Ne güzel yaratmış,
Yaratan bizi.
Yarattığı her kulun;
Farklı farklı parmak izi...
Üniformayla yatıyor, mezarında bizim eski paşa;
Sanırsın ölüleri önüne katıp, öyle gidiyor savaşa...
İsmini andım yatağımda dün gece,
Rahat vermeden önce uyku.
Farkında olmadan yaşlandı gözlerim,
Aklımda türlü türlü öykü...
Nasılda kelimeler akın ediyor,
Öyle bir ateş ki; taşları bile eritmekte,
Ağaçlar köklerini sökmüş, koşarak seğirtmekte.
Şöyle kafanı çevirip de, bir bakınca dünyaya;
İnsanlık öldü, insanlar yaşıyor dedirtmekte...
Söyle konuşmanın ne anlamı var;
Ela gözlerin sustuktan sonra.
Ağlamak neyi değiştirir ki;
Sen ile ben öldükten sonra.
Hayat denen şey, zaten çukur;
Okuyup yazmakta;
İnsan olabilme hüneri.
Sen de oku ve yaz!
Bu benden sana öneri...
Nasılda düştüm ağına,
Ferhat gibi ağlamak...
Kolay mı elin dağına,
Kazma kürek sallamak.
Olabilsen sen, o Şirin,
Bu ömrümün sonbaharı;
Ne bir arzu, ne istek.
Ağaçların sarı yaprakları,
Dökülmekte tek tek.
Yenilgiyi kabul ettim;
Ne zaman ölüm haberi duysam;
Hemen oracıkta ölüyorum...
Dünyaya kazık çakanlara,
Ben kahkahalarla gülüyorum...
Toz pembe, yalan ibaret dünya;
Gün gelir, biter bu süslü rüya.
Kul olmak gerek, yüce Mevla’ya;
Gururlanma insan, ölüm var.
Bir zamanın içindeyim yalnız,
Biz onun sadece şiirlerini değil, kendisini de çok seviyoruz...