Kuyumcuya gitti bay Walter,
Yüzüğünü bozdurmak istedi.
- Olmaz!
Güçlü kişiliğin değiştiğinde
anlayacaksın sen
değişmeye başlamış bulunan
sabit değişmezleri.
ama hem bunlar hep
de hareket halindedirler..
ŞİİR ELEŞTİRİSİ-Mehmet Doğan
Eleştiri, bilgisi ve beğeni düzeyi yüksek, bilinçli bir okurun okuduklarını değerlendirme çözümleme ve yargılama çabasıdır.
MEHMET H. DOGAN
Elli yıla yakın bir süredir Türk şiir eleştirisinin içindesiniz. Bir Türk şiir eleştirisinden veya üslubundan söz edilebilir mi? Edilebilirse bu üslubun temel özellikleri nelerdir? Bu özelliklerin oluşumunda, hangi eleştirmenlerin katkısı olmuştur?
PAPATYANIN SIRRI
Ormanın kıyısında, küçük bir evde Ayşe isminde bir kız annesiyle birlikte yaşarmış. Ayşe hem çok güzel, hem de sevecen bir kızmış. İnsanları, hayvanları, doğayı çok severmiş. Küçük Ayşe'nin dünyada tek bir üzüntüsü varmış. Annesi para kazanabilmek için çok çalışıyormuş. Günler geceler boyunca ördüğü çorapları, kazakları pazarda satarak eve yiyecek getiriyormuş. Ayşe de annesine yardım etmek için ineklere ve tavuklara bakıyormuş. İneklerin sütünü sağıyor, tavuklara yem verip kümesteki yumurtaları topluyormuş.
Bir sabah annesi ördüğü kazakları çorapları satmak için pazara gitmiş. Ayşe de kümese girip tavukların yumurtalarını toplamış. Tam eve girmek üzereyken kapının önünde siyah bir kedinin durduğunu görmüş. Hemen yumurta sepetini yere bırakıp kediyi okşamış. Kedicik titreyerek Ayşe'ye bakıyormuş. Ayşe ona çok acımış. 'Zavallı kedicik. Çok aç olmalısın' demiş.
Kediyi kucağına alıp eve götürmüş. Ona yiyecek vermiş. Kedi karnını doyurduktan sonra ateşin önüne uzanıp mışıl mışıl uyumaya başlamış.
Her şeyin ötesinde kendiyle barışık bir rahatsızlık:
Onlardan iki tanesi geldi yan yana.
Yana yana kararmak ve savurmak havaya tozlarını:
Yukarı uzat kollarını, yıldızların yakalamak için sillesini,
Bulursun kendini. Sen, mahşeri mahşere savurursun:
Protest,
Adam daha derinlemesine düşünmeye başladı bugün, yani detayına girift bir mekanizmayı çalıştırdı -odasına göre daha içeri denilebilecek salonda televizyon karşısında oturup sigarasından ve light kolasından yudumlarken: Tek bir sıyrığı bile olmamış Atatürk, devlete millete zeval; tek bir hatası ise kendine olmuştu Savarona’da böbrek telaşı. Hoş böyle büyük insanlar böyledir ama okuduğu, şu an hatırladığı tüm diğer büyük insanlarda bazı büyük başkaca hatalar da vardı. Peki Atatürk nasıl böyle muazzam bir mucizeyi kendi bedeninde yeryüzüne sunmayı başarabilmişti? Misal Aristoteles’i düşündü, köleliği savunmuş denmemiş miydi? Einstein’ı düşününce, belki Ata’yla mukayese edilebilecek bir örnek oydu, çünkü atom bombası olayında bile formülün Nazilere geçmesine mani olmaya çok çalıştı ve başardı ama sonunda gene bir hükümetin eline geçti: Politika, denilen kötüdür. Çünkü insan-iç egosundan gelir: Hücredeki siyaseten yürütülen besi alış verişini denge altına almalı, aşamaları hücre duvarının bu yerlere getirdiği. Çünkü kendine gereklileri alıyor, gereksizleri ise defediyor –insan onuruna aykırı bir şey değil midir bu? Ama diğer yandan da düşündü adam ve dedi ki kendince: “kötü şeyleri alsaydı kendine, o zaman biz doğar mıydık vesaire? ”
(Beklice bu hatta, Big Bang’in ilk anlarındaki o olaya benziyor; yani antimadde neden üstün gelememiş de maddeye, madde geçmiş bir adım öne –doğal yoldan da elde edilemez ki antimadde. Ve beklice bu hatta, gene şuna mı benziyordu: hayvansal hücrelerin artık bitki hücrelerini yemeyi bırakışındaki arkaplan hikayesinin, bitki hücrelerini yemeyip de artık vücudun içine emip onların üzerinde bir efendice ama bir asalak olark, bir parazit gibi, onların hayat enerjisini emişindeki döngüye?) Evrende olmayan bir yerde bir şey olmalı ki, ama bu bir nokta olmalı çünkü evrende virgüller var. Varolan her şey devam ediyor ve varolmayan hatta: Sayısız pi mezon, graviton ya da gluon v.s. foton veya nötrino menşeili dolaşıp duruyor: içlerimizden geçiyor, bedensel içlerimizden; hem de her saniye değişen anlık tavırlarımız anlamında bir ‘iç’. Bu kütlesiz ya da kütlesizcesine kütleli bize sanal ya da bize maddi parçacıklar; bozunup anında, sonrasında hemen yeni uzuvlarını oluşturuyor. Protonun yarı ömrü ne uzun.
(Evet o nokta olmalı, bizi o noktada saklıyor olmalı, ölümümüzü, hayatımızı, her şeyimizi –bir tüm halinde: Moleküllerine ışınlanıp geri dönmek gibi o ışınlandığın bir başka yerde. Nokta ve evrenin dışında çünkü virgüle ihtiyaçlığı yoktur evrenle bağlanısı olan ama evrende olmayan bir an ya da mekanın. O nokta artık sabittir, ama yeryüzünden gönderilenleri korumak ve yeniden iyicil biçimiyle deşifre etmek, üretmek için onları.)
Odasına gittiğinde bunları kaleme almaktaydı bilgisayar başında. Şu, sabit rütuşlu üst bağ(ı) nazara alındığında, öne doğru sürgülü, hareketli, daha alt bir katmana sahip Mavi bilgisayar masasındaki kulplu bir bardağa gözü takıldı. Tıngırdıyor gibiydi, ama göz aldanması olmalıydı. Deprem falan Ankara’da pek görülmezdi, hem de böylesi. Demek sanal parçacıklar gerçekti ve ki şu sözünü ettiği hani; o nokta varsa, o nerdeydi? Sonra tekrar bardağa baktı ve bir kulplu beygir hayali gördü. Daha sonra da, kaçan bir merkep bir hayali. Bir karakaçan, karlar üzerine koşturdu, karı yardı ve içine girdi. Ve çiçekler çıktı (bu şekliyle): şu şekilde: hani şu jeneriklerde, müzik kliplerinde falan geçiveren şekliyle; hızlı tavrıyla yaşayışında bir şehir kasidesinin, belki destanının. Douglas Monroe’nun ‘Merlin - Kral Arthur’un Gizli Büyücüsü’nün Gizli 21 Dersi’ kitabındaki bir tarihsel hikayedeki o iki zibidi yine birbiriyle kılıç kalkanda, komikçe savaşıyor. Sonra sevgililerden biri, “sahi biz niye savaşıyoruz? ’ deme mecalini amasla değil gafletini açık zihniyle yoğurduğu yorgun savaşçı yüreğinde bulabiliyor. Karşısındaki de ona diyor: “Doğru, o halde savaşmayalım” Ve bir kavga daha böyle bitiyor. Sonra aklına bu düşünce gelmiş olan adam Merlin’e doğru yaklaşıyor ve Merlin ona doğru seçimi yaptıklarını duyuruyor. Bunu yüreğine onun fısıldıyor –yorgunluk gitsin kabilinden. Adamlara üzerlerindeki mavi giysilerini çıkartmalarını söylüyor. Dediğini yapıyorlar. Artık yenileri var. Yenileri, yeşil. Daha üst bir mertebeye atladılar ve bunu kendi seçimleriyle yaptılar. Merlin dağların ardına yürüyor bir kez daha, ta ki gözden kaybolana dek. Adam masasının başında irkilerek gündüz düşlerinden uyanıyor. Evet bu bir şehir destanı olabilir pekala, her ne kadar “’sıra dışıca belki’ iyi bir Pagan” doğada kotarılmış bir fani olsa da. Ama uykusunu açamadı ki, almadı da: Kafası düşüyor ve dalıyor gene. Aynı Merlin, buzlarda çıktı bu kez ortaya. Şaman baş büyücüleriyle mi, Göktürklerle mi ne bir antlaşma yapmış olabilir, eski inaçları Avalon sislerine gönderen zalim Hristiyan Roma’dan intikam almak için; tam seçemiyor adam. Ortam, sisli bir ortam. Buzlarda bir atın üstünde koşturuyor enginde, sınırsız bir ufka! Ama görüntü ne muazzam. Maab’in üstesinden nasıl geleceğini böyle düşünüyor, kötü kraliçe Maab’in –koşarak, düşünerek, atını yelelendirerek. Onu Maab, o yetiştirdi ama kendisinin istem dışı oldu bu. Aslında kahya Frigg yetiştirdi ya, onun hiyerarşideki üstü de Maab’di. Uzun boylu cüce Frigg kötü biriydi, ama sonra Maab’i bıraktı ve Merlin’le dost oldu –ona Nimue’sini geri verecekti. ‘Onun önceden kötü sonra iyi oluşundaki esrar perdesi, Nordik efsunlardaki kralların kralı tasvir edilen Odin’e kadar uzanıyor olamaz mı? ’ diye baloncuklar oluştu derken adamın kafasında. Çünkü Odin’in karısının adı da Frigg’di ve Odin’in suratı o kadar belli belirsiz resimlerde tasvir edilmişti ki, bu pekala o değinilen esrar perdesiyle bir eş uyum sergiliyor olabilirdi. Hem belki Nordik’teki, uzanıyordur Kelt’e. Neyse fazla karışmasındı bu olaylar, ama bebeğe uyku büyümesi için tabi gereklidir. Bundan mı düşen kafası kalkamıyor rüyasından.
GALILEO VE ENGİZİSYON
Hazırlayan: Ramazan Karakale
Galileo’nun Katolik Kilisesi ile çatışmasını başlatan ilk olay, 1632 yılında yayınlanan İki Dünya Sistemine İlişkin Diyalog adlı eseri olmuştu. O dönemde bilim dili Latince olmasına karşın bu kitap İtalyanca olarak ve oyun biçiminde yazılmıştı.; üstelik diyalog da sayılmazdı çünkü iki yerine üç kişi arasında geçiyor ve bu üç karakter durmaksızın tartışıyordu. Bunlardan biri olan Simplicio adındaki yaşlı adam Aristoteles öğretisini savunmakta ve bu nedenle diğer ikisi tarafından sürekli biçimde alaya alınmaktaydı. Sagredo adlı karakter Galileo’nun kendisi, üçüncü karakter ise Sagredo’nun söylediği her şeyi onaylayan bir dosttu Bu üç kişi arasında geçen tartışmaları eski astronomi ve fizik kavramlarının yanısıra dönemin felsefesini de çürütmek amacıyla kullanan Galileo buna karşılık Kopernikus sistemini savunuyor ve gözlemin yanısıra matematiksel kanıtlara dayanan teorilerin üstünlüğünü ileri sürüyordu. Galileo’nin Katolik Kilisesi içinde başta tanışıklıkları çok eskiyen dayanan Papa Sekizinci Urban olmak üzere çok güçlü dostları vardı, ama bunun yanı sıra Aristoteles öğretilene karşı çıkışları ve astronomi konusundaki devrimci görüşleri nedeni ile çok sayıda düşman da edinmişti. Bir söylenişe göre bunlardan biri Papa’nın kulağına kitapta modası geçmiş görüşlerinden dolayı alaya alınan yaşlı Simplicio’nun kendisini temsil ettiğini fısıldamış ve bu da Kilise açısından bardağı taşıran son damla olmuştu. En azından o zamana dek kendisini desteklemiş olan Papa’nın kitabın yayınlanmasını izleyen dönemde Galile’ye düşman kesildiğini ve engizisyon mahkemesince yargılanması emrini verdiğini biliyoruz.
….....
(Klüp kuracağız demişlerdi; (1)
kendileri, Gizli Yediler,
yada şu Afacan Beşlerdi.
Gizli Yediler, karda garaja giren
Ne Kadar keyifli bir şeydir, mahsul biçmek..
Ya büyüyüşünü izlemek, anne için, bir yavrunun?
Ne kadar coşku vericidir bir yapılan resim..
Ya da örgüsü, ‘verse’ bile olsa şekil ölçütü onun –
Şiir olması zorunluluğu sebepli - bir şiirin.
Gökler döner ya ‘yeraltına kazan-parmaklar’da,
'Mezar neresi? ' diye sordu
Yoldakilere,
Çizmeli Kuzgun
'Hangi mezar? ' diye ılıman yanıtladılar.
'Hani şu,
Bana tarif ettikleri...'
yeni tanımaya başladığım bi kimlik.. şiir başlıklarını ilginç buluyorum. konular da öyle.. edebi yorum yapmak istemiycem bi şair gibi geldi şimdilik bana. çünki edebi olmak amacıyla yazmıyor sanki.. derdi içini dökmek, derdi bilgileri ve ideallerini paylaşmak gibi geldi.. eh.. şimdilik bu kadar.. se ...
KARMAŞANIN ŞAİRİNE;
Yaşam pek çok farklı gibi görünen alanıyla bile birbiriyle ilintilidir. Senin pek çok farklı ürününde (şiir ve deneme yazılarında) bu bakışı kavrayabilen bir yerden ele aldığın, konuları böylesi bir mercekten bakarak gözden geçirdiğin, olguları birbirine katıp sonra yenid ...