Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Ve görünmeyeni zaten göremez ruh dışındaki gözler...
Bir perde indimi günün penceresine,
Işıklar yansa da,
Yanmıyor aşklar...
Ellerimde, aklımdan kelepçeler...
Ne yazılıyor, ne çiziliyor yaşam.
Anların bekçisi geçmişle bir yolculuk bu...
Nereye gittiğini senin bilmediğin...
Kumar masasına yatırılan hayallerin,
Duyguların adaleti olmaz,
Hissedilenlerin hesabına akıl ermediği gibi...
Aşkın tanımında ne bir sanat vardır,
Ne de sanatçıların hayal gücü...
Nasıl sevdiğimi bilemedim,
Oysa tam da vazgeçmiştim,
Yalnızlığımdan vazgeçmekten...
Tüm duygularımı asmıştım siluetimle,
Bir Hıristiyan’a yakışmayacak şekilde şarap ekmekten vazgeçmiştim...
Anlatılmaz yaşanır derler...
Vallahi ben hiç anlamadım?
Neredeyse ölecektim...
Azrail’in elinde kocaman bir orak
Ardımda gölgeler, düşümde sen vardın...
Neredeyse düşecektim...
Huzursuzluğunda kuruldu tüm cümleler;
Kelimelerin taşıyamadığı...
Sinirime sokulan her mum ışığı,
Rengini siyaha çaldı.
Küçük tekneler açılınca denize,
Bir güneş batar, diğerlerinden farklı;
Ufkun her yerde görünen yüzünden...
Sanki dalgalar sana yaslanmıştır.
Ve kuşlar,
“Doğumun kutsallığı bu isyana gerekli miydi? ”
Ve aynı kutsallığa bulaşmış olmanın ne kadarı elimizdeydi?
Bu sorulara;
Gece ile durulması beklenen iç savaşımızda, yanıt verilecekti...
Ta ki, aldığımız nefesler,
Duygularımızın nöbetçisi lejyonerler tarafından fark edilene kadar...
Zıt renklerin uyumunda buluşmuştu ellerimiz;
Duyguların sanallığından uzakta,
Aramıza hiç bir şey girmeden...
Dünyada neler oluyordu,
Bunu ikimizde umursamamıştık;
Öyle ki herkesin dünyası kendisineydi...
Geldin geleli;
Sanki kâğıtlar yetmezmiş gibi,
Camlara alelade yazılar yazıyorum...
Ne zaman dışarı baksam;
Duygularımı ve seni görüyorum...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!