yok öyle! diyor poyrazın ayazdan dili
yok öyle! uçurum ayarlı bir ömrün
ateşten menziline
elvedasız yürümek
Suları bağladı
havayı toprağı
yer yağını
yel yalımını
ağaçların soluğunu bağladı
atını sürdü
kûşelere doluşuyorlar
dudaktan kulağa telefon kaplı
birincil çamur
köşe gönderinde
kadim bir güz ağrısı
kül olup yağıyor kendi kentine
baktım; o anda, oradan geçen bütün düş’leri çevirip konforuna kandırmış bir kadın,kırkının üstünde oturuyor. saçlarına sarmaşıklar mı dolanmış, ayaklarına ay mı düşmüş nedir; flu bir fingirdeme… içine atmış kendini; dişlerinin beyaz elleriyle tutmuş; düşlerini gösteriyor… ben diyeyim sabun köpüğü, siz deyin çavlan döküldüğü; aktıkça bakası geliyor da insanın… yol ferman dinlemiyor…
elim Adana akala’sı, değneğim defne … yürüyorum. sağım – solum başına boydak günışığı, önüm – arkam “ inti ilimani “ … hazzımdan; boyumca bir beyaza tırmanıyorum. tanıdık bir bulut tosluyor omzuma; o anda beyazlarımız kucak kucağa… onun kulaklarında haziran küpeleri; Kemalpaşa kirazları mı desem, Zile vişneleri mi … değdikçe gözlerimin ikindi pervazına tekmil bağlarıma salıncaklar kuruluyor. gerisi; görülmüş, duyulmuş şey değil … evrenin en elektrikli sevişmesi: kasık kasığa iki bulut … ateşi akıllara zarar… göz- kulak tanımaz, patlaması…
baktım; tavana değiyor başım; yan betonu azıcık araladım. kısalarımı koyverdim bağ evinin içine. bağ evi dediğim de: lodostan yapılmış bir oda…içinde gündüz sefaları, akşam ağırlamaları, har’lı halay geceleri… can yeleklerimi takıp, usulca daldım içeri…
size geldim
közlerimin üstü menzilim
sözlerimin ucu elli sekiz kalibre
haziran davullarına da çok var
kaşınızın tetiğine yazıldım
deri değiştirdiğimiz yerleri beş ayak geçtik
ömrümüzün terkisinde şimdi
sarı poşu dürülü
saçaklardan sağrımıza atlayan su mavisi
ve kollarını her sabah yolumuza
durup dururken
çıkıyor adam suyun cindoruğuna
dalgaları altına almalıymış ayaklarının
daha sıkı yüzebilirmiş böyle
ne denli yüksek olursa seren
öyle yakın olabilirmiş menzile
karayı çekip yüzüme
döküldüm aynanıza usul
bir sarmaşık yürümesiydi kolunuzdaki
kanatları bin dallı kırık
sarılamadınız; döküldünüz ayak ucuma
henüz korlarınız damıtılmamıştı
bu benimki
arının ballıbaba özlemi
aşkın merkezine binatlı sefer
yüreğini bölerek milyonlara
bin üslü çoğalarak
suyun en rahvan aktığı
kırk pürtüklü can çiçeği dilimiz
döne döne dirim eskitir
gide gele ayışığı
kırkıncı düğümünde hoş geldin
parmak izlerinden arşa gidilir
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!