Biliyorsun; eskiden ben, nasıl yaralıydım,
Arabeskin en kralını söylüyordum,
Ne filmler çeviriyordum hayalimde,
-bir çıkış yolu arıyordum,
Heyhat!
Görüyordun; her keresinde ben,
rengini söyletirler mi adama;
sakatat ehli dilsiz olur; sesi, kör!
eğreti koçu adar, ağam; pay vermez;
-kurbanı, güme gider!
turkuvaza yer yok sanki;
Bir Şairin Otobiyografisi
üretmese iki dize, kavından
kurmasa üç beş öbek, evinden
yüreği deli şair; toyu, dili!
ağıdı dökmese kâğıda, eli;
Gözlerin doğar, puslu bakarsın,
-çok soğuktur dünyanın sesi,
İlk resmini çekersin profilden, sülâlenin
Ana babanın şaşıp kaldığı, mucizevî yaratık;
-dokuz tehirli hediyesi.
’Arkadaş gibi sev’ dediler de,
Sanki, ölüme gönderdiler beni.
İyi niyet beslemek;
Elâlemin beklediği buydu,
Oysa kem göze geldiler,
onca yıl koştu yüreğim,
sevdanın ardında coştu, dörtnala!
her çiftesinde dimdik, kısrağım
-asla umudu yitirmedik!
sen ki, denemedin bir defâ,
Merhaba dostlar,
Şiirlerde yoğun bir imge bombardımanı düşünüyorum, rastgele ateş açan, her nefes alışında soluğu yettiğince mitralyözden sözcük fırlatan. ama bir o kadar da ses ahengini, akıcılığı sağlayan ses benzerliğinin kaçınılmazlığı olan uyaklamayı, şiirin kavalyesi olarak görüyorum.
Öte yandan şiirlerde, sosyal çelişkileri de içine / dışına doladım.. sevda bile olsa konu, topluma sunmanın yararına inandım. çünkü, bunu da çözsün tartışarak, başkasının aşkına, karşılıksız sevene, umudunu yitirene, belki de rus ruleti gibi ölene. Bu da bombardımanın etkili olmasını sağlayan başka bir cephaneydi belki.
Önce-
güneş ölür; zar zor akşam olur,
zifirî kalır zaman, sanki zihinden silinir,
Siyah kırılır birden sokak lâmbasında;
-top oynar ışığın dili!
Hiç mi içinde yok? Bir çekirdeği veya cevheri,
Sevdanın meyvesinden olgunlaşıp yüreğe düşen biri,
Galiba sende renkten, tohumdan eser yok.
İşte bak, ne kadar çok kafam karışıyor, gör,
Olanlara öylesine şaşıyor,
kaşı, gözüm;
hası, gülüm;
-can bağım!
sırım ayvaz;
harrı külüm, ey!
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!