Aşk sanılan kapıdaki misafir
Sana rağmense senden ziyadedir.
Boğazına takılan gam düğümü
Nicesini boğan o viranedir.
Sol yanına narla vurulan mühür
Gömleğin ütülü, askıda
Çorapların çekmecede sağda
Takım elbisenin yerini biliyorsun.
Ben gidiyorum...
Banyo, tuvalet tertemiz
Bir gün, öyle çok sevecek
Ve öyle çok sevileceksin ki
Yıldızlar, ulaşılacak en yakın liman
Sonsuz enginler yoldaşın olacak...
Uzak iklimlerde üşümeyecek ellerin
Güneşe bulanacak o nazlı yüreğin.
Beni şaşırtıyorsun birtanem...
Bazen –hani şimdiki gibi-
bir laf ediyorsun.
Her kelimesinin harı yakıyor içimi
Yaralı gönlünde vurgunun demleri
İşte o, değişmemiş, aynı diyorum.
Rüzgar hırçın ellerinin
Tırnağını batırdı.
Al mintanın ar düğmesi
Dağa taşa saçıldı.
Hasretle gözlenen vaha
Yalan dolan ve riyayla dopdolu
Çıkmaz bir sokakta şu insanoğlu.
Ancak ilk durakta inen o yolcu
Bulacak karanlık yolun sonunu...
Her köşede ince hesap dizboyu
Sıranı savma, tendeki can gündeliktir.
Aydınlık meyiyle sarhoş ol, tazeliktir.
Yavana kanma, git hülyaları biriktir.
Sırrın gergefinde işlensin bal kız...
Arıya kızma, emeği şifada gizlidir.
Yağız atın terkisine vur da git
Deli gönlün zincirini kır da git
Yıkılmışsa köprüleri kur da git
İnce dalda karanfil bekler seni...
(10 Nisan 2002)
Burcu toprak, saçı yaprak bir kızım
Miladım sonbahar diye belki
Denize düştüğüm an karasızlık
Gurbete gidince Ankara'sızlık korkutur beni.
Bu kent öğretti bana sevmeyi...
Sonbahar çocuğuyum ben
Hüzün mevsiminin ilk ayında gelmişim dünyaya.
Saçlarım düşen yapraklardan almış rengini
Gözlerim ise yeşile elveda,
Sarıya merhaba diyen çimenlerden.
Belki de bundandır bakışlarımın donukluğu
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!