Çift kanatlı koca bir saray kapısı gibi
Açılır zaman;
Uçar güvercinler sevinçle
Ve çiçekler
Dikenler, doğanın yeşillikleri
Yüz bin kokulu gül satılan
Orda sadece yalnızlık ve rüzgâr
var var varsa da yok diye bellerdik
kıraç toprak, başıboş sürüler...
akşamları çılgınca bir kavgaya giderdik
çıkınca kayalara sessizliği bozan
sakallı adamlar gibi dağlarda haydutça
Ben de yaşayıp öleceğim,
Üstümde otlar bitecek;
Ölüm gelip çatınca
Söyleyecek bir sözüm olacak;
–Yaşadım!
Bir kar yağar, etraf aydınlanır,
Soluk, kaygan bir dünya. Yalnızlığın.
Sapanca'dan öteye Geyve'ye kadar,
Raylar pırıl pırıl, tren yılgın.
Ha bre üstümüze kar yağar,
Güneyden mi geldin böyle, nedir
Portakal kokusu avuçlarında
Bu limon çiçeği ne saçlarında
Söyle durur mu o sıcak sihir
Diyor ki bana, sevdayı ateşten
bir gömlek gibi giydin mi
Diyorum ona, Ferhat'ım dağlar gürzümden
inledi ve yol verdi sularıma. Acı dindi
Diyor ki, hiç mi kıskançlık katmadım
Gümüştür Ay, altındır başak
Yaz geldi yine, ey çılgın!
Her sabah, ardından şu dağın
Güneş biraz daha güzel doğacak.
Söyle, sesini duymak, görmek seni
Durmuş bir adam saati sorar
Saat kaç?
Neden sorarsın be adam
İşin ne saatle?
Günü sorar biri
Koşarken aşağılara
mavi dalgalanır su
ki orman denizidir Bolu Dağı'nda
çam kokulu:
Bir ağaç dibinden
bir dereden
Düşteyim işte. Çıkageldi bir güz yeli
hafiften. Bir buğu gibiydi gök.
Ey kendini saklayan geçmiş, ince bir tül ardında;
Güz geldi ve yıldızlarını üstüme dök.
Artık büyüdüm. Ey sonsuz çocukluk!




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!