Sen duyar mısın?
Zül’ümü,
Korkuyu ve yılgıyı.
Yıldırıp boyun eğdireni?
Öylesine gerekseyip,
Severdi arıyı,
Öylece tutkun.
Farkında mıydı?
Sevmenin?
Arıya mı bala mı?
Belli değil İlgisiz.
Karışık şekilli,
Oluşuğu tekilli,
Yaşamağa nefes durduğum,
Burunsun sen.
Birleştikçe yırtılan,
Bir tufan kaldırdı toz duman.
Sonu bellisiz diye zorunsuman.
Danışmanlığa verdi,ahkam kesti.
Yersen.
Açık oldu,yükümsetti!
Ya Rab emanet aldım aklı
Farktan farka gidişi saklı
Can vurmuşum meraka bakılı
Günah soruluru nerede?
Ön yargı saplantısı takılı
3]Şiirdeki, şiir boyunca süren, ironiyi görmezden gelip, şiire değin eleştiri konuyu, din ve cami eksenine çekiştirip, insanlar düşüncesinde hassas olanın konumuna oturtulmaktadır. Bu türden haller, bu tür çalışmayı, ziyan okumaktır. Kendi kendimizi paralize etmenin, uyuşturulmanın, inandırılmışlığımızla yüzleşip, kendimizden ürkmektir. İçerik şiir çalışmanın işlenişinde, bu tür hassaslığı hedef alan konu hiç yoktu. Hiç söz konusu da olmadı. Düşünmedim bile. Ama bu vesile ile ben de bu konudaki fikrimi belirteyim. Çünkü bu türcü sığ anlamalar, ileride karşı devrim olacak bir yanılsamaca olmaktadırlar!
Siz eğer bu türden din cemaat söyleyiş eksenli bakışlarlan, özgürlüğümüzü ve kurulan cumhuriyetimizi ve dahi bağımsızlığımızın felsefesini; kendi gayesi kendinde odaklı nesnel bir eksenleşme olaraktan göremezseniz yanılırsınız. Yani Kurtuluş savaşını siz, rotasız ve direksiyonsuz bir süreç gibi görürsünüz. Direksiyonsuz süreci bir araba gibi düşünürsek; arabanın tekeri, aksı, şaftı, rotilleri vesairesi taşıtı bir yere doğru götürürdü. Ama nereye giderdi?
Sonuçta arabanın işleyişi için uygunsuz olacağı bir yere doğru araba, dereye giderdi. Ya da, ileride; kitlelerin gayesi olacak yoldan, çıkardı. Hedefsiz bir sürükleniş olurdu. Direnişlerin; vatan vaazlarının; komutanların tutumlarının; böylesi rotasızlıkla, kontrolsüzlükle, her kafadan bir sesle; bir hareketin gideceği hiçbir yer yoktur.
28]Kişinin etnik özellikler içinde olması, toplumun ortaya çıkardığı bir potansiyel değildir. Etniklik toplumun bir özelliği olmayıp, toplum içine taşınan halkın yapısının bir sosyal özelci bir anlama öznelliğidir. Toplumlar bu tür ilkel etnik inançlaşmalar üzerine devinmezler. Toplumlar, toplum sal olana değin oluşmaların normları üzerinde devinir bir bilinç durumu, düzey ve düzlemidirler.
Tarihsel gelişmeden kaynaklı eski etnik inanççı ve etnik kimlikçi sosyal halkçı yapı, insanların topluma taşıdıkları öznel inanmalı kamburlarıdırlar. Öznel halkçı kimlikler ne olursa olsundu, tarihi süreç içinde bir karar alınışla topluma kat ılınmıştı. Ve toplumsal ittifaklar, etnikçi inançlar yerine, kendi ne özgü bilinçli paydaş oluşturulmalarıyla, hakçı, hukukçu sahibi yetiliklerimizle yapılaştırılıp sürdürülmüştür. Zaten toplum bunları da (etnik yapı ve inançları da size) sormazdı da.
Toplum bunlardan oluşmadığı için toplum bunların seçmensi de yapamazdı. Bunlar böylesine paydaş oluşturulacak olan bir toplumsal yapının unsuru değildirler. Öznellik, toplumcu yapının hemen yanı başında bulunan halkın davranımıdırlar. Öznellikler (inançlar) tarihsel sürecin ve tarihsel coğrafyanın, oluşmaları içindeki sosyolojik (insan yaşamı; insan-insan ilişkisi) birikmeleridirler.
Halk daha başlangıçta özgür olamamanın, toplum dışına koyduğu bir mağduriyetti. Üretir olamama yüzünden halk, toplumun hemen yeni başında; hem özelleşmenin, hem kan bağı olmanın, hem de tinsel gelişmelerin etkisi ile toplumla ilişkinlik içinde kümelenmiştir. İlişkisi; toplumdaki bireylerin sürekli olamayışı ölmeleri nedeni ile halk; topluma birey ekleme alanı olarak, daha başlangıçta toplumun, atık gibi değersizleşen bu oluşumunu, bu komünsel parçasını toplum değerlendirmeye almıştır. Toplum, halkla oluşumunu kökten kesip bir yana atmamıştır. Bir üretememe kabahati olarak ortaya çıkan halksal yapıyı, yani kusuru, toplum; toplumsal alan içinci bir yarara çevirmişti, halkı. Artık halk toplumdan ayrılamazdı. Toplumda halksız birey varlığını sürdüremez olmuştur. Aile veya nesil değerlemeleri ise, toplumun en aktif, üretim gücü bağlam ilişkilenmesi ve dinamiğini oluşturmuştur.
Halk böylece toplumsal yapının dışında, ama hemen yanında tutulmuştur. Sonrada halkla gittikçe başka karmaşık organik ilişkiler kurmuştur. Bunun başında nesebin belirlenişi olan akrabalık, hısımlık, ebeveyn bağları gelir. Bu ve benzer pek çok ilişki komünde de yoktu toplumda toplum oluşun ilişkilenişi ile belirdi, sonradan ortaya çıktı.
Ama bu da toplumsal üretimin, özel mülk edinmenin, kendinden sonraya miras bırakma, dayatmasının ateşleyici motifidir. İnsanın komündeki amaçlı bir eylemi, toplumu ortaya korken, halkı da bir mağduriyet olarak, üretemeyen; hasta, sakat, çocuk oluş, yaşlı, düşkün güçsüz oluş gibi nedenlerle özellikli yapı olarak, belirlemişti. Artık ürün, halkı ve halktaki bireyleri, birey üzerinden, kazanan bireyin nesep ilişkilerini piyasalaştırmış, üretimini de “”mallaştırmıştır””. Böylece piyasa ve mal olma gibi toplumu ateşleyecek yapı dahi çıkmıştı.
Ama hoşgörü, insanları serbest kılarken, kendi kısır döngüsünde geliştirirken; ne halka, ne halkın farklı inanç gruplarına, ne de topluma, hiçbir gelişme verememiştir. Sadece halka kişileri uslu yaramazlık yaptırmayan, iyi bir oyuncak araçsallığı yapmıştır o kadar. Hoşgörü ve laikliğin bir başka farklı yanı da şudur.
6- Hoşgörü de, inanç gibi kişisel tavırdan hareketle kişisellikten başlar. Grup ve cemaat tavrı olmaktan öte gidemez. Gitse de, baskı, cebir, şiddet aracı olur kendini klonlamış olur ki bu kez hoş görüsüzlüğe dönüşmüş olur. Ve geri, ait olduğu yere, bir süre sonra şiddet göreceğinden çekilir. Oysa laiklik böyle bir yetersizlikte içi dolarak geliştirilir. Laiklik toplumsal dinamiğin gelişmesine esnerken. Hoşgörü bilinçsizliğe himaye getirir. Aynı inanma grubundaki farklılığa hoşgörü ile bakmaz. Bu nedenle farklılık gruptan kopar. Zorunlu bir düşük doğum gibidir! Ayakta kalması mucizeyi çatışmayı gerektirir.
7- Laiklik kesinlikle hoşgörü değildir. Bu tam bir cahillik, aymazlık, sapla samanı kasıtlı karıştırırlıktır. Aksine alanları farklıdır. Nerede ise aynı alanda gibi olaraktan bireyin laik ve hoşgörülü iki zamansal süreci, günlük belli zamanlarda, hem toplum içinde hem halk içinde yaşar olmasıdır. Yani toplumda laik tutumla, halk içinde hoşgörüsel tutumla birbirini dışlayan iki kavramdır. Laiklik hoşgörü yapmaz. İnançlarda laiklik göstermek istemez. Hoş görü karşı inançların ve inançsızlıkların birbirine tahammül sınırlılıklarıdır. Laikliğin böyle bir ayrımcı tasnifi ve girişimi yoktur, Kaan bile değildir.
“”İster inancından ötürü örtünsün, isterse; kendisini öyle ifade ettiğinden dolayı örtünsün”” yuvarlamasına başvuruşla, toplumsal talebe dayatma yapmak, iki bakımdan saptırma ve cehalet ortaya kor. Birincisi, inanç toplumsal talep değildir. Halk içinde bunu deme gereği bile hissetmez. İkinci olaraktan da kişisel duygu ve anlayışlar toplumsal değildir. Toplumun insan öznesinden, insan düşüncesinden bağımsız bir gerçekliği vardır. Böyle bir geçiştirme cümlesinin, aşağıdaki gibi, hem önü alınamaz olacaktır, hem ön görülemez sakıncalarının da olacağı unutulmamalı.
Tarihte Ispartalıların, Cermen toplumunun, hırsızlığı bir hak belletip, inançlaştırıp yaygınca normlaştırması, diğer toplumlara talan uygulaması, toplumsal olmayan bir tutumdur. Ama başka toplumun ortaya koyduğu emek ürünlerini, talan etmeye dayalı, ben içinci duyguya kapılan bir aymazlıktır. Talan, öldürme, yaralama kan gözyaşı doğurmuştur. Bu talancı yaşayış, yerleşik toplumların gelişmesini zaman zaman geriletmiştir. Bu tam bir hak ve özgürlük kavramının saptırılışıdır. Soyulan toplum olduğu için talancı toplum vardır. Değilse talancı toplumun var oluşu nedeniyle, talana uğrayan toplum oluşmamıştır. Bu nedenle talancı, çapulcu toplumun istekleri, öbür toplumun toplumsal gerekleri olamaz. Değilse talan toplumsal var oluşun bir gereği gibi algılanır.
Ya da kişisel olarak, ben ister inancımdan ötürü, istersem kendi isteğimle; Bir AİDS olma isteğim, hak olur mu? Yani, hastalık, benim inandığım varlığın, bana bir hediyesidir, deyip; hastalığa ben katlanmalıyım. Ben hastalıklarla, belalarla sınav oluyorum. Sınavı başarı ile vermeliyim, inanmasını toplumda dayatmak ne derece hak ve özgürlüktür. Yaraların üzerinde oluşta yere düşen kurtları tekrardan: yarasının üzerine korken “”rızkınızı yiyin”” diyen Eyüp Peygamberi hatırlayınız. Ya da bu AİDS hastalığını topluma bulaştırıyor olma, inanmasını (bilmesini) görmüyor olmanıza ne demeli? Her halde bu da bir sınanmanın parçası olsa gerek!
Söz söylemek önemli değil; sözü bilinçle söylemektir önemli olan.
Sayın KAYA vurgulamalıyım ki gerek şiirde ve gerekse öteki yazınsallarında sözü,etki gücü yaratacak bir keskinlikte kullanmasını bilen ender kişilerden biridir.
Şiirini okurken sözcüklerin,kendi sözlük anlamlarını da aşarak ...