Divan Edebiyatı Sevdalısı
Ah İstanbul! Ne iz vardır geçmişinden?
Ne kaldı yaşattığın hoş hislerinden?
Meçhule giden aşıklar neredeler?
Bilmez miyim ey İstanbul? İçlerindeler.
Diz çöküp söylenince "Ey Allah'ım!
Nedir benim bu çektiğim, bu kahrım?
Bitmez dertle bu hayatı yaşattın,
Gözü, göz yaşım için mi yarattın?"
Bir ayı bir güneşi aldım elime,
O'nu hatırlattı geçen her kelime.
Daha yakınımdasın uzak dedikçe;
Parla yıldız gibi felekte, istedikçe!
Ne acı! Gidersem ben bu diyârdan.
Sevdiysem kışı, geçtiysem bahardan,
Özlemi tatmışsam o narin yârdan;
Ne yazık! Yâri seven o gözlere...
Çehren açtırmışsa mahzûn gülleri,
Çehrene çökmüş bu gecenin hüznü,
Görmez gözlerim o üzgün yüzünü.
Gün sönmüş, geçmişin hatırasıyla,
Yanmış bitmek bilmeyen ihtirasıyla.
Önümde sanki uzun, bitmez bir yol,
Ne vardır bu yolculukta düşten bol?
Sonu elbet bir gayeye varmalı,
Bu gaye yâr, yolcuysa ben olmalı!
Bitmek bilmez, ufuksuz sevdalar bile,
Bitermiş ah yâr bir küçük teselliyle.
Uzun ve mükevveb, manasız bu gece,
Tabiyim sana, git yahut kal keyfince!
Çegan tepesine, ömrünce doya doya bak!
Yâd et Turan'ı, ruhu ölüm eline bırak.
Tepenin bir köşesinde hatıralarla kal;
Makbersiz cihangirleri hüzünle seyre dal...
Yıllarca yeşerip, dizilmiş bir çiçek ordusu,
Ufka uzanmış, yoktur ne güneş ne su korkusu...
Sıralanmış ardınca dağlarda hem gül hem lâle;
Derbeder kalmış, ağlasa mı gülse mi bu hâle?
Cennetin hoş bahçesinden bir parça aralandı.
Gel! Güneş dindi, sevdalı geldi, gök karalandı.
Diyâr diyâr dolaş, çal kapısını ölümün,
Kapı açılınca var mı imkanı dönümün?
Kış hatırlatsın, baharlar yaralasın bizi,
Gelip geçen sevinçler kandırsın kendimizi...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!