seni arayacağım her yerde
bulduğumu sanacağım bazen saçma sapan nedenlerle
her sözde, her gözde seni arayacağım sen gelene kadar
en sonunda kaçacağım hepsinden
sen olmadığını anlayacağım çünkü
başkasından da korkacak bu yürek
okyanusun ve gökyüzünün sonsuz maviliğine yazdım
halı gibi uzanan çimen yeşiline
kendine özgü rengi ile toprakta yazılı
gece yıldızlarla gökyüzünde
bembeyaz bir buluta, her sayfasına defterimin
kumsala yazdım, ateşe bak göreceksin
uzaklarımsın şimdi benim
içimde senden kalan özlemler
elin elimde uzağımsın en zamansız sevgilerde
elimde bir buket gül uzatamam
seviyorum diyemem artık
unutamam sensiz seni
Bir şiir yazabilirim sana bu akşam,
Yazarsam sevmeye başlarım diye korkuyorum.
Çünkü sevmek çok demode bu zamanlarda,
Ve son modeller hep moda.
Evler küçük ama salonları büyük,
Modern televizyonlar, pahalı hayatlar,
İki farklı dünya yaşadım ben. Birincisi hesapsızca, pervasızca, bencil bir ‘gitme dünyası’. Öğretmenim çok güçlüydü, öyle ki benim ‘gitme dünya’mın kurucusu oydu. Kurdu ve gitti. Yalnızlık ağır geldi bana, kalamadım bu dünyada. Sonradan öğrendim, gitme dünyası birisinin hep gittiği bir dünyaymış ve kurucusu da benim zannettiğim gibi o değilmiş, ‘gitme dünyası’nın kuranı, içinde kalanıymış, gün gelip çıkmadıkça bunun bir kapan olduğunu göremezmiş.
Sonra bir başka dünyayı yaşıyormuş insan, ‘unutamayanların dünyası’. İlk bu dünyayı ben kurdum sanmıştım, onda da yanılmışım. Bu dünya zaten hep varmış ve ‘gitme dünyası’nın mülteci kampıymış. Paramparça hayallerin toplanıp yakıldığı bir meydan varmış. Tüm düş kırıntılarını alabiliyorlarmış, ufak bir operasyonla. Tüm düş kırıntıları ise duygularına karışırmış meğer, alınan duygularınmış. Onların yerine uyanlar ise yalnızca sitem, yalnızlık ve kırgınlıkmış, sana uyacak yeni bir his topluluğu bulunana kadar. Çoğu zaman da uygun bir donör bulunamazmış. Öğrendim, yaşayarak.
Kırgınlık ekletmedim, düş kırıntılarımın yerine. Sitem de yok, bünyem kabul etmedi. Yeni dünyada bana yalnızca ‘yalnızlık’ yetti. İçimdeki umutsuzluk yan etkisiymiş, kanayan yaralarıma sürdüğüm ilaçların. En garibi de kimseye rastlamıyorsun bu yeni dünyada, içine girince ise hiç garipsemiyorsun bunu. Saklambaç oynarken bir köşeye saklanıp, kurt olmadan çıkmak istemeyen bir çocuk gibi saklanıyorsun, yeni hislerden, hayallerden. Ben bir aynanın içine sakladım kendimi. Sonra da kırdım aynayı içerden, bakmak kimsenin aklına gelmesin diye.
unutabilmelerimsin artık
en zamansız kuytularda
hayata feda ettiğim son hediyemsin
zamana yenildiğim en zamansızlıklarda
gözlerini unutuyorum yavş yavaş
saçlarını, yüzünü, dudaklarını
özlem getirdi gözlerin bu sefer
gözlerime yaş indi sebepsiz
savrulan bir hayatı dizginlemekti
anılara dalmak eski melodilerdeki.
şimdi içimde bir yığın kül
gözlerin hiç olmadığı kadar uzak
neler görmedim acaba hayatımda
mesela bir gün yüzü görmedim
gülen gözleriyle gerçekten seven bir sevgili
bazen ben korktum sahiplenmekten
çoğu zamansa onlar es geçti sahilimizden
bir kayığa atlayıp kürek çekmek de
yalnızlıktır belki de adam eden insanı
düşündüren, anlamdıran tüm hayatı
odur ki hiç bizi terketmeyen
her gözyaşımıza şahit olan yalnızlığımız
ses çıkartmaz bilir kelimelerin amlansızlığını
o sana koşar sen ona
Bu gecenin sabahında aklımda olmayacaksın.
Güneş tüm şehvetiyle kızıla boyarken gökyüzünü,
Seni güneşe benzeten biri olmayacak.
Günün ilk ışığı penceremin mermerinden yansımayacak gözüme.
Odam tüm sessizliğiyle önceki sabahları arayacak,
Duvarlarımın ezberlediği nakaratlar inzivaya çekilecekler.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!