplumsal talep ve oluşumlar, hak ve özgürlükler, bunların şartlarına göre şekillenip paylaşılır. Organik bağlar kurulur toplumsal talepleri ortaya çıkar. Ki bu talepler dahi keyfilik değil, inanma değil, yaşamı sağlayan emeğin, üretim araç nesnelerin ve üretim, paylaşım ilişkilerindeki; somut koşullarının, özneden bağımsız, zorunluluk alanı ilişkileridir. Bu hal zorunlulukların bilinçli irade ve toplumsal sözleşme ile talep edilişidir. Bu nedenle inançlar toplumsal talebin sözleşmenin toplum olurluğun hiç bir yerinde yoktur. Zorunlulukla talep edilmezler. İnanç, ancak bireyselliktir, insana dairdir, insanın üretim ilişkisine ait değildir. Buda, insansal, öznesel olan inancın, bu ve diğer nedenlerle, toplumsal isteme uzanamaz oluşudur.
Bu yüzden başörtüsü, toplumsal eğitimin hakkı ve özgürlüğünün bir talebi olmayıp, inancın isteğidir. Herkesin uyması gereken sorumluluk ve zorunluluk toplumun talepleridir. Toplum inancın taleplerine nötrdür. Yapılaşması gereği cevap veremez. Toplumsal talep içinde olmayanın korunurluğu, hak olurluğu, ifade özgürlüğü gibi ters konuşların cevabı olamaz. Oysa ifade özgürlüğü de, yaşamı üretmeye, bilgiyi üretmeye, sanatı üretmeye, vs. ye alt yapının belirlediği, soyut ama pratikle denetlenen ifadelerdir. Öznenin fantezisi toplumsal ifade özgürlüğü olmaz, tıpkı elma severliğinizin ifade özgürlüğü olmadığı gibidir. Kişinin kendiliğidir bunlar.
Toplum yasası, nesnelitesinden ötürü, inançsal talebi, toplumsal yasada barındırmaz. Şu kadar ki; toplum bireyde inançları görür ve bireyi güvenlik, huzur adına, normlar ki Birey halk içi yaşayışında kargaşaya düşmemesi için. Ama toplum talebinde, hiç bir nam altında, inancı talep etmez. Aksi durumda toplumsal sunumun bir keşme keşe kayacağı tarihseldir. İnançların; insani, bireysel ve soyut ve öznel olmasına karşın, Toplumsal yasa, nesnel ve özneden bağımsızdır. Bu yüzdende toplumsal işleyiş, inanç taşımaz ve kişi insanın talebi revaç bulmaz. Kişi- insanın, her türlü sindirilir hareket ve tutumunun düşünmesini, giyim ve heyecanlarını, hoşgörüsünü, empatisini yaşayacaktır. Bunlar soyut hak ve psişik tutumlu tavırlardır. Çünkü bunların hak olarak ne talep edeceği bir yer vardır, nede talebin reddinin kabulü söz konusudur. Tamamen birey ve grupların üstünlük tutumlarıdır. İnançlarını, özel yaşamında tecelli ettirip, halksal yaşamında da, uygulama alanında olacaktır.
Söz söylemek önemli değil; sözü bilinçle söylemektir önemli olan.
Sayın KAYA vurgulamalıyım ki gerek şiirde ve gerekse öteki yazınsallarında sözü,etki gücü yaratacak bir keskinlikte kullanmasını bilen ender kişilerden biridir.
Şiirini okurken sözcüklerin,kendi sözlük anlamlarını da aşarak ...