DENEŞİN MEHMET
Bazı insanlar vardır ilk görüşte hemencecik canınız kaynar; içiniz ısınır birden. Mehmet ağabeyle tanışmamızda aynı duyguları yaşadım.
Bir Cuma namazı çıkışında bizim köylü iki üç kişi cami avlusunda konuşuyorlardı. İçlerinden biri, “Hocam gel bakalım,” diye beni yanlarına çağırdılar. “Allah kabul etsin diyerek,” tokalaştık. Yanlarında bizden yaşlıca biri vardı. “Bu amcayı tanıyor musun?” diye sordular.
Ellerin vardı yumuk yumuk
Sardıkça kalemi ince ince
Sevinçten uçardı harfler
Dört köşe olurdu defter
O an kalemin olmak isterdim...
*
FAİK ASAL TBBM’DE
5. BÖLÜM
*
8 Mart 1943’ten 5 Ağustos 1946’ya kadar Denizli milletvekili olan Faik Asal Acıpayam’da olduğu kadar TBMM’nde etkin olamamıştır. Meclis oturumlarına katılmış, meclis çalışmaları sırasında yalnızca oy kullanmıştır. Faik Asal milletvekili seçildikten sonra, Ankara’da Denizlili üniversite gençlerini birçok kez evinde yedirip içirmiş; onların harçlık ve barınma sorunlarında “babalık yapmıştır.
*
MİLLETVEKİLİ FAİK ASAL İSTANBUL’DA
2.Bölüm
19. Yüzyılın sonlarında Acıpayam (Garbi Karaağaç) yoksulluğun diz boyu sürdüğü, dört yanı sıradağlarla kuşatılmış, ulaşımı zor, unutulmuş bir ilçeydi. Karakışta dış dünyadan bağı kopardı. Geniş ovasında üretilenlerle, kendi yağı ile kavrulup gidiyordu. Toprak damlı evlerin uzanıp gittiği; Şair Eşref’in dediği gibi “iki dükkan, bir fırın” olan Acıpayam memurların sürgün yeriydi. Dağlarında eşkıyalar, efeler cirit atıyordu. Okuma yazma oranı tüm Anadolu’da olduğu gibi yok denecek kadar düşüktü.
*
Mehmet Faik Asal, “Hallakçılar” sülalesinden Halil Aga (Ağa) ve Kezban Hanım’ın oğlu olarak 1889’da Acıpayam’da (Garbi Karaağaç’ta) doğmuştur. Toparlak başlı, tombul yanaklı bir çocuk olan Mehmet Faik diğer çocuklar gibi hayvan otlatmış, çayırlarda güreşmiş, çelik çomak oynamıştır. İlkokulda (İptidai) ve Ortaokulda (Rüştiye) keskin zekâsı ile kendini göstermiş ve Acıpayam Rüştiyesini birincilikle bitirdikten sonra Denizli İdadisine başlamıştır.
*
FAİK ASAL SELANİK’TE
3. Bölüm
*
Mehmet Faik Bey, Selanik’e vali olarak atanan Hüseyin Kâzım Bey’in yardımlarıyla Selanik’in Vodine Kazası Ostrova Nahiyesi Müdürlüğü’ne atanmış ve yaşamında yeni bir sayfa açılmıştı.
*
Kara trenin penceresinden baktıkça öğrenciliği, parasızlığı, gazeteciliği; ekmek parası için bulduğu her işte çalıştığı günler, acılar ve sevinçler gözünün önünden bir film şeridi gibi gelip geçti. Sosyal ve siyasal çalkantıların birinin bitip ötekinin başladığı İstanbul artık gerilerde kalmıştı. Onun için İstanbul “yaşam okulu” olmuştu. Özetle, pişmesine, olgunlaşmasına İstanbul’a borçluydu.
Faik Asal ve Azime Gelin
6. ve Son Bölüm
Siyasetin kaypak zemininde oradan oraya savrulan Faik Asal Bey yavaş yavaş bu ortamdan kendini soyutlamıştır.
Vefasızlığı, acımasızlığı, ikiyüzlülüğü ve yalakalığı görmüş; küskün bir halk adamı olarak ömrünün son yıllarını çocuklarına ve ailesine adamıştı.
MİLLETVEKİLİ FAİK ASAL
VE İSTANBULLU NİNE
1. Bölüm
*
Ortaokul yıllarımda aynı sınıfta okuduğum teyzeoğullarım bir gün beni halalarının evine davet ettiler. Ev, Acıpayam kent meydanına çıkan bir cadde
***
Başında kadife bir fes ve fesi çevreleyen siyah bir çekisi (çelmesi) ile göze çarpardı. Fesin üstüne kenarları boncuk işlemeli ak dastarını örterdi. Işıl ışıl parlayan siyah zeytin gözleri ve gülümseyen incecik dudakları ile anaç bir Anadolu kadınıydı. Aşağılara kadar inen pazen fistanın üstüne elde örülmüş bir hırka giyerdi. Hırkanın altına koyu kahve, kenarları püsküllü bir Trabulus kuşağı kuşanırdı. Minik minik çiçekli fistanı belden aşağı üç paça olur, ayak topuklarına kadar uzanırdı.
*
“Bılla” demek bilge kadın, her işten anlayan abla anlamındaydı bizim köyde. Köyde kimin doğumu var, kimin bebeği hasta, hatta kimin ineği buzağıyı emzirmiyorsa hepsine o koşardı. Kadın cenazeleri yıkar, düğünlerde yemekleri o yapardı. “Haden bakalım kadınlar!” diyerek yapılacak işlerde kadınlara ön ayak olurdu. O kadar çevresinde saygınlığı vardı ki seçimlerde aday olan muhtarlar, belediye başkanları onun ayağına gelir, kahvesini içer, yardım isterlerdi.
*
FIRTINALI HAYAT
REMZİ ÇAVUŞ
Remzi Çavuş (Argüz) Dedesil ve Acıpayam’da saygın bir yeri olan, Hacı Hüseyin Ağa’nın (1856-1924) torunudur.
Korona tüm dünyayı kasıp kavuruyordu. Her gün TV’lerde, gazetelerde, sanal ortamda türlü türlü haberler yayınlanıyordu. İki kişi bir araya gelince sohbet koronadan başlıyordu. Ambülansları acı sesi sokaklarda yankılanıyor; sesiz sedasız cenazeler kalkıyordu…
*
İşe gitmek zorunda kalan yoksul insanlar korka korka otobüslere binmek zorunda kalıyordu.
*
Delikanlı tıklım tıklım dolu otobüse güç belâ binebildi. Koridordaki tutamaklara erişmek için uzandı. Uzanmasıyla eli boşa çaldı ve tökezleyerek yan koltukta oturan genç kızın kucağına yığıldı kaldı. Neye uğradığını şaşıran genç kız birden “Ay! Dikkat etsene be ayı!” diye bir çığlık attı. Otobüsteki yolcuların bakışları o yöne çevrildi.
*
iyi akşamlar dayıcım.şuan erkanı internet cafede zorla tutuyorum bu mesajı yazmak içinn. şiirlerin gene çok güzel kalemine ve o güzel yüreğine sağlık. sağlıcakla kalın saygı ve selamlarla....şiirlerin devamını merakla bekliyoruz..
Çocukluğumda hep Kerem ile Aslı Tahir ile Zühre
Ferhat ile şirin bu efsanleri dinleyip büyüdüm ve sanırım bu yüreğimdeki aşkı ölümsüz kıldı....