akarda gider hayat
duraksız yolculuklar bitmez
dağlar cümbüş yeri
giden geri gelmez,
geri gelmez...
yürünülen yollara,
geçilen sokaklara
kar yağdı!
uçurumlaşan ulaşımlar,
zehir zemberek...
pusulara uğramış yollarımın
yarım yamalak yolculuklarında
bırakırken düşlerimi
soramadım unuttuğun gülümseyişleri...
damarlarımdan sızan kanı
Sürdüm yüreğimi
Uçsuz, bucaksız kentlere
Yalınayak doğdum
Yoksul, Anadolu köylerinde…
Yağmur oldum aktım
İshtar! gözlerine dokunamadığım bir akşam üstü hatırlat bana. koşup yakmalıyım karanlığını. çocukların seslerinde bir ışık ordusu kurmalıyım. ishtar! gözlerine yuva kursun evsiz turnalar, bakışlarına sığınsın uçurtmalar. sen Fatîmî kızı, sen çoban yıldızı, kalbimin soylu hırsızı şimdi nerdesin, nerde gülüşlerini sakladığın bacasız evler, kırlangıçsız tepeler... yokluğuna peşkeş çekilen sahte masallarla büyüyor bebekler, okul yollarında gözleri bağlanmış, silah ve savaşları ezberliyor çocuklar.
İshtar! ey sürmeli gözleriyle yüreğimi dağlayan esmer, ey yaşama sevinci, kutsal toprak, el değmemiş incelik; ruhum yorgun, ruhum bezgin, ruhum paramparça. acıyla bilenmiş ömür, umarsız bir yağma akşamı. gel kurtar İshtar, gel kurtar beni! ölümlü bedenimi sunmadan gece kuşlarına, avut kedere bulaşmış yüreğimi; avut İshtar, avut...
uzak köy akşamlarında evlerinin avlusunda yağmuru seyreden yırtık çoraplı çocuklar gibiyim. düşümde gece prenslerinin bağdaş kurduğu köy sofraları, düşümde anne eliyle hazırlanan sıcak çorba. düşümde diyorum İshtar, düşümde; nasıl anlatmalıyım, ölümsüzlüğünü ilan ettiğim düşümde.
kayıp bir kıtayım yeryüzüne düşmüş
kimliksiz girişlere tabi değilim
hükümsüz kafa kağıtlarında
elsiz ayaksız duvarlara yaslıyım
yavan ekmek içi,
paslı demir bardakta kireçli su,
dağ kokan gecede
dili olmayan hecede
keklik sesleri
at kişnemeleri
binbir bilmeceyle
büyürdü çocuklar
deli bir tarihe yazıyorum gözlerinin affına sığınarak
uğraksız yolculuklar değil biliyorum
yol yorgunu afet yeri yürek ülkem
gitmesem iyileşecekti heyelana bulanmış ömrüm
uğrasam değişecekti kimliksiz yazgım
şehir şehir gün be gün
kimi zaman demli bir çay kokusuna girer iki adam. kimi zaman Kürtçe zılgıttır, kimi zaman Kırgızca bir ağıt. acının dili olmuyor, hatta sorgulanmaya ihtiyaç dahi duymuyor. Mehmed Uzun, Cengiz Aytmatov... uzaklığa sığınmış, kaf dağıyla saklanmış iki farklı coğrafyanın, aynı acılarıyla büyümüş ozanları... harfleri ışık olsun, karanlığımıza... halkları, kavgaları, sözcükleri hep yaşasın, hep yaşasın...
Kürt sorununa dair onlarca, yüzlerce haber, yazı, görüntü yahut çözüm önerileri ile karşılaşıyoruz ki bunları ayıklamak, aralarından kimi doğruları seçip doğrularımıza katmak neredeyse imkansız hale geliyor. Neydi bu Kürt sorunu? Nasıl çözülebilirdi? Siyasi, ekonomik, kültürel, psikolojik, sosyolojik ve daha bilmem hangi etmenlere dayandırılarak hangi analizlerden yola çıkılabilirdi? Bunlar aslında deve de pire birkaç sorudan ibaretti.
Aslında mesele çokta karmaşık değil. Ya da öyle dolambaçlı sözlere gerekte yok. Kürt sorununun temeli yalnızca bir nedendir. O da Hakkarili bir çocuk ile Edirneli bir çocuğun birbirini tanımaması ve birbirini anlamamasıdır. Evet şimdi ülkenin başkentine gidiyoruz ve Hakkariden gelen Azad ile Edirneli Özgürün bir parktaki buluşmasına şahit oluyoruz.
Şimdi hayal dünyamızı genişletelim, bilincimize kuvvet diyelim. Azad ve Özgür hayata hangi pencereden bakıyor, hangi umutlarla büyüyor ve nasıl düşler peşinden koşuyor. İşte kritik olan bu üç sorudan Kürt sorununun ortaya çıkışı ve bu ortaya çıkışın sonuçları cevaplarını çıkarabiliriz.
Uzatmamak gerek. Uzatılan yazıların okunmadığını, okunmaya mecalsiz bıraktığını az çok tahmin ediyorum. Ama gayem şu, elimizi vicdanımıza koyalım ve Hakkarili Azad ile Edirneli Özgür’ün Ankara’da ki buluşmasındaki kritikleri kestirmeye çalışalım. Bu iki insanın ortak ve farklı özellikleri, yetişme biçimleri, kültürleri, çevreleri, sanata ve edebiyata bakışları, dinledikleri müzikleri, başlarından geçenler, beyinlerine empoze edilenler ve daha bir sürü olgunun oluşturduğu sonuçları bir bir düşünmeye çalışalım…
şair ile düşüncelerım şöyle yazdıgı şiirler hayatın içinde yasadıgımız olayları anlatıyor anlatım sekli ve şiirlerde okuyucuya duyguyu verebiliyo ulvi koçun şiirlerını okudunda siirlerde hayaller degilde gerçekler elen alınmış ve vurgunlanmıs yazdıgı şiirleri çok begendim ellerıne saglık umarım şii ...