Hiç kimse gönlümü işgal etmesin
Benim kalbimde tek Sen kal Allah’ım! ..
Kimse kendisiyle meşgul etmesin
Bütün küsûratı Sen al Allah’ım! ..
İnsanlarla uğraşacak halim yok
İş, yüreğe girmekte
Girip, orda dur da gör!
Ilık ılık yürekte
Nabız nabız vur da gör!
Sanal nedir, düş nedir?
Hem sırılsıklamız zorlu yağmurda
Hem yolcu, dizine kadar çamurda! ..
Daimi yangınlar var, yüreklerde
Gönüllü mahkûmuz, esiriz burda! ..
Alnımda eriyor, çelik kaderim!
Takvimler dolusu, yılların külü...
Sensiz sürünmeye, hayat mı derim!
Geçmişim zaten yok, gelecek ölü...
Acıları tersyüz edip giyerim
Sen ne çektiğimi fark edemezsin! ..
Yüreğim yarılır; kanar, ciğerim! ..
Artık mutluluğa gark edemezsin.
Dışım güler oynar, içim kan ağlar
Onur BİLGE
İlk maaşımı aldığımda ne yapacağımı bilemedim. Belli miktarda parayla idare etmeye alışmıştım ve bu harçlık hiç kesilmemişti. Elime ilk defa toplu para geçiyordu, arkası da gelecekti. Olduğu gibi babama uzattım. O da düşünmeden elimi itti ve:
“Aferin! Tok gözlü oluşun, tebrik edilecek bir vasfın. Teşekkür ederim ama neden veriyorsun bana? O senin paran. Benim, evlatlarımın parasında gözüm olmadı. Hem hamdolsun ihtiyacım yok. Kazancına sahip ol! Para namustur! Üstüne düğüm vur! Dünyanın bin türlü hali var. Onun olmadığı yerde bazı değerler riske girer. Allah kimseye muhtaç etmesin! Borç verirler, alır ödeyemezsin, haysiyetin şerefin kalmaz! ” dedi.
Onur BİLGE
Bir ilkbahar esintisi sarhoşluğuyla Kültür Park sokaklarında savrulurken, ezilmiş taptaze çimenlerin kokusu gelmişti, toprak ve çam kokusuyla beraber. Gece boyu yağan yağmur sabaha karşı dinmiş, ardından serin bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Tabiat uyanmaktayken, bütün bitkiler başlarını kaldırmış, gözlerini göğe dikmişken bir zavallı toprağa bakmaktaydı. Sağda, birkaç adım ötede, bir kestane ağacı dalı boylu boyunca yatmaktaydı. Yarası taze ve birkaç yerindeydi. İçin için renksiz kanamaktaydı. Eğilip baktım. Soğuk ve ıslaktı. Yanık süt gibi kokuyordu. Çıra kadar olmasa da haykırmaktaydı. "Bana bu kokuyu veren yüce bir Zat var! " demekteydi. "Yapımı; dalımı yaprağımı, rengimi, kokumu, mahsulümü icat eden... Beni yaratan, onları bünyeme uygun bulan, bana bahşeden..."
Yanımda şeker hastası bir arkadaş vardı. Balıkesirliydi. Kalbi sağda, apandisiti soldaydı. Her ihtimale karşı bu bilgi, bileğindeki altın künyede yazılıydı. O, onunla yaşamaya mahkûmdu. İkiz eşiydi. İkizi normal yaratılıştaydı. O ise böyle, farklı... İç organları tersti...
Onur BİLGE
Fırsat buldukça Define’ye hayat hikâyesini anlattırıyorduk. Uzun zamandır bir araya gelememiş, anlatması için sıkıştıramamıştık. Bu pazar, Neşe ve Orçun ile beraber tam havasında yakaladık ve yavaş yavaş yüklenmeye başladık.
"Dedeciğim, evi yok pahasına sattın, borçları kapattın, anneni bir eve yerleştirdin, taşraya çıktın. Haritada yer beğendin, kıyı şeridini taradın ve Antalya’da yerleşmeye karar verdin. Bir ev kiraladın. Bir de dükkân buldun. Et yemekleri hazırlamaya ev yemekleri sunmaya başladın..."
Onur BİLGE
Gölge varlık… Karanlıklar Prensi… Perdeli Yüz… Suskun Sultan… O/nur simadan beni mahrum bırakan zalim! Acaba zulmünün farkında mı? Farkında mı ne kadar görmek istediğimin? Birkaç saniye seyretmek için fırsat kolladığımın?
Seyyid Ahmed el Bedevi Hazretleri geldi aklıma… Yüzünü Afrika Bedevileri gibi örten… O cesur, atik, heybetli ve yüzü dayanılmaz nurlu kişi… Attab, Ebü’l Fityan… Hem seyit, hem şerif…
Onur BİLGE
Bunca yaratılan arasında Semiray’ın ne önemi vardı? Hiç… Dünya bir hiçti! İçinde dönüp durduğu boşlukta, toz bulutunun seçilmesi imkânsız bir zerresi… Ben, kendim için önemliydim, en yakınlarım için dahi olamadığı, olamayacağı kadar… Hayatımı en ince detaylarına kadar inerek yazmak gerektiğini duyuyor, tek tük anılara basa basa, anıdan anıya sıçraya sıçraya bebekliğimin sahiline kadar iniyordum. O anılar, beynimde sürekli tekrarlandıkları için unutulmayan koca koca kayalar… Diğerleri kumla… Kumlada tek kum tanesi, her biri… Seçilmesi mümkün değil.
Annem bile önemsememiş, babamın kutsal bir görevle birkaç günlüğüne Ankara’ya gittiğinde ne kadar olduğumu tam olarak hatırlayamamış. Elime geçen evraklardaki tarihlere baktığımda o zaman tam yedi ay beş günlükmüşüm. Demek ki doğduğum evdeyken... Oysa bu olay, Sofular'daki evimizde geçmişti. O halde, babamın Ankara'ya başka bir nedenle gittiğinde yaşanmış. Bir buçuk iki yaşlarındaymışım.
Bir hayatı bir kaç mısraya sığdırmış Onur Bilge Hanım. Tebrikler.
Onur beyi henüz yeni tanıdım şahsen tanımıyorum antolojiden tanıdım iyikide tanıdım.
Kendimce bir karar aldım her gün bir şirini okuyacağım tabi bu arada ben şiirlerini okuyana kadar şiirleri burda olursa. ALLAHA EMANET OLSUN....
O Bir Seven O Bir Gönül Dostu
Bütün Dostlar Güzel Hatıralar Hatırlatsın
Beni Size Sizi Bana Ölürsek Bir Fatiha
Ölmez İsek Hepimiz Hepimize Ebedi Hatıra