Pusulasını şaşırmış bir rüzgâr koptu birden
Esiyorken bize doğru sıcaklığını hissettik
Zaman durdu o vakit içimiz ısınarak
Bakışındaki günaha davet ederek beni
Anlamını şaşırmış bir cümle gibi geldi
Öfken kime ey nazlı yar
O başındaki kanlı mendil niye
Etrafındaki yüce dağlar mı?
Yoksa başlarındaki hiç bitmeyen karlar mı?
Ya da mevsimsiz yağan yağmurlar mı?
Seni bu kadar öfkelendiren
Bıçak sırtı yalnızlığıdır yaşanan ve yaşanılacak olan
Ucu açık soruların bitmez yorgunluğu
Ve yoğunluğudur insanı sersem sarhoşu eden
Camın kırılan yüzü misali yüreğim dağınık
Başıboş sözcükler ayıltmaya yetmiyor
Kendinden geçmişlikten beni
Bir damlaydı insan okyanusta
Bir kum tanesi çöl denizinde
Bir ağaçtı ormanda yalnız
Bir damla gözyaşıydı sebepsiz akan
Karanlıkta gökte parlayan yıldızdı
Yolcusuyum yine uzun yolların uykusuz
Her kavşağında ızdırap dolu yalnızlık
Ve karanlık yüzlü kalın duvarlar…
Bu duvarlar ki taşları özenle
Kesilmiş, seçilmiş…
Cevapları ömür tüketen sorular, sorunlar misali…
Geçmez zannetmiştim bugünleri
Günlük defterine düştüğüm notların
Kanadı kırık, boynu bükük
Yarınlar güler yüzlü olsalar da
Dünlerin anlam bulmadaki suskunlukları
İç acıtıyor, yürek burkuyor…
Soğuk bir odada üşüyen bedenimi ısıttım,
Odun yerine yalnızlığımı sobada yakarak...
Üzerinde anılarımı pişirdim içim acıyarak,
Taze bir kaçak çay demleyip uzandım yanına
Karanlık ve avare bir mart gecesinde…
Sıcak ve soğuk karanlık ve yalnızlık
Mektuplar yazmışım sana
İçine yıldızları koymuşum
Okurken gözlerin parlasın diye
Kendimi koydum mektubun içine
Sarılarak hasret gider diye
Kalemimi koydum mektubun içine
Ruhum yine sana emanet
O mavi bakan gözlerine
Alıp götürür sonu olmayan maviliklere
El atıp kapatsan da gözlerine
Bu sefer hayale alır ruhumu
Ve fırtınaya tutulmuş deniz gibi
Zaman gecenin karanlığında akıyor,
Dicle’nin durağan, duru akışı gibi…
Ulu dağların bakışı gibi zaman.
Ne hazin gülüş, sabah şafağının bu demin de
Hangi karanlık doğuruyor,
Hangi atmosfer armağan ediyor,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!