Asırlarca sabredip bu geceyi bekledik
Bir gecede yürüdük, tam bin ay emekledik
(adana-2004)
Çâresizim ne zamandır
Kurumaz gözümde yaşım
Bu gurbetlik ne yamandır
Sardı rûhumu ataşım
Hasretinden durulmuyor
Yusuf kuyuda iken, bir kervan gördü onu
Ve şükretti Yusufcuk, ölüm değildi sonu
Alıp ordan Yusuf'u, Mısıra getirdiler
Orada Yusufcuğu, köle diye verdiler
Sancılanan bir ananın
Dişlerinde mukavemet
Cânı yitmiş bir cânânın
Düşlerinde mukavemet
Vurup geçer geceleyin
Gök yarılsa, yeryüzünün dibi delinse
Düşmez tutunuruz, iman dalımız bizim
Ordu ordu üstümüze kopup gelinse
Baş eğmeyiz işte budur halımız bizim
Kelle koltukta yaşarız, namlu ucunda
Gecelerce yorgun düştüm düşünden
Ömür kısa, yürek yorgun, yol uzun
Küstürdüler, gelemedim peşinden
Ömür kısa, yürek yorgun, yol uzun
İsmini yazdım her buğulu cama
(Bu his bu kadar basit anlatılır mı bilmem ama...)
Sevgi bizi sevimli kıldığından
Sevgi hissi sevenlere duyulur
Sevgi büyük bir his olduğundan
Sevgi yeter, sevgi ile doyulur
Soyut diyorlar adına
Tanımam namussuzum,merhabam da yok zat-ı âlleriyle
Hani,bir şeyler mırıldanıp da hiçbir şey anlatamayan şairler var ya
Garibanlar işte velhasıl
Eeeeh...Bilmem soyutu boyutu be!
Gelmeyin üstüme
Gündüzün yorgunluğunu akşamdan çıkaramayacak kadar yorgundu. Canı hiçbir şey istemiyordu. Sabahın tekrar olmasını ise hiç, hiç istemiyordu. Kendisi kadar yorgun duran ahşap kapıyı ayağı ile iterek ön sofaya girdi. Sofada her zaman tatlı bir serinlik olurdu. Hele yaz akşamları üç sandalye atıp, ağaçların arasından gökyüzünü seyrederek sıcak çay içmek dünyâya bedeldi. İsmet, diğerlerine nispeten daha küçük olan sandalyeye oturur, hayâta dâir sorular sorar ve kendi serencâmını esrarengiz kılan tüm kelimeleri kullanırdı. Küçük İsmet, ablasını lösemiden kaybettiği günden beri daha derin konuşuyor, daha seyrek soru soruyordu. Ama ne sorular! Daha derin, daha yangınî... Bâzen cevaplaması bile güç oluyordu. İsmet, ablasını kaybettiği bir buçuk seneden beri neredeyse hiçbir şey istememişti. Ne annesinden ne de babasından... Hiçbir şey... susmak bile onun için daha heyecan vericiydi.
İşte böyle bir yorgunluğun ardından bu sofadan geçiyordu. Normalde bu tatlı serinlik onu rahatlatmalı ve hanımından üç sandalye isteyerek çayın demlenmesini beklemeliydi. Ama yapmadı. Başını bile kaldırmadan iç kapıya kadar yürüdü. Kapının önüne kadar geldiğinde elindeki poşetleri yere bıraktı. Zile bastı, bekledi...
Kapıyı açan hanımıydı. Gülümseyerek karşıladı erkeğini. Ama adamda gülümsemenin esâmesi yoktu. İçeri girerek ayakkabılarının bağını çözmeye başladı. Kadın;
Söyle yar şimdi ben kimi sarayım
Bu sabah yanımda değilsin yine
Ses ver ki bir nefes Tûr'a varayım
Utanıp tüm dağlar, eğilsin yine
Hakk nasîb etmezse uğramaz ölüm
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!