Biz eğer ezelden yanmamış isek
Her kurda yem olur, tükenirdik.
Biz kucağı ateşe gelmemiş olsak
Bu canla ölüp ölüp dirilenlerdik.
Aşkı bir zehir bilmemiş olsak
Üzüntüye sebep aramak ne için!
Daima kırıyor, zora sokuyorsun.
Hep karanlık bakıyorsun öylece;
gözün kahve değilmiydi senin?
Sebebin var, demek iyi oluyorsun
yakınca bütün şehirlerimi.
Kendimize bir yol biçtik,
kendimize bir kor,
bir ateş,
bir dağ kestik Kaf gibi, Nuh olduk.
Tufanda yüzen hayaller için
cehennemi seçtik,
Gül olamazsın hiç bir zaman,
gül gibi kokmak mı şimdi derdin?
Su gibi akamaz ama insan,
sel gibi yıkmayı çabuk öğrenir.
Güzel olmak, zengin durmak sa anlayış;
layığınızla sevişir bütün arzular.
Yanmıyor, içimin yolları karanlık
Lambalarım sönük, gözlerim fersiz.
Edepsiz bir candayım, ah yarsız
Zamanda savrulan nice olur, nice
Dalsız, rüzgârda kayıp bir yaprağım.
Varlığın altın çocuğuydu ışık
İlk gözdeydi o bütün ilimleri içinde tutan
Ateşten çıkan son bir harikaydı...
Bütün şuurlara kıskançlık veren
Bir son değildi o güzellik.
Sonsuz bir kinin başlangıcı oldu o karanlık ve ışığın çelişkisi
Henüz çekiliyor güneş tepemden
Dağlara bir hüzün havası düşüyor.
Sazlar çalıyor, içimdeki usule her perde uyuyor.
Cemiyetin segâh makamında o yükselen sesi
Hüzünle gelen dalgalarda eriyor.
Vuruyor zıpkın gibi akoru bozuk kulağımdan
Gönlü hüzün deryası akar durmaz içine
Kurumaz hiçbir zaman gözlerindeki nemi
Bir şarkı gibidir o ağlatan nağmelerde
Islak bir mendilin makamıdır kederleri.
Belki mutluluk vardı Kaf dağının ardında
Kalbime girdiğin yerdeyim çoktandır
Hayallerle beni yaktın İstanbul
Hiç çekilmiyorsun bu saatten sonra
Nedense senden yana dertliyim İstanbul.
Heves mi bıraktın ne var senden kalan
Derin bir vurgu sahiplik içinde
Bakışa oturmuş yüreğin kurşunu.
Uzun namludur kısa bir söze
Ay kadar güzel, o güzel yüzün!
Dilini, yutmak istiyorum.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!