Biraz önce neydi o fırtına? Toz duman? Neydi o hiddet, o kızgınlık? Peki ya şimdiki rahmet? Toprağın susayan bağrına damla damla dökülen rahmet? Rabbim, her şeyi ne güzel yaratmışsın. Ne güzel bir düzen kurmuşsun. Yerden göğe yükselen buhar, nasıl yağmur olup geri dökülüyor? Geri dökülüyor da büyümek, boy atmak için gökten rahmet bekleyen, bağrı yanık buğdayların, ciğeri susuz çiçeklerin, meyvelerin yüreklerindeki ateşi söndürüyor? Peki ya bu kadar düzen, tertip kimin için? Bizim için değil mi? O eşref-i mahlûkat olan insan için. Bütün bitkiler, hayvanlar ve sair mahlûkat ve tüm yeryüzü bizim hizmetimiz de değil mi? Bu kadar nimet, lütuf ve ihsan bize verilmiş. Kim vermiş?
Halk-ı Zül-Celal olan, Rahman ve Rahim olan, Rezzak sıfatını taşıyan Hak Teala. Peki, hani teşekkür ey insanoğlu? Hapşırdığın zaman çok yaşa diyene teşekkür ediyorsun da bu kadar nimeti ve lütfu veren Rabbine teşekkür etmek sana zor mu geliyor?
Aman ha! Dur! Zannetmeki onun, senin teşekkürüne ihtiyacı var. Hâşâ. Katiyen. Fakat iyi düşün Müslüman. Ey akıl ve mantık sahibi geçinen kişi. Yarın bunun hesabı sorulduğu zaman, başını önüne eğip, suçlu çıkma. Bak bugün sağsın, sıhhatlisin, gücün kuvvetin yerinde. Vaktinde bol. Kalk bakalım hadi. İşte er meydanı. İşte şimdi namaz vakti, ibadet vakti. İş işten geçmiş değil. Henüz fırsat elde, Azrail henüz canını ten kafesinden almış değil. Yaradılışın gerçek gayesine er bakalım. Seni yaratanı bil, huzurunda başını yere koy, yüzünü topraklara sür, o kör olası nefsini cihat meydanında, sabır silahıyla yere ser. Şükret, hamd et seni yaratan o yüce mevlaya. Sonrada aç avucunu semaya. Bak yağmur kesildi. Gökyüzünde ince bir hilal arz-ı endam etti. Yeryüzü tertemiz oldu. Yıkandı. Eğer nefsini yendiysen göz pınarlarından aşağı iki damla gözyaşı yuvarlayabildiysen, gönlündeki kiri pası yıkadın demektir. Aç avucunu semaya. İste, dile; rahmeti, nimeti bol mevladan. Af iste, rahmet iste, merhamet iste. Korkma, haznesinde boldur onun her isteyene verir. Kerem sahibidir, geri çevirmez. Hem, başka kapımız yok ki bizim, yok ki gidecek başka yerimiz, sığınağımız. Yine o kapıya gideceğiz, yine ondan dileyeceğiz.
Hazreti Yusuf’u kuyudan kurtarıp Mısıra Sultan yapmadı mı,?
Hazreti Musa’yı denizden geçirip,Firavun’nu Kızıl Denize kapatmadı mı,?
Hazreti İbrahim’e yakıcı ateşi, güllük gülüstanlik yapmadı mı,•?
Yine efkarlandı bu deli gönül
Derdine bir çare bulamaz oldum
Ölçülmez onunla ne gül, ne sümbül
O yari aklımdan silemez oldum
Acep var mı bilmem benden haberi
Dedim: Güzel sana yandım
Dedi: Sanma, sana kandım
Dedim: Ben nasıl aldandım?
Dedi: Aldanmasa idin
Dedim: Ne inat edersin
Şubat ayı geçecek
Cemreler tükenecek
Çayırlar yeşerecek
Askerlik bitmek için
Mart bir, onbeş olacak
Allah insanları niye yaratmış
Kimini güldürmüş, kimin ağlatmış
Bu hayat geçici, dünya yalanmış
Bâki olan Allah, bilmek istersen
Üzme sen canını dünya çok küçük
Aşk bir hastalıktır; bulaşıcı bir hastalık. Fakat diğer sârî hastalıkların aksine hastadan sağlama değil de sağlamdan hastaya sirayet eder. Çünkü aşkın mikropları, diğer mikroplar gibi, ne karanlık, rutubetli köşelerde yaşar, ne de verem mikrobu gibi hastanın ciğerlerinde dolaşır. Aksine aşkın mikrobu güneşli, cıvıl cıvıl bahar havalarında harekete geçer ve aşk denilen o tatlı hastalığı sağlam insana aşılayarak onu kısa bir an içinde, o kadar kısa ki bir göz göze geliş anı kadar kısa bir an içinde hasta eder, velhasıl âşık eder, yaralar. Aşkın, bu taa kalbin en derin köşelerine kadar girerek insanı bir anda hasta eden, yakalayan mikrobu sevgilinin ta kendisidir. Burada sevgiliyi mikroba benzetmek bazı kimselere abes gelebilir ama unutmamalı ki, zararlıları yanında insana pek çok faydaları olan mikroplar da vardır.
Gelelim, aşk denilen bu hastalığın çaresine. Bildiğimiz gibi bir hastalıktan kurtulmak için ya onun mikrobundan baştan uzak durmalı veya o mikropla mücadele etmelidir. Aşkın mikrobundan ise ilk anda kurtulmak mümkün değildir. Çünkü aniden karşımıza çıkar. Ancak ondan kurtulmak için – zor bir çare de olsa – ondan uzaklaşmak gerekir. Buna dilimizde gurbete çıkmak denir. Gurbete çıkarak sevdadan kurtulmak isteyen kişinin gayesi sevgiliyi unutmak, kalbe giren o mikrobun yaptığı hasarı tamir etmektir. Bu yol insanı her zaman kurtuluşa götüren bir çare değildir. Bilakis bazen aksi tesir yaptığı da görülmüştür. Şöyle ki mikrobun kalpte yaptığı tahribat git gide büyür ve bütün kalbi, yavaş yavaş da bütün vücudu sarar, insanı mecnun eder. Bu ise artık kurtuluşu olmayan bir vaziyettir.
Aşk hastalarına tavsiye edeceğimiz ikinci halâs yolu hastalığı meydana getiren sebebin üstüne gitmektir. Yani mikrobu tecrit etmektir. Buna ise VUSLAT denir ki aşk denilen hastalığın mikrobundan kurtulmanın en emin ve en müessir yolu budur.
(TOKAT- 18.1.1976)
Çocuk olsam bu akşam şu salıncağa binsem
Çıksam ta tepesine kayıncaklardan insem
Dönsem atlıkarıncada sabahlara kadar
Unutsam dertlerimi, tasa nedir bilmesem
Yürüsem yağmurlarda ıslansam sırılsıklam
Yaylasında kuzuları yayılır
Kuş sesleri ovalara dağılır
Akşam olur koyun keçi sağılır
İlçeler içinde birsin Başçiftlik
Başkanı var, gayretli mi gayretli
Dudağın şekerdir, bal mıdır sözün
Asma suratını, hep gülsün yüzün
Yaprağın dökse de ağaçlar güzün
Ardından yemyeşil bahar geliyor
Gurbete gidenler dönecek bir gün
Gariptir sabahlar tıpkı benim gibi
Bir günün içinde sabahlar garip.
Demeyin: Olur mu sabahlar garip?
Değil mi kalabalıkta bu fakir garip?
Sabah, yeni bir günün doğuşu,
Merhaba,
Rüzgarlı Sinop'u Nükleer Sinop'a dönüştürmek isteyenler var. Güzel şiirinizin anlamının sürekli kalması kalması için 'RÜZGARLI SİNOP' tan yana kalın.
Dost selamlarıyla.