1-Homoseksüellik, gençlerin sadece cinsel hayatını değil, tüm yaşantısını ve tüm davranışlarını etkiler. Güçlü, sağlıklı, dayanıklı, kişilikli, yetenekli, vicdanlı gençler yerine, kişiliği bozulmuş, dayanıksız, aciz, korkak, akılsız gençler oluşur.
2-Homoseksüel erkeklerde gördüğümüz o basit tavırlar, sözde bir ‘kadın’ taklidine dayanan aciz, abartı tavırlar, onların kişiliklerini de büsbütün bozmaktadır. Kadınlar oldukça delikanlıyken, kadın taklidi yapan homoseksüeller cıvık hareketleriyle kendilerini değersiz kılmakta ve küçük düşürmektedir.
3-Bu tavırları gittikçe hayatının tümünü kaplar. Ve sonucunda, zorluklar karşısında dayanıksız, kızlardan daha da güçsüz, her durumdan şikayetçi, hoşnutsuz, bağıran, ağlayan, yardıma muhtaç, korkak, değersiz bireyler oluşur. Bir erkek ve bir kız hiçbir şekilde bu durumu kendine yakıştırmamalıdır.
4-Her kız ve erkek, zorluklar karşısında güçlü, dayanıklı, delikanlı, sapasağlam, akıllı, ne yapması gerektiğini bilen, çözüm üretebilen, olayları hızlıca kavrayabilen, sağlıklı bireyler olmalıdırlar. Her durumda bağırarak, ağlayarak, üzülerek zor durumlardan sıyrılarak kaçan, kaypak karakteri ve çocuksu acizliğiyle rezil bir hayat yaşayan homoseksüellere hiçbir şekilde özenmemelidirler. Küçük çocuklara da sıçrayan bu bela derhal önlenmelidir.
5-Homoseksüeller, hayatı eğlenceden ve soytarılıktan ibaret sanırlar; hayatın gerçeklerini düşünmez, şımarıklığıyla çileye sabredemez, yardıma ihtiyacı olan insanları anlamaz. Zor durumlarda ne yapabileceğini bilemez, fazla yoğun duygu durumları yaşarlar.
6-Güçlü olmayı bilemediğinden, hayat boyu sürünerek yaşarlar. Bu durum insanların ondan iğrenmesine, onu değersiz görmesine ve ona gülmesine sebep olur. Kendi tavırlarının doğruluğundan emin olduğu için kendisini dışarıdan göremeyecek kadar akılsızdırlar. Bu yüzden bu tavırlarını değiştirmeye gerek görmezler.
Namaz kılmak için abdestli olmak gerekir. Yüzler yıkanır , eller dirseklere kadar yıkanır , başlar ve ayaklar meshedilir. Abdesti bozan şeylerse sadece cinsel ilişkide bulunmak ve tuvalet ihtiyacını gidermektir. Gaz kaçırmak , kanamak , kadınlarla tokalaşmak ve kadının adet görmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz. Zira Kur’an'da Maide süresinin 6. Ayetinde abdest ve niçin alınması gerektiği geçmektedir. Yine aynı ayette abdestin nasıl alınması gerektiği şöyle anlatılmaktadır :
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
Ey iman edenler ! Namaza kalkacağınız zaman yüzünüzü , ellerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın başınızı meshedin ve bileklere kadar ayaklarınızıda (meshedin). Eğer cünüpseniz temizlenin; eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz. (Maide Suresi, 6) Yani eller dirseklere kadar yıkanır, baş ve ayaklar meshedilir bunun haricinde kalanlarsa teferruat olup yapılmasında bir sakınca olmadığı gibi yapılmamasında da bir sakınca yoktur. Ama su bulunmazsa , namaza zihinsel olarak hazırlanmak için temiz bir zemine dokunularak yüzler ve eller meshedilir. Zaten her ne kadar gelenekselci kardeşlerimiz inkâr ediyor olsalarda maliki mezhebide abdest için ayakları yıkamayıp meshetmektedir. Bu durumda ayaklar abdestte yıkanır demeleri durumunda maliki mezhebini ve İmam Maliki'de eğer gerçekten öyle düşünüyorlarsa kâfir ilan etmeleri gerekir. Aksi takdirde bu durum samimiyetten uzak kalmak anlamını teşkil eder.
Gusüle gelince Kur'an'da iki sûrede cünüpken ne yapılması gerektiği belirtilmektedir. Bunlardan birisi yukarıda değinmiş olduğumuz Maide Sûresi 6. ayetinde geçen "tahare" yani temizlenmek diğeriyse Nisa Sûresi'nde geçen "gasale" yani "yıkanmak"tır. Bunlardan anlaşıldığı üzere gelenekçilerin bildiğinin aksine güsül abdesti diye bir şey olmayıp bu duş almaktır.
Ekber kıyaslama sıfatı olup “Ekber: kelimesi ve benzerlerine Arapça’da ismi dafdil denilmektedir. Yani “ekber” kebirin ismi dafdili olup ismi dafdilin temel kuralıysa aynı türdeş veya benzer “”en az iki şey gerekmektedir”. Mesela büyük daha büyük , uzun daha uzun gibi örnekler verilebilir . ”Ekber” ismi dafdiline Kur’an’da 22 ayette 24 kez rastlanmakla beraber hiçbirinde Allah için kullanmak bir yana ima bile edilmemektedir. Çünkü büyük sıfatı / ismi tam olarak 99 isminden biri olan El-Kebir’dir Bunun sebebiyse Allah'la kıyaslanabilecek başka hiçbir canlı cansız ve ilah bulunmamasındandır. Allah kendisini kebir gören bir varlıktan söz etmekle beraber büyüklendi, kibirlendi demektedir. O varlıksa birçok ayette dikkat çekilmekte olan , apaçık düşman olan şeytandır. Şeytan bende öğüt verenim deyip ilahlık iddiasında bulunmuş ancak Allah’tan korktuğu için Allah’ı ekber olarak görmüştür. Şirk dünyasının kalbindeki gizli ilah şeytandır. Şeytanda bu sloganı onlara benimsetmiştir.
Kebirle ilgili olaraksa Kur’an’da şu ayetler dikkatimizi çekmektedir. Nisa suresi 34. Ayetinde ” Allah çok yücedir, büyüktür.” Denilmektedir.
Hac suresi 62. Ayetinde Muhakkak ki , Allah Aliyy’dir, Kebirdir.”
En büyük demek başka büyükler var demektirki Allah’tan başka büyük yoktur.
Allah Kur’an’da kıyas yapılan yerlerde ekber kelimesini kullanmaktadır. Bunlardan biriside Nahl suresi 41. ayet olup ayette söyle geçmektedir. ” Ahiretin ödülü, mutlaka daha büyüktür.”
Bende bu noktaya iman ettikten sonra namaza dururken Allahu ekber demiyorum. Yani Allah en büyüktür demiyorum. Allahu Kebir yani Allah Büyüktür diyorum. Zaten Allah İsra suresi 110. ayetinde şöyle demektedir. ” De ki : ” İster Allah diye yakarın , ister Rahman diye yakarın. Hangisiyle yakarsanız yakarın , en güzel isimler O’nundur. Namazında sesini yükseltme , kısma da . İkisi ortası bir yol tut. ”
ALLAH'ın dışında edindikleri velilerin örneği, bir ev edinen dişi örümceğin örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en çürüğü (en az güvenilir olanı) dişi örümceğin evidir, keşke bilselerdi.(Ankebut Sûresi 41. ayet)
Ayette “ankebut” kelimesi ile dişi örümcek kastedilmektedir. Ayetteki “ittehazet” (edinme) fiilinin dişiliğe göre yapılması da bunu gösterir(Arapçada erkek ve dişi çekimleri farklıdır).
Ne yazık ki, çevirmenlerin bir kısmı ayetteki bu ayrıntıya özen göstermemişler, “dişi örümcek” yerine ayeti sadece “örümcek” diye çevirmişlerdir.
Hayvanlar üzerine yapılan araştırmalarda örümcekler ile ilgili çok ilginç saptamalar yapıldı. Öncelikle, örümceklerde evi yapanlar (ağ örenler) genelde dişilerdir; erkekler genç yaşlarda ağ örseler de ilerleyen yaşlarda ağ örme işi tamamen dişilere kalır.
Ayrıca örümcekler üzerine çalışmalar, Kur’ân’da, “evlerin en güvenilmezi” olarak neden özellikle dişi örümceğin evinin gösterildiğini de ortaya koymaktadır. Dişi örümcek, cinsel ilişkiye girdikten sonra kendi erkeğini de yemektedir. Bu yüzden dişi örümceğin evi bırakın başkalarını, kendi erkeği için bile güvenilmezdir.
Canlı türleri genelde evlerini; sıcaktan, soğuktan, düşmanlardan ve her türlü zarardan korunmak için inşa ederler. Oysa örümcek evini; yok etmek, zarar vermek, evine yanlışlıkla uğrayanları yemek için inşa eder. Bu yüzden evlerin en güvenilmezi, örümceğin evidir. Eğer, erkek örümcek cinsel ilişkiden sonra kaçmayı başarabilen ender şanslı erkeklerden değilse, dişisinin evi kendi mezarı olacaktır.
Azrail kelimesi ayıran , bir şeyi bir şeyden çekip alan manasında İbranice’den Arapça’ya geçmiş bir kelimedir. Kur’an ve hadislerde Azrail kelimesi kullanılmamaktadır. Kur’anda şöyle buyrulur: ”
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
O kulları üzerinde egemendir ve üzerinize koruyucu melekler gönderir. Sizden birine ölüm geldiği zaman elçilerimiz onun canını hiç vakit geçirmeden alırlar. (6/61) Ayette insanların ölümü geldiği zaman meleklerin kişinin canını hiç vakit geçirmeden aldığı belirtilmektedir. Demek ki Azrail adında bir tek meleğin bu işle görevli olduğu inancı bir bidattır. Ayrıca Kur’an’da Muhammed sûresi 27. Ayetinde şöyle denilmektedir: Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alacakları zaman, bakalım nasıl olacak?(Muhammed Sûresi 27. ayet) Dikkat edilirse melekler denilmiş bu kelimeler açık ve net bir şekilde tek bir can alıcının olmadığını aksine birden fazla can alıcının olduğunu ispat etmektedir. Nebimiz Musa'nın canını almaya meleğin gelipte Nebimiz Musa'nın ona tokat atması hadisine gelince o hadis yalandır. Ama yinede birileri kalkıp o hadiste Azrail geçiyor demesin diye hadisi yazalım.
"Ölüm meleği Musa‘ya ruhunu alması için gönderilir. Musa, melekul mevt’e tokat atıp bir gözünü çıkarır. Melekul mevt Rabbine dönerek: “Beni öyle bir kula gönderdin ki, ölümü istemiyor" der Allah O’na gözünü iade eder."(Sahihi Buhari 2/113, 4/191, Sahihi Müslim 4/1843)
Dikkat edilirse bu hadiste bile Azrail geçmemektedir. Ayrıca bir nebi canını almaya gelen bir meleğe tokat atmaz. Çünkü o nebide bilir ki gerçekte canı alan Allah'tır ve meleklerin göreviyse dünya hayatı sona erenlere dünya hayatının sona erdiğini söylemektir. Kişi müminse canı alacak olan melekler selam vererek güzel bir şekilde dünya hayatlarının sona erdiğini söylerler. Zira ayette şöyle geçmektedir:
Vusta kelimesi hayırlı, üstün, faziletli, adaletli gibi anlamlara gelmekte olup Bakara Suresi 238. ayetinde geçen salâtı vusta'dan kastedilen "cuma salâtı" yani Cuma Namazı olup diğer namazlara göre daha önemli olması sebebiyle daha hayırlı ve daha üstün olarak nitelendirilmiştir. Vusta kelimesine her ne kadar "orta" anlamı veriliyor olsada bu mesafe veya zaman olarak iki şeyin ortasını ifade etmekten ziyade bir şeyin en önemli, en güzel, en yararlı veya en üstün olan yerini , bölgesini ifade etmektedir. Cuma kelimesiyse "toplanma" anlamındaki CMA kökünden gelmektedir. Ben bir Kürt'üm biz Kürtler Kur'an okuduğumuz zaman cuma şeklinde değil Cumua şeklinde okumaktayız. Bizim okumamız Âsım ve Hicazlı dil bilimcilere göredir. Cuma şeklinde okumaksa Kayloğulları lehçesine göredir. Yevmu'l Cuma tamlamasında yevm gün ve cem toplanma kelimelerinden oluştuğundan Türkçe'deki karşılığı toplantı günü demektir. Araplarda haftanın günleri şöyleydi:
Evvel(Pazar), Ehven( Pazartesi), Cubâr( Salı), Dubâr (Çarşamba), Mûnis (Perşembe), Aruba (Cuma), Siyâr (Cumartesi)
Arapların Aruba dedikleri gün sonradan yevmu'l cumu'a yani toplantı günü olarak değiştirilmiştir. Fakat bunu yapan kişinin kimliği hakkında elimizde kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Fakat bununla beraber bazıları bunu, Daru'n Nedve'de toplantı için Kureyş'in bazılarıda Nebimiz Muhammed'in atalarından Kab bin Lüey'in değiştirdiğini iddia etmektedir. Bakara Suresi'ndeki salâtu'l vusta muarref yani belirtili bir sıfat tamlaması olup bir başka ifadeyle sıfat ve mevsim, lam-ı tarifli olup nekre yani belgisiz değildir. Yani özel isim konumunda olup herkesin bildiği bir salâttır. Yine ayetteki salâtları ve salâtı vustayı koruyun ifadesinde iki tane meful yani belirtili nesne bulunduğundan salâtu'l vusta'nın bildiğimiz salâtlardan ayrı başka bir salât olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden salâtu'l vusta'nın günlük salâtlardan birisi olduğunu kabul etmek hatadır. Tarihi kayıtlarda geçtiği üzere Nebimiz Muhammed, ilk toplantı namazını Ranuna denilen Salim İbn Avf mescidinde kılmıştır. Müslümanlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar toplanır; cuma yani toplantı namazını kılarlar. Cuma gününü Allah tespit etmemiş olup ilk Cuma namazını Medineli Müslümanlar içerisinde bulundukları şartları dikkate alarak Araplarda hafta pazardan başladığından Araplara göre 6. gün bize göreyse 5. gün toplantı namazını kılmışlardır. Ve o günden bugüne bu uygulama devam edip gelmiştir. Bizlerde haftanın başka bir gününde ve başka bir saatinde bulunduğumuz koşulları değerlendirerek Cuma Salâtını kılabiliriz. Şimdide gelenekçi kardeşlerimizinde içleri rahat etsin diye birkaç hadis paylaşayım.
İbn Sîrîn şöyle dedi:
— Medîneliler Nebi Muhammed Medîne’ye gelmeden ve cum‘a (farzı) inmeden önce cum‘a için toplandılar. Bu güne cum‘a adını verenler de onlardır. Şöyle ki: Onlar dediler ki: “Yahudilerin yedi günde bir araya gelip toplandıkları bir günleri vardır: Cum‘artesi; Hristiyanların da böyle bir günleri vardır: Pazar. Gelin biz de kendimiz için bir araya gelip toplanacağımız, Allah’ı anıp namaz kılacağımız ve birtakım hatırlatmalarda bulunacağımız bir gün kararlaştıralım”dediler, ya da buna benzer sözler söylediler. Yine dediler ki: “Cum‘artesi yahudilerin, Pazar Hristiyanların günüdür; siz de bu günü Arube günü olarak tesbit ediniz. Bunun üzerine (Ebû Umâme künyeli) Es‘ad b. Zurâre’nin etrafında toplandılar. O da o gün onlara iki rekât namaz kıldırdı, onlara öğüt verdi. Bir araya gelip toplandıkları vakit, bugüne “cum‘a” adını verdiler. Es‘ad onlara bir koyun kesti, sayıca az oldukları için öğlen ve akşam onu yediler. İşte İslâm târihindeki ilk cum‘a budur.
Derim ki: İleride de geleceği üzere rivâyet edildiğine göre o vakit 12 kişi idiler. Yine bu rivâyette belirtildiğine göre onları bir araya toplayıp onlara namaz kıldıran kişi Es‘ad b. Zurâre’dir. Abdu’r-Rahmân b. Ka‘b b. Mâlik’in babası Ka‘b’dan rivâyet ettiği hadiste de –geleceği üzere– böyledir.
Dabbe ’debb eden yani hareketli , canlı bir varlıktır. Dabbe, yerden topraktan mamuldür. Dabbe konuşan ve belli bir mesaj veren bir şey yada varlıktır ve bu konuşması tüm insanlara ve insanlığa yöneliktir.
“Dabbe” kelimesi Kur’an’da ondört defa geçmekte ve bu kelimenin çoğulu olan ” devâbb” ise dört defa kullanılmaktadır. Birkaç örneğine bakalım.
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
” Her canlının ( dâbbenin) dizgini Allah’ın elindedir. ” ( Hud suresi 11/56) ” Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların ( her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir. ” ( Hud suresi 11/6) Neml suresinin 82. Ayetinde bahsedilen dabbeyse söyle geçmektedir. ” O söz başlarına geldiği zaman , onlara yerden bir dabbe çıkarırız; o da , insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler. ( Neml suresi 82. Ayet) Ayete göre , arzdan çıkacak olan bu dâbbe insanlarla konuşacak, onların ilahi ayetlere tam inanmadıklarını kendilerine söyleyecektir. Yani dabbe bir şahıstır. Şimdide gelenekçilerde kabullensin diye hadise bakalım hadiste söyle geçmektedir: Dabbe , yanında Musa'nın asası ve Süleyman’nın mührü olduğu halde çıkar. Mü’minin yüzünü asa ile parlatacak kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak o zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mümin kâfir belli olacaktır.(Ahmed b. Hanbel ,Müsned 2,91)
Mehdiye gelince Mehdi ile Mesih aynı anlamdadır. Yani Nebilerde Mehdidir. Zira Mehdi'nin anlamı hidayete eren, hidayete erdiren, kutsanmış, kurtarıcı ve bir görevi yapar hâle gelmiş demektir. Aslında Mehdi Sabbiilik dininden İslam dinine geçmiş bir kelimedir. Fakat Müslümanlar sadece hidayete eren ve hidayete erdiren anlamını kabul etmişlerdir. Mesih sadece İsa Mesih'e ait bir lakap değildir. Tevrat'a bakan birisi bunu anlar. Fakat zamanla onunla tanınır olmuştur. Kıyamete kadar daima bir hidayet edici yani doğru yolu gösterici gelecek fakat nebi gelmeyecek gelecek kişi hem mehdi (hidayet edici), hem Resul (elçi) hemde dabbe olacaktır. Nebiler hem nebi, hem resul, hem mehdi, hemde dabbedir. Fakat son nebi Nebimiz Muhammed olduğundan gelecek kişi hem mehdi, hem resul , hemde dabbe olacaktır. Yine Kur'an'da bir hidayet edicinin geleceği şöyle geçmektedir:
Ne yazıkki bizler geleneklerimize o kadar tabi olmuşuzki dinimize giren hurafeleri bile dinden zanneder bir hale gelmişiz. Vede bunları hiç birimiz sorgulamadan şirke bulaşmışız.
Aşağıda verdiklerimin tamamı hurafe olup İslam’da bunların yeri yoktur.
– Ateşe su dökülürse cin çarpar, yiyeceklerin ağzı kapatılmadığında gece onlardan cinlerin yediği anlayışı,
– Burçların insan karakterine etkili olduğu inancı,
– Türbe, yatır gibi yerlerden medet ummak. Bir yatırın mezar taşına mum yakıp, dilek tutmak,
– Sünnet olan çocuğun acısının azalacağına inanılarak sünnet olma anında annesi ve diğer hanımlar tarafından oklava çevirmek,
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
“Andolsun, biz bu Kur'an'da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik. “ (Zümer Suresi 27. Ayet)
İnsan psikolojisi, siyaset, biyoloji, astronomi, sosyoloji, fıkıh… Kur’an, insanın düşünce hayatının her alanını kapsayacak temel bilgileri sinesinde barındırır ve insana her konuda yol gösterir. Düşünmek içinse anlamak gerekir. İnsan, kelimelerle düşünür; kelime haznesi kadar düşünür. İnsan, anlamını bilmediği kelimelerle düşünemez. Okuduğu ama anlamadığı kelimeler ve harfler düşünce dünyasını aydınlatmaz. Kur’an ayetleri, üzerinde düşünülmesi, öğüt alınması için Nebimiz Muhammed'e vahyedilmiştir.
Yüzlerce yıldır; âllim, evliya, mürşid bilinen müşrikler, kendilerine tabi olan insanlara Kur’an ile öğüt verdiler mi ve sevenlerini Kur’an ayetleriyle ıslah ettiler mi ve talebelerine, Kur’an ayetleri üzerinde düşünmeyi öğrettiler ve öğütlediler mi?
Sadece bu ayet bile, İslam tarihi üzerinde düşündüğümüz zaman bize öğretilenlerin doğru olmadığını gösterir.
Hak; İnkârı mümkün olmayacak kesinlikte gerçek (sâbit) olan şeydir. Hak kelimesi, “varlığı kesin olan, mutlak gerçek, hikmete uygun olarak icat eden” anlamlarından dolayı aynı zamanda Allah’ın bir ismi veya sıfatıdır. Hak, vahiy kaynaklı bilgi ve değerler; batıl ise, beşer zihninin mahsulü, vahiyle çelişen bilgi ve değerlerdir. Hak, kaynağını vahiyden alır. Zira çağa, toplumlara, kültürlere, bireye göre değişmez doğruları, sabit evrensel değerleri, inançları sadece Allah belirleyebilir, bilebilir ve Allah hükmedebilir. Beşer, Allah bildirmediği sürece neyin hak neyin batıl olduğunu bilemez.
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
“Dediler ki: 'Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.'” (Bakara Suresi 32. Ayet)
Gelenekçi inanç ekolleri Kur’an’ın yeterliliğini kabul etmeyip uydurma hadislerle dinî meseleleri açıklamaya çalıştıklarından hükümleri her zaman ve her konuda batıl olmuştur. Hak konusu da bunlardan biridir. Vahyin yeterliliğini kabul etmeyenler hak içtihatta bulanamazlar.
Beşer, Allah’a karşı sorumludur; yaşadığı hayatın hesabını da sadece Allah’a verecektir. İnsanı Allah yaratmış ve nasıl yaşaması gerektiğini, farzları, haramları ve helalleri vahiyle bildirmiştir. Eğer, Allah’ın koyduğu sınırları aşarsanız, Allah’a karşı olan sorumluluğunuzu yerine getirmemiş ve günah işlemiş olursunuz. Günahları da sadece ve sadece Allah bağışlar.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!