Gittin...
Ardına bile bakmadan,
sorgu sual, hesap bile sormadan.
Hiç bitmeyeceğini düşünürken,
ve hiç kopmamak isterken senden;
Cami avlusuna piç bırakır gibi gittin.
Saçlarına neden kar yağdı gül?
kırağımı değdi yoksa,
karlı kış ayazında,
kömür karası saçlarına…
Yoksa tipiyle mi taradın?
onların her birini tek tek...
Çıkıyorum;
hiç giremediğim hayatından...
Hoşçakal papatya gözlüm!
Seni ve sınırlarından içeriye
koymadığın ülkeni,
bir daha girmemecesine
Sonu gelir birgün bu kancık dünyanın,
Her şey yok olur; kahkahalar, naralar.
Kısık sesle sende yok olur gidersinde,
Senden geriye öfken, birde ahın kalır.
Vakitsizdir ayrılıklar, ansızın gelir,
Gökyüzüne yükselir ellerim,
Uzanıp huzura
Bir parça indirmek için..
Güneş saklandığı yerden çıkar
Bulutlar yol verir aşka,
Ve sen inersin güneşin ışıklarıyla
Seninle ben
siyahla beyaz gibiydik,
iki ayrı ırktan/ kardeş ama
düşmanlaştırılan..
ne sen üstündün ne ben,
ama hep kavgadaydık işte.
Sen!
Anadolu’nun bağrından kopup gelen yiğit!
Sen ki, nakış nakış işlersin,
sevdanı emeğine, emeğini sermayene...
Gönlünü, yüreğini ve bileğini koyarsın ortaya.
Yoklukla, açlıkla bilenirsin,
Koşuyordum yağmurlu gecede,
Islanmış pabuçlarım,
sökülen pantolonuma aldırmadan..
Ağrısa da güneş görmemiş topuklarım,
Kaçmalıydı, silkinmeliydi,
geride bırakmalıydı,
Dudaklarında bahar,
saçlarında son kış.
Emekleyerek yürüyor,
sanki yeni doğmuş..
Kaybetmiş bunca dostunu,
Kömür gözlüm…
Bu sana belki de
beş yüzüncü çığlığım.
Duymuyorsun değil mi?
Yok yok duyuyorsun da,
Umursamıyorsun.
kalemine ve yüreğine sağlık binlerce teşekkür sana beni çocukluğuma götürdüğün için