'Cominc Sans MS' font size='4pt' color='black'>
1954 Acıpayam doğumluyum. Öğretmen okulundan mezun olduktan sonra yurdumun birçok köy ve kasabasında görev yaptım. Öğretmenliğimin altın yılları Fransa'da Türkçe ve Türk Kültürü Dersleri Öğretmenliği yaptığım yıllardır.
1998 yılında emekli oldum ancak öğretmenlikten kopamadım ve sevgili çocuklarla iç içeliğim özel bir kolej 15 yıl sürdü. Nihayet emekli olabildim... Halk şiirinin derinliğine ve zenginliğine tutkun, bunun yanında serbest düzende yazılmış şiirlerden de anlam genişliği v ...
23 Nisan ve Halil Çavuş Dede
***
O yıl coşkulu bir 23 Nisan Bayramı kutlanmıştık. Bayram, sabah davul zurna eşliğinde öğrencilerimizle köyü dolaşmakla başlamıştı. Bu şenliği gören köylü de kadın erkek, genç yaşlı okul bahçesine yığılmıştı. Heyecan doruk noktasına ulaşmış, kimi ayakta, kimi okul sıralarına oturmuş, sabırsızlıkla törenin başlamasını bekliyorlardı.
*
Açılışta yaptığım coşkulu bir konuşmanın ardından aylardır bu bayrama hazırlanan öğrencilerimiz şarkılar söylemişler, şiirler okumuşlar, traktör kasasından yapılmış sahnede kahramanlık piyesleri oynamışlardı. O minik yavruları sakallı bıyıklı, çeşitli giysiler içinde gören köylüler gülmekten kırılıyorlardı.
*
Benim güzel yuvam, şen yurdum
Tatilde yalnız kaldın, suskundun.
Şimdi zil çaldı, doldu avlun,
Aç kapını güzel okulum.
***
Kuşlar gibi kanat çırpa çırpa
ANIT ADAM
MUZAFFER GENÇOĞLU
***
Yaşamımızda unutamayacağımız, bizde iz bırakan kişiler vardır. Bunlar kişilikleri, bilgileri, görgüleri ile kendilerini sevdiren kişilerdir. Topluma yararlı olabilmek için durmaksızın çalışırlar ve üretirler.
***
Bunlar, yetenek ve bilgilerini yeni nesillere aktarmayı bir görev bilirler. Paylaşımcıdırlar ve hep yeni ufuklar gösteren anıt kişilerdir. Onlarla tanışmış olmaktan, oturup konuşmaktan son derece mutlu olursunuz. İşte o kişilerin en önde gelenlerinden biriydi Muzaffer Gençoğlu.
AYSEL ÖĞRETMENİM
*
Çocukluğumda köyümüzde okulların açıldığı davul zurna sesiyle duyurulurdu. En önde Deveoğlu Dayı zurnasıyla, oğlu davuluyla “Tuna Nehri” marşını çalarak, arkalarında üç beş minik çocuk ve yanlarında öğretmenleri ile sokak sokak dolaşırlardı. “Bu davul, zurna sesi de neyin nesi?” diyenler bu küçük kalabalığı görünce “Haaa, okul açılmış!” der, işlerine dönerlerdi.
*
Oysa çocukların çoğu Ekim ayı sonuna kadar mısırlar, pancarlar, bostanlar kaldırılınca kadar işten başlarını alamazdı. Oğlanlar öküz gütme; kızlar tütün, halı dokuma, ot yolma derken okula gönderilmezdi.
*
BABAM VE ANITKABİR
*
Babam bir köy imamıydı. Okumaya çok hevesli bir çocuk olarak köyümüz ilkokulunun ilk mezunlarındandı. Arkadaşı “Doktorun Hasan” ortaokul için Denizli’ye gidince babamda okuma ateşi alevlenmiş. Dedem “Çiftimi, çubuğumu kim işleyecek?” diye izin vermemiş. Babam bir sabah alaca şafakta Denizli’ye gitmek için evden kaçmış. Dedem ve ailesi babamı bulmak için seferber olmuşlar.
*
Poyraz Halil Dede babamın halasının eşi, yedi yerinde kurşun ve süngü yaraları izi olan bir gaziydi. Babamı Karahöyük Pazarı’nda bulmuş ve geri getirmiş. Dedemden bir araba dayak yiyen babamı Poyraz Dede elinden tutup o yıllarda köyün imamı olan İbrahim Hoca’ya (Zoylan) teslim etmiş. “Üzülme oğlum, işte okuyacaksan İbrahim Hoca’dan oku,” demiş. İbrahim Hoca Yatağan Medresesi’nde okumuş, bilgisine güvenilen, sağlam karakterli ve köyde saygı duyulan bir hocaymış.
*
BALKAN ACISI
HALİM COŞKUNDERE
*
Çocukluğumda ilk kez bayram namazına gidişimdi. Camiyi tıka basa dolduran kalabalığa şaşkın şaşkın bakarken, babamın yanına diz çöküp oturdum.
*
Az sonra “Dokuz tekbir, iki rekât bayram namazına niyet edin, uyun imamaaa!” diye gür bir ses, tüm camiyi doldurdu, duvarlarda yankılandı. Hoparlörün, mikrofonun olmadığı altmışlı yılların başında böyle dolgun ve gür bir ses kimden çıkıyordu? Namaza gelenleri ilahi duygularının coşmasına neden olan bu kişiyi görmek için büyük bir merakla geri dönüp baktım.
BİR CAN BORCU
(Sarolların İsmet Seymen)
*
Bizim çocukluğumuzda oğlan çocukların sabahtan akşama kadar çayırda, ovada öküz gütmeleri (otlatmaları) alın yazıları gibiydi. Hele sizden küçük erkek kardeşiniz yoksa bu görev askerlik çağına kadar sürüp giderdi...
*
Sabah gün doğarken anamız bizi zar zor uyandırır, “Oğlum kuşluk vakti oldu, baban çifti bitirmek üzeredir,” der ve hazırladığı katık (azık) torbamızı sırtımıza sarar, yola düşerdik. Katık torbamızı bez bir kemerle önden çaprazlama bağlar; biz koştukça yağdan kaskatı olmuş alta ucu belimizi döverdi. İçinde haşhaş yağlı ekmek, katmer, haşlanmış yumurta, patates, kekik, kese yoğurdu gibi katıklar olurdu. Bu azıklar çocuğun ailesinin yoksulluk, varsıllık durumuna göre değişirdi. Yalnızca çavdar ekmeği ve bir çıkın kekikle günü geçirenler olduğu gibi türlü türlü yiyeceği olanlar da vardı. En güzel duygu çayırda geniş bir sofra kurup herkesin yiyeceğini birbiriyle paylaşmasıydı.
NOKTA İLE VİRGÜL
*
Bizim kasabamız köy görünümünde bir kasabaydı. Evleri, sokakları; sekiz köşe şapkalı adamları, gün yanığı çocukları ve işten güçten yorgun, bitkin kadınları ile tam bir köydü. Düğünü, bayramı; doğumu, cenazesi ile katık-sız köy kokardı. Acıpayam pazarında bile bizim köylüler giyimleri kuşamları; tavırları, konuşmaları ile farklıdırlar.
*
Köylünün tüm dedikoduları tütün tarlalarında, ekin orağında köyde olup bitenlerden öteye geçmezdi. Kim kimin kızını istemiş, kim kiminle dargınmış, kim kimle kavga etmiş, kimin geçimi bozulmuş…
*
“Çanakkale önüne doldu gemiler,
Suları yara yara, saçar köpükler
Ağızları alevden birer devdiler
Başımıza yağdırdı nice gülleler…”
***
Mavi gözleri çakmak çakmak,
DEDESİL OVASI
***
Türkmenlerin Batı Anadolu’ya yerleştiği yıllarda Horasan erenlerinden Dederasûl Bey’in 13. yüzyılda yurt olarak obasını yerleştirdiği ve adını Dederasûl’den alan Dedesil Köyü Dalaman Çayı’nın bir “U” harfi çizerek Akdeniz’e yöneldiği toprakların güney tarafında, Batı Torosların son uzantısı Yonuspınarı, Yıldırımlı, Belbaşı ve Kızıöğür dağlarının eteğinde “Yaren Tepesinin” ovayla birleştiği yere kurulmuştur. Dederasûl Dede Horasan’da Ahmet Yesevi ocağında yetişmiş peygamber ve soyundan geldiğine inanılan bir “Al-i Resul’dur.
***
Dedelerin türbeleri de ardıç ağaçlarıyla süslü bu tepeciktedir. Dedesil’in beslediği insan sayısı 16. yüzyılda konar göçerlerin yerleşik hayata geçmesiyle hızla artmıştı. Geniş toprakları buğday ambarı gibiydi. Sulak otlakları ile binlerce hayvanı besliyordu. Sert buğdayının ve acı biberinin ünü “İşgen Pazarı’ndan” çıkıp ile Denizli’den Fethiye’ye kadar yayılmıştı...
***
iyi akşamlar dayıcım.şuan erkanı internet cafede zorla tutuyorum bu mesajı yazmak içinn. şiirlerin gene çok güzel kalemine ve o güzel yüreğine sağlık. sağlıcakla kalın saygı ve selamlarla....şiirlerin devamını merakla bekliyoruz..
Çocukluğumda hep Kerem ile Aslı Tahir ile Zühre
Ferhat ile şirin bu efsanleri dinleyip büyüdüm ve sanırım bu yüreğimdeki aşkı ölümsüz kıldı....