Birbirinize şaşkın şaşkın bakarsınız,
Ama hepiniz, işte buradasınız.
Ya duyarda anlamazsınız, ya sağarsınız;
Ölüm için hepiniz sıradasınız.
Sonra büsbütün kımıldanmaya,
Öyle bir ateş ki; taşları bile eritmekte;
Ağaçlar köklerini sökmüş, koşarak seğirtmekte.
Şöyle kafanı çevirip, bakınca dünyaya,
İnsanlık öldü, insanlar yaşıyor dedirtmekte...
Dağlar!
Dağlar diyorum.
Tuz buz olsa,
Yamaçlarında
Çiçekler, otlar
Bir bir solsa...
Bir yanım ağlar,
Bir yanım güler.
Sevinçler, acılar;
Yergiler, övğüler.
Kiminin ak dediği,
Perişan eder insanı, açlık ve sefalet;
Taşıdığını beden sanma, kuru iskelet...
Dağlar soğuktu,
Bir o kadar da yüksek.
Bir tipi tuttu,
Başımıza taş gibi iniyordu,
Biraz yürüsek.
Senin gönlün var ya!
Çöl kumlarından da sıcak.
Emin ol, en sert kaya;
Seni görünce parçalanacak.
Senin ellerin ekmektir,
Ben seni sevdim ya!
Dert etme gerisini.
İsterse yıkılsın dünya,
Bulurum yeni birisini.
İster Mars olsun,
Kuvvet bilekte değil, yürektedir
Ey kabadayı...
Karanlık gönüllere ışık düşsün;
Yak lambayı...
Mezarın başındayım,
Eşini de getirmedim;
Oğlun Harun’u da...
Bizim hanım da gelmek istedi;
Aramıza girme dedim,
Biz onun sadece şiirlerini değil, kendisini de çok seviyoruz...