1973 yazı, Temmuz ayında, Konya'nın Karapınar ilçesinde, kerpiç bir evde, sabah namazı vakti girerken, ay dönerken semaya yüzünü, güneşle beraber açmışım gündüze gözümü.
Hırçın ve kararlı bir bebeklik çağı. Sonu gelmeyen ihtiyaçlar, ardı arkası kesilmeyen ağlamalar ve babamın yeter artık, bu çocuğu dağlara atacağım isyanı.(Öyle olmuyor tabi)
Ardından çocukluk ve yaramazlık dönemi başlar, etraftakiler zekamın farkına varırlar. Daha 5 yaşımı bile doldurmadan kayıtsız başlanan ilkokulda birinci döneme birinci sınıfı, ikinci döneme ik ...
Dağlara varmak istiyorum, yemyeşil diyara,
Beyaz dorukların eteklerine oturmak
Ve sessizce ağlamak...
Derdim var, söylemek istiyorum
Yaprak döken, çiçek solduran rüzgara.
Es demek geliyor içimden delicesine
Yaradanın adıyla, ki O rahman ve rahimdir.
Habibi Muhammed Onun kulu ve elçisidir.
Ve âleme rahmet olsun hürmetine kün dedi O,
Galu belâdan kainata bir sayha serfiraz düştü,
Samanyolu deveranına binlerce ahter düştü,
Gökyüzüne cennet, yeryüzüne arusi cihan düştü.
Bu şehirde eşkıyalar yol keser, çift bozarmış yüz yıllar önce…
Çaldıran seferine giderken Yavuz, şikâyet etmiş halk onu görünce,
Halepli Mimar Celalettin cami, kervansaray, han, hamam yapmış Sultanın emrince.
Sultaniye demiş şehre rahata kavuşan halk, Sultanın yardımını görünce…
Killi, kumlu, çöl ortasında bahtsız bir kız gibidir şehir o zamanlar,
Azrail ölümün saçlarını yoluyordu,
Mikail papatya yaprakları koparıyordu bir bir,
Ve Cebrail son vahyi beklemede hazır ve nazır,
İsrafil kumu bitmiş kum saatine yıldızlar doldurmakta…
Benim bahçem can çekişmede,
kimseden yok bir zerre intizârım,
imanda haşa! olur mu inkisârım,
nefsim dünyaya uymuş, sürüklenmede,
ben zaten hep bendimden bizârım.
leblerim, yaradana inim inim inlemede,
bilirim kaderi ilâhi en büyük iftiharım,
Zaman, zaman içinde
İnsan ise; ne içinde zamanın, dışındadır ne de...
Zaman, yaralar açar, yaralar kapatır,
İnsan kapanmış bir zaman,
Ya da zaman yaralanmış bir insan.
Bu mektubu, sıcaklığınla ısınmamış bir odada,
Gülümsemenle aydınlanmamış bir gecede yazıyorum…
Cevaplanmamış soruların, unutulası yılların, geçmeyen dakikaların ve saatlerin acısıyla
Sana, yalnız sana yazıyorum.
Seni görmeyi arzulayan gözlerim, okşanmayı isteyen saçlarım hep seni arıyor.
Yalnızlıktır benim yerim, yatağım
Islak kaldırımlar olur batağım
Tenha mescitlerde başlar yakarışlarım
Ararsan beni
Elleri semada dualarda bulursun.
O zamanlar
Kaygılar bu kadar birikmezdi şehrin gecelerinde
Yaşamlar ikide bir hüzün duraklarına uğramaz
Güneşler köreltilmezdi taşlarla
Selamlar öyle duru, öyle berraktı ki
Bir yığın hesabın altında bükülmez
İstanbul…
Boğazında hülyalı sular insanı başka alemlere sürüklüyor.
Şiir yüklü sularının sessizliğinden, rüzgâr bir şeyler fısıldıyor,
Ne rüzgâr diniyor, ne sessizliğin esrarı…
Eminönü’nden kalkan vapur, buruk bir sevinçle uzaklaşıyor rıhtımdan.
Bir yandan, geride bıraktığı Sultan Ahmet’e el sallıyor ucunda asılı bayrak,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!