Osmanlı"da millet kavramı olmadığından, " (Millet ya da ulus, çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk.) Vahdettin vatan haini olamaz.
Oysa O yokluk ve yoksulluk içinde yaşamıştı. İşte isbatı:
(ALINTI)) 16 Mayıs 1926'da San Remo'da kalp damarlarının tıkanmasından dolayı 65 yaşında hayatını kaybetti. Alacaklıları olan yaşadığı semtin manavı ve kasabı cenazesine haciz koydurmuşlardır. Kızı Sabiha Sultan mücevherlerini satarak borçlarını ödemiş ve cenazesi üzerindeki hacizi kaldıralarak, damadı Ömer Faruk Efendi'nin nezaretinde Beyrut'a getirilmiş, oradan Şam'a nakledilmiştir. . . .Peki bu ayıp kimin.
Sultan Vahdettin hakkında önemli bir ayrıntı: Bazı tarihçi ve araştırmacılar Atatürk'ün Vahdettin için, 'Namuslu adamdı, isteseydi giderken Topkapı Sarayı'nı götürürdü' diye bir açıklama yaptığını iddia etmektedirler. Vatanından zorlanarak gitmek zorunda kalan biri isteseydi yurtdışında Krallar gibi yaşayacak kadar zenginliği yanında taşırdı.
Ona hain diyenler bana göre asıl hain olanlar onlardır. O hain diyenler dönüp ilk önce kendi tarihlerini araştırsınlar okusunlar sonra osmanlıyla ilgili yorum yapsınlar.
Bence Vahdettin demek hain demek değil.Ben bazı insanlara inanamıyorum bir insana hatta bir Osmanlı padişanına nasıl hemen damgayı vurup hain diye karalıyorlar.Bence insanlar bir konuyu araştırmadan kulaktan dolma bilgilerle hemen yargısız infaz yapıyor(zaten bu en kolay yol değil mi! !)
VAHDETTİN; vatanda iç şavaş çıkmasın diye fedakârlıkta bulunan, kendi mal varlığını vatana bırakan, kendisine İtalya da önemli kişiler tarafından villa tahsil edinmek istense de bunu gururuna yediremeyen ve kabul etmeyen, vatandan ayrı kalmanın kederiyle hasta olup ilaç dahi alacak parası olmayan, buna rağmen onurundan birşey kaybetmeyen
Ve beynindeki damarlardan birinin kopmasıyla ölen SON OSMANLI PADİŞAHI DEMEKTİR! ! !
‘Düşenin dostu olmaz’ derler. Ne kadar da doğrudur bu söz… Gerçekten de güç ve kudretini kaybedenler kısa zamanda yalnızlığa itiliyorlar. Vaktiyle onların peşinden gidenler, onlara methiyeler dizenler bir anda ortadan kayboluyorlar. Bu vefa ve iktidar zaafiyeti bütün dünyada olsa da bizde daha çok yaşanıyor. Çünkü Türkiye gibi herkesin çokbilmiş geçindiği ülkelerde vefadan söz etmek mümkün değildir.
Bir zamanlar Bülent Ecevit, gazetelere demeçler vererek Sultan Vahdettin’i aklamaya çalıştı. Onun hain olduğu hakkında ileri sürülenlerin iftira ve yalandan ibaret olduğunu söyledi. Onun sözleriyle birlikte bir Vahdettin tartışması Türkiye gündemine oturdu. Kimileri yüceltti, kimileri yerin dibine batırdı onu. Fakat yücelten de, yerin dibine batıran da duygularıyla hareket etti.
Sultan Vahdettin zor bir zamanda padişahlık yaptı. Devletin dört bir taraftan kıskaç altına alındığı böyle bir devirde yapılacak çok fazla bir şey de yoktu. Yapılması ve yapılmaması gerekenler belliydi. O da kudreti nispetinde yapılması gerekenleri yaptı, yapılmaması gerekenlerden de uzak durdu. Onu en çok Sevr Antlaşmasıyla ilgili olarak suçlayanlar aslında hakikatlerden bîhaberdir. Bu konuda, yaşayan büyük tarihçilerimizden Yılmaz Öztuna ‘Devletler ve Hanedanlar’ isimli eserinin ikinci cildinde Sultan Vahdettin ve Sevr Anlaşması hakkında şunları ifade ediyor:
“Sevr’i yalnız Yunanistan Hükümeti, parlamentosu ve kralı tasdik etti. Sultan Vahideddin, topladığı Saltanat Şurası’nda tek çekimser oya karşılık ittifakla muahedenin kabul edilmesine rağmen muahedeyi imza ve tasdik etmedi. Böylece diğer karşı taraf devlet başkanlarınca tasdikini de önlemiş oldu ve bu yüzden muahede yürürlüğe girmedi, kadük(düşmüş) kaldı ve o andan itibaren tadili için çalışmalara başlandı.”
Vahdettin’e hain diyenler ya onun manevî kişiliğine takılıp tek taraflı düşünmekteler, ya da cehaletlerinin bir belirtisi olarak tarihi bilgilerden yoksundurlar. Çünkü onun hayatını tetkik edenler zor zamanlarda neler yaptığını, kendi rahatını nasıl da hiçe saydığını, çöküşün arifesindeki devletin bekası için son kozlarını da kullanmasına rağmen çöküşü durduramadığını fark edeceklerdir. Yaşayan en büyük tarihçilerden Yılmaz Öztuna bu konuya da temas ederek şunları söylemektedir:
“Sultan Vahdettin’in hain olmadığını ben kırk senedir yazıyorum zaten. Kaldı ki, tarihçiler ‘hain’ kelimesini kullanmaz. Çünkü bu siyasi bir kelimedir. Kuruluş yıllarının ateşli dönemlerinde kullanılmış bir kelimedir, bu öyle bir dönemde de mutlaka kullanılması gerekirdi. Bu Fransız İhtilali’nden sonra da böyle olmuştur, Rus Devrimi’nden sonra da böyle olmuştur. Ama aradan zaman geçip yeni rejim yerleştikten sonra, geçmiş dönemleri daha dikkatle tetkik etmek ve inceleme yaparken de böyle kavramlara yer vermemek gerekir. Ecevit’in böyle düşünmesi ve düşüncelerini cesurca söylemesi, bence önemlidir.”
Vahdettin ve Atatürk’le alâkalı olarak uzun yıllardan beri tartışılan bir konu daha vardır. O da Atatürk’ü Anadolu’ya Vahdettin’in gönderip göndermediğidir. Mirliva Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya milli bir direnişi örgütlemek amacıyla Sultan Vahdettin’in gönderdiğine inananların yanında, bunun yanlış yansıtıldığını söyleyenler de vardır.
Vahdettin’in Mustafa Kemal’i sevip saydığı ve ona güvendiği bilinen bir hakikattir. Onu geniş yetkilerle 9. Ordu Müfettişliğine tayin etmesi de bizce bu güvenin tezahürüdür. Vahdettin’in siyasî bir manevra yapıp Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uzaklaştırdığını iddia edenlerin görüşlerini dayandırabileceği makul bir dayanak yoktur. Hem Anadolu’ya gidenin geri dönmemesi de mevzubahis değildir. Bunlar istinat noktası olmayan iftira hükmündeki hezeyanlardır. Çünkü Vahdettin öyle bir konumda kendi saltanatını düşünecek durumda değildi. Zira devlet elden gidince geride ne saltanat, ne de sultan kalır. O, bunu anlamayacak kadar cahil olamazdı. Bunu akletmek akılsızlığa delalettir.
Bilindiği üzere Atatürk’le Vahdettin’in ortak yönleri de vardı. Bunlardan birisi ve en önemlisi Enver Paşa’ya karşı menfi hisler beslemeleridir. Vahdettin artık bıçağın kemiğe dayandığını çok iyi biliyordu. Direnişin Anadolu’dan başlaması kurtuluş çaresi olabilirdi. Hem pek fazla alternatif de yoktu. Padişah, penceresinden İtilâf devletlerine ait gemileri seyrettikçe kahroluyordu. Anadolu’ya çıkıp bir şeyler yapmak gerekliydi. Bu denenmesi gereken sınırlı alternatiflerden biriydi. Nitekim öyle de oldu. Atatürk, Samsun’a giderek kurtuluş meşalesini yaktı. Bunları nazar-i dikkate aldığımızda Atatürk’le Vahdettin’i birbirine muhalif göstermek tarihi gerçeklerle uyuşmuyor. Nutuk’taki birkaç satırlık öznel ifadeyi tarihî delil olarak göstererek tevil yapmak ciddi aydınlara ve tarihçilere yakışmaz. Çünkü Nutuk bir tarih kitabı değil; bir hatırattır.
Bazı kesimlerin düşündüğü gibi Atatürk’ü sevmek için Vahdettin düşmanı olmak şart değildir. Atatürk’e değer kazandırmak için Vahdettin’i karalamak gerekmiyor. Zaten Atatürk yaptıklarıyla, yaşantısıyla ve topyekun kişiliğiyle bize yol gösteren ve bizi düzlüğe çıkaran bir değerdir. Birilerini övmek için birilerini kurban etme alışkanlığından vazgeçmeliyiz.
Gelin Batılıların körüklediği ve bizi birbirimize düşürmek için sürekli pirim verdiği bu ucuz karalama ve aşağılama oyunlarından vazgeçelim. İnsanlara geniş hoşgörü penceresinden bakarak onları bir bütün olarak görelim. Hatalardan ders alıp, affedici olalim. Güzellikleri örnek alarak yaşayalım ve yaşatalım
Hain olup olmadığı tartışmalarıyla hala bazı yazarların kitap konusu kaynağı olarak kullanılan son Osmanlı Padişahı. Ne olursa olsun yurt dışında açlık ve borç içinde ölmeyi, tabutuna bile el konmasını hak etmiyordu. Ama bazı şeyler gerekliydi tabi; o hain olsa da olmasa da.....O yüzden bu konuda kimse suçlu değildir bence.. özellikle de Atatürk.
Ecevit bile 'Vahdettin hain değildi' açıklamasını yapma gereği duydu.. Ayet-i Kerime şöyle der; 'Kim zerre kadar hayır yaparsa onun karşılığını görecektir. Ve her kim zerre kadar şer (kötülük) işlerse onu görecektir' (ez-Zilzâl, 99/7,8) .
paitahtı tehlikeye atmamak kısaca tahttan olmamak için 'ingilizlere tabi olmak istiyoruz' diye defalarca ingilizlere mektup yazdığını, milleti namusunu kendisi korumaya çalışırken onun 'acaba nasıl padişah kalırım' hesapları yaptığı, yunanlılar izmir ve çevresinde yeni bir anadolu devleti ilan etmeye hazırlanırken; bu devleti daha oluşmadan ilk tanıyan ve mutlulukla karşılayanın bu şahıs olduğunu biliyormuydunuz?
Son Osmanlı Padişahı Sultan VI. Mehmed Vahdeddin Han'a, ''Altıncı Mehmed sözündeki ''Altıncı kelimesinden kinaye olarak ''Altın seven adam manası çıkartılarak ithamlarda bulunulduğu... Halbuki Sultan Vahdeddin Han'ın, hayatının tehlikeye girmesinden dolayı memleketinden ayrılmak zorunda kaldığında şahsi mirası mahiyetinde babasından intikal eden bütün serveti beraberinde götürme imkanı varken, dasitani bir namusluluk örneği göstererek bu serveti Hazine-i Hümayun'a gönderdiğini... İtalya'da geçirdiği fakr -u zururet içindeki bir hayattan sonra 1926 yılında San Remo'da vefat ettiği zaman 120 000 lira borcu kaldığı için alacaklıları tarafından tabutuna haciz konuduğunu... Tahnit edilmiş cesedinin, kızı Sabiha Sultan'ın bu parayı binbir güçlükle temin etmesinden sonra Şam 'a naklolunarak Yavuz Sultan Selim Camii avlusuna defnedildiğini...
vahdettini nedense bazı bünyeler hala 'eli öpülesi' 'ay ayağını yalarım senin ne güzel halkını severdin sen' modunda izlemektedir halbuki günümüzde ingiliz gizli servis pusulalarına bakılırsa hepsinde ortak olan düşünce 'padişah paitahta dokunulmadığı sürece kılını kıpırdatmayacaktır istediğimiz gibi at oynatabiliriz' dir oynatmadılarmı? ? ? oynattılar eee bu vahdettin severcilik nerden geliyor? onuda diyelim, şimdi bu padişah olacak hainin bir ünvanıda babadan oğula geçen halifedir kendini biraz dindar sayan bünye hala hilafet özlemi çektiğinde bir şekilde vahdettinin yaptıklarını yontmaya çalışmaktadır halbuki olanlar açık ve nettir.
1- vahdettin serv antlaşması gibi dünyada eşi benzeri olmayan bir anlaşmayı neden imzalamıştır? paitahtına dokunulmaması için 2- Atatürk nutukunda samsuna gönderilişi için 'samsunda rum halkına zulmeden türkleri uyarmak, tutuklamak ve onlara karşı gelmek içindir' ve nututa demektedirki vahdettin efendi atatürkü istanbuldan uzaklaştırmak istemektedir çünkü ordaki subaylara 'kurtuluş' kelimesini aşılamaktadır subayların aklını çelinmesinden korkmaktadır anadolu umurunda değildir, anadolu onun için 1 avuç köylüdür halkı olarak bile görmemektedir. (nutuğu okursanız bunları çok rahat anlarsınız) ayrıca bazı kendini bilmezler atarürke inanmadıklarından! onlar için çeşitli avrupalı yazarların yazdığı kitapları tavsiye ediyoruz hiçbiri vahdettin efendinin 'git anadoluyada kurtar onları' dediğini yazmamaktadır (mesela size ölmeyi emrediyorum Edward J. Erickson 2001 kendisi amerikalı bir binbaşıdır ve ingilteredeki türkiyedeki bi çok arşivden alıntıdır yazdıkları) aynı şekilde bu 'vahdettin atatürkü anadoluya kurtarması için gönderdi' sözünün yalan olduğu şurdan çıkmaktadır, atatürk samsundan amasyaya geçip kongre düzenlediğinde vahdettin olayın farkına varır ve küplere biner atatürk sivas kongresini yaparken artık yetkisizdir çünkü görevden alınmıştır niye? çünkü sevgtili eli öpülesi satıcımız paitahttan endişelenmiştir ingilizler atatürkten haberdar olunca kendisini kim koruyacaktır? 3- en önemli maddede budur arkadaşlarımın dedelerinden bile duyduğumdan kimsenin yalanına inanmam ismet paşanın yazmalarındanda araştırdığınızda göreceksinizki 1. inönü savaşında zındık şeyhülislam ve onun silah arkadaşı vahdettin efendi yunanlılarla çarpışan askerlerin içine nifak sokup 'halife hz lerinin ordusu yunan ordusudur kim onlara kurşun sıkarsa cehennemliktir' gibi zamanında çok etkili olan din afyonunu kullanmıştır ve ismet paşanın rakamlarıyla (kendisi çok iyi envarter sahibi disiplinli birisidir) 20 bin üzerinde kaçak olmuştur düşünsenize dinin en büyük noktası askeri olarak yunan askerini göstermektedir, bunun sebebide açıktırki yunanlılar kazanırsa yine padişah efendimiz eli öpülesi zatın tahtına dokunulmama sözüdür. ve son olarak yunan uçaklarıyla bildirisini dağıtan bir padişahdan bahsediyoruz herşey taht içindir, mal mülk götürmedi diyenlerede şaşarım torunları bile zevk sefa içibndedir bırakın kendisini hala mirası yenmektedir türkiyedeki mallarına el konsada dünyadaki bütün malları kendisine aittir öylede kalmıştır.
adam hiçbir direnç göstermeden vatanını yabancılara vermiş,yunan ordusunu 'halifenin ordusu' diye sıfatlandırmış,namusu için savaşanlara 'dinsizler' demiş ve katledilmelerini emretmiş,ingilizlere 'Allah'tan sonra en çok size güveniyorum demiş'.bir insan HAİN olmak için daha ne yapmalı Allah aşkına.daha ne...
bir hatıra. Hasan Aksay anlatıyor: 80 öncesi. Saraylar Meclis'e bağlı ya, sarayları incelemek için Meclis'ten bir heyet seçiliyor.. Kayıtlar inceleniyor.. Altın bir Kur'an mahfazası var, içinde bir zarf. Açıp okutuyorlar, ne yazıyor diye. Heyette AP'li, CHP'li, MSP'li üyeler var.. CHP'li üye ikide bir Hasan Aksay'a takılıyor ve padişahların özel hayatları ile ilgili alaycı şeyler söylüyor.. Sözkonusu belge okunup belge ile ilgili açıklamalar yapılınca CHP'li üye gözleri dolu dolu gelip Hasan Aksay'dan özür diliyor. Olay şöyle: Vahidüddin tehdit ve şantajla bir İngiliz gemisine bindirilip gönderilirken, son anda yolculukta okumak için bir Kur'an-ı Kerim istiyor.. Hemen gidip saraydan getiriyorlar.. Altın mahfazalı bir Kur'an. Vahidüddin, İtalya'ya varınca hemen Kur'an-ı Kerim'in mahfazasını çıkarıp, bir mektupla bizim sefarete gönderiyor. 'Bu altın kap, beytülmale aittir. Ümmete aid olan bir malın yerine iadesi ricasıyla' iade ediyor.
Osmanlı"da millet kavramı olmadığından, "
(Millet ya da ulus, çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk.) Vahdettin vatan haini olamaz.
Oysa O yokluk ve yoksulluk içinde yaşamıştı.
İşte isbatı:
(ALINTI))
16 Mayıs 1926'da San Remo'da kalp damarlarının tıkanmasından dolayı 65 yaşında hayatını kaybetti. Alacaklıları olan yaşadığı semtin manavı ve kasabı cenazesine haciz koydurmuşlardır. Kızı Sabiha Sultan mücevherlerini satarak borçlarını ödemiş ve cenazesi üzerindeki hacizi kaldıralarak, damadı Ömer Faruk Efendi'nin nezaretinde Beyrut'a getirilmiş, oradan Şam'a nakledilmiştir.
.
.
.Peki bu ayıp kimin.
Sultan Vahdettin hakkında önemli bir ayrıntı:
Bazı tarihçi ve araştırmacılar Atatürk'ün Vahdettin için,
'Namuslu adamdı, isteseydi giderken Topkapı Sarayı'nı götürürdü' diye bir açıklama yaptığını iddia etmektedirler.
Vatanından zorlanarak gitmek zorunda kalan biri isteseydi yurtdışında Krallar gibi yaşayacak kadar zenginliği yanında taşırdı.
vahdettine hayin diyenler hayindir asıl bazıları bile bile büyük osmanlı devletini yıktı ve onuda kaçmaya zorladı bence
vahdettin hayin deyil aksine vatanını seven bir padişah tı bazı kişiler osmanlıyı bile bile bitirdiler vadettinide kaçmak zorunda bıraktılar
Ona hain diyenler bana göre asıl hain olanlar onlardır. O hain diyenler dönüp ilk önce kendi tarihlerini araştırsınlar okusunlar sonra osmanlıyla ilgili yorum yapsınlar.
ben bu siteyi bilmiyorum ödev arştırmak için girdim ve üye oldum inşaallah bana ve size yardımım dokunur
Bence Vahdettin demek hain demek değil.Ben bazı insanlara inanamıyorum bir insana hatta bir Osmanlı padişanına nasıl hemen damgayı vurup hain diye karalıyorlar.Bence insanlar bir konuyu araştırmadan kulaktan dolma bilgilerle hemen yargısız infaz yapıyor(zaten bu en kolay yol değil mi! !)
VAHDETTİN; vatanda iç şavaş çıkmasın diye fedakârlıkta bulunan, kendi mal varlığını vatana bırakan, kendisine İtalya da önemli kişiler tarafından villa tahsil edinmek istense de bunu gururuna yediremeyen ve kabul etmeyen, vatandan ayrı kalmanın kederiyle hasta olup ilaç dahi alacak parası olmayan, buna rağmen onurundan birşey kaybetmeyen
Ve beynindeki damarlardan birinin kopmasıyla ölen SON OSMANLI PADİŞAHI DEMEKTİR! ! !
Ihanet, serefsizlik, satis, kisisel cikarlar!
tarih kahramanları asanlar tarafından yazılır
Herkes ne yazık ki tarihi işine göre yorumlar......
Gerçekleri bilse bile.....
SULTAN VAHDETTİN’E DAİR
M.NİHAT MALKOÇ
‘Düşenin dostu olmaz’ derler. Ne kadar da doğrudur bu söz… Gerçekten de güç ve kudretini kaybedenler kısa zamanda yalnızlığa itiliyorlar. Vaktiyle onların peşinden gidenler, onlara methiyeler dizenler bir anda ortadan kayboluyorlar. Bu vefa ve iktidar zaafiyeti bütün dünyada olsa da bizde daha çok yaşanıyor. Çünkü Türkiye gibi herkesin çokbilmiş geçindiği ülkelerde vefadan söz etmek mümkün değildir.
Bir zamanlar Bülent Ecevit, gazetelere demeçler vererek Sultan Vahdettin’i aklamaya çalıştı. Onun hain olduğu hakkında ileri sürülenlerin iftira ve yalandan ibaret olduğunu söyledi. Onun sözleriyle birlikte bir Vahdettin tartışması Türkiye gündemine oturdu. Kimileri yüceltti, kimileri yerin dibine batırdı onu. Fakat yücelten de, yerin dibine batıran da duygularıyla hareket etti.
Sultan Vahdettin zor bir zamanda padişahlık yaptı. Devletin dört bir taraftan kıskaç altına alındığı böyle bir devirde yapılacak çok fazla bir şey de yoktu. Yapılması ve yapılmaması gerekenler belliydi. O da kudreti nispetinde yapılması gerekenleri yaptı, yapılmaması gerekenlerden de uzak durdu. Onu en çok Sevr Antlaşmasıyla ilgili olarak suçlayanlar aslında hakikatlerden bîhaberdir. Bu konuda, yaşayan büyük tarihçilerimizden Yılmaz Öztuna ‘Devletler ve Hanedanlar’ isimli eserinin ikinci cildinde Sultan Vahdettin ve Sevr Anlaşması hakkında şunları ifade ediyor:
“Sevr’i yalnız Yunanistan Hükümeti, parlamentosu ve kralı tasdik etti. Sultan Vahideddin, topladığı Saltanat Şurası’nda tek çekimser oya karşılık ittifakla muahedenin kabul edilmesine rağmen muahedeyi imza ve tasdik etmedi. Böylece diğer karşı taraf devlet başkanlarınca tasdikini de önlemiş oldu ve bu yüzden muahede yürürlüğe girmedi, kadük(düşmüş) kaldı ve o andan itibaren tadili için çalışmalara başlandı.”
Vahdettin’e hain diyenler ya onun manevî kişiliğine takılıp tek taraflı düşünmekteler, ya da cehaletlerinin bir belirtisi olarak tarihi bilgilerden yoksundurlar. Çünkü onun hayatını tetkik edenler zor zamanlarda neler yaptığını, kendi rahatını nasıl da hiçe saydığını, çöküşün arifesindeki devletin bekası için son kozlarını da kullanmasına rağmen çöküşü durduramadığını fark edeceklerdir. Yaşayan en büyük tarihçilerden Yılmaz Öztuna bu konuya da temas ederek şunları söylemektedir:
“Sultan Vahdettin’in hain olmadığını ben kırk senedir yazıyorum zaten. Kaldı ki, tarihçiler ‘hain’ kelimesini kullanmaz. Çünkü bu siyasi bir kelimedir. Kuruluş yıllarının ateşli dönemlerinde kullanılmış bir kelimedir, bu öyle bir dönemde de mutlaka kullanılması gerekirdi. Bu Fransız İhtilali’nden sonra da böyle olmuştur, Rus Devrimi’nden sonra da böyle olmuştur. Ama aradan zaman geçip yeni rejim yerleştikten sonra, geçmiş dönemleri daha dikkatle tetkik etmek ve inceleme yaparken de böyle kavramlara yer vermemek gerekir. Ecevit’in böyle düşünmesi ve düşüncelerini cesurca söylemesi, bence önemlidir.”
Vahdettin ve Atatürk’le alâkalı olarak uzun yıllardan beri tartışılan bir konu daha vardır. O da Atatürk’ü Anadolu’ya Vahdettin’in gönderip göndermediğidir. Mirliva Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya milli bir direnişi örgütlemek amacıyla Sultan Vahdettin’in gönderdiğine inananların yanında, bunun yanlış yansıtıldığını söyleyenler de vardır.
Vahdettin’in Mustafa Kemal’i sevip saydığı ve ona güvendiği bilinen bir hakikattir. Onu geniş yetkilerle 9. Ordu Müfettişliğine tayin etmesi de bizce bu güvenin tezahürüdür. Vahdettin’in siyasî bir manevra yapıp Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uzaklaştırdığını iddia edenlerin görüşlerini dayandırabileceği makul bir dayanak yoktur. Hem Anadolu’ya gidenin geri dönmemesi de mevzubahis değildir. Bunlar istinat noktası olmayan iftira hükmündeki hezeyanlardır. Çünkü Vahdettin öyle bir konumda kendi saltanatını düşünecek durumda değildi. Zira devlet elden gidince geride ne saltanat, ne de sultan kalır. O, bunu anlamayacak kadar cahil olamazdı. Bunu akletmek akılsızlığa delalettir.
Bilindiği üzere Atatürk’le Vahdettin’in ortak yönleri de vardı. Bunlardan birisi ve en önemlisi Enver Paşa’ya karşı menfi hisler beslemeleridir. Vahdettin artık bıçağın kemiğe dayandığını çok iyi biliyordu. Direnişin Anadolu’dan başlaması kurtuluş çaresi olabilirdi. Hem pek fazla alternatif de yoktu. Padişah, penceresinden İtilâf devletlerine ait gemileri seyrettikçe kahroluyordu. Anadolu’ya çıkıp bir şeyler yapmak gerekliydi. Bu denenmesi gereken sınırlı alternatiflerden biriydi. Nitekim öyle de oldu. Atatürk, Samsun’a giderek kurtuluş meşalesini yaktı. Bunları nazar-i dikkate aldığımızda Atatürk’le Vahdettin’i birbirine muhalif göstermek tarihi gerçeklerle uyuşmuyor. Nutuk’taki birkaç satırlık öznel ifadeyi tarihî delil olarak göstererek tevil yapmak ciddi aydınlara ve tarihçilere yakışmaz. Çünkü Nutuk bir tarih kitabı değil; bir hatırattır.
Bazı kesimlerin düşündüğü gibi Atatürk’ü sevmek için Vahdettin düşmanı olmak şart değildir. Atatürk’e değer kazandırmak için Vahdettin’i karalamak gerekmiyor. Zaten Atatürk yaptıklarıyla, yaşantısıyla ve topyekun kişiliğiyle bize yol gösteren ve bizi düzlüğe çıkaran bir değerdir. Birilerini övmek için birilerini kurban etme alışkanlığından vazgeçmeliyiz.
Gelin Batılıların körüklediği ve bizi birbirimize düşürmek için sürekli pirim verdiği bu ucuz karalama ve aşağılama oyunlarından vazgeçelim. İnsanlara geniş hoşgörü penceresinden bakarak onları bir bütün olarak görelim. Hatalardan ders alıp, affedici olalim. Güzellikleri örnek alarak yaşayalım ve yaşatalım
Hain olup olmadığı tartışmalarıyla hala bazı yazarların kitap konusu kaynağı olarak kullanılan son Osmanlı Padişahı. Ne olursa olsun yurt dışında açlık ve borç içinde ölmeyi, tabutuna bile el konmasını hak etmiyordu. Ama bazı şeyler gerekliydi tabi; o hain olsa da olmasa da.....O yüzden bu konuda kimse suçlu değildir bence.. özellikle de Atatürk.
Ecevit bile 'Vahdettin hain değildi' açıklamasını yapma gereği duydu.. Ayet-i Kerime şöyle der; 'Kim zerre kadar hayır yaparsa onun karşılığını görecektir. Ve her kim zerre kadar şer (kötülük) işlerse onu görecektir' (ez-Zilzâl, 99/7,8) .
paitahtı tehlikeye atmamak kısaca tahttan olmamak için 'ingilizlere tabi olmak istiyoruz' diye defalarca ingilizlere mektup yazdığını, milleti namusunu kendisi korumaya çalışırken onun 'acaba nasıl padişah kalırım' hesapları yaptığı, yunanlılar izmir ve çevresinde yeni bir anadolu devleti ilan etmeye hazırlanırken; bu devleti daha oluşmadan ilk tanıyan ve mutlulukla karşılayanın bu şahıs olduğunu biliyormuydunuz?
Son Osmanlı Padişahı Sultan VI. Mehmed Vahdeddin Han'a, ''Altıncı Mehmed sözündeki ''Altıncı kelimesinden kinaye olarak ''Altın seven adam manası çıkartılarak ithamlarda bulunulduğu...
Halbuki Sultan Vahdeddin Han'ın, hayatının tehlikeye girmesinden dolayı memleketinden ayrılmak zorunda kaldığında şahsi mirası mahiyetinde babasından intikal eden bütün serveti beraberinde götürme imkanı varken, dasitani bir namusluluk örneği göstererek bu serveti Hazine-i Hümayun'a gönderdiğini...
İtalya'da geçirdiği fakr -u zururet içindeki bir hayattan sonra 1926 yılında San Remo'da vefat ettiği zaman 120 000 lira borcu kaldığı için alacaklıları tarafından tabutuna haciz konuduğunu... Tahnit edilmiş cesedinin, kızı Sabiha Sultan'ın bu parayı binbir güçlükle temin etmesinden sonra Şam 'a naklolunarak Yavuz Sultan Selim Camii avlusuna defnedildiğini...
vahdettini nedense bazı bünyeler hala 'eli öpülesi' 'ay ayağını yalarım senin ne güzel halkını severdin sen' modunda izlemektedir halbuki günümüzde ingiliz gizli servis pusulalarına bakılırsa hepsinde ortak olan düşünce 'padişah paitahta dokunulmadığı sürece kılını kıpırdatmayacaktır istediğimiz gibi at oynatabiliriz' dir oynatmadılarmı? ? ? oynattılar eee bu vahdettin severcilik nerden geliyor? onuda diyelim, şimdi bu padişah olacak hainin bir ünvanıda babadan oğula geçen halifedir kendini biraz dindar sayan bünye hala hilafet özlemi çektiğinde bir şekilde vahdettinin yaptıklarını yontmaya çalışmaktadır halbuki olanlar açık ve nettir.
1- vahdettin serv antlaşması gibi dünyada eşi benzeri olmayan bir anlaşmayı neden imzalamıştır? paitahtına dokunulmaması için
2- Atatürk nutukunda samsuna gönderilişi için 'samsunda rum halkına zulmeden türkleri uyarmak, tutuklamak ve onlara karşı gelmek içindir' ve nututa demektedirki vahdettin efendi atatürkü istanbuldan uzaklaştırmak istemektedir çünkü ordaki subaylara 'kurtuluş' kelimesini aşılamaktadır subayların aklını çelinmesinden korkmaktadır anadolu umurunda değildir, anadolu onun için 1 avuç köylüdür halkı olarak bile görmemektedir. (nutuğu okursanız bunları çok rahat anlarsınız) ayrıca bazı kendini bilmezler atarürke inanmadıklarından! onlar için çeşitli avrupalı yazarların yazdığı kitapları tavsiye ediyoruz hiçbiri vahdettin efendinin 'git anadoluyada kurtar onları' dediğini yazmamaktadır (mesela size ölmeyi emrediyorum Edward J. Erickson 2001 kendisi amerikalı bir binbaşıdır ve ingilteredeki türkiyedeki bi çok arşivden alıntıdır yazdıkları)
aynı şekilde bu 'vahdettin atatürkü anadoluya kurtarması için gönderdi' sözünün yalan olduğu şurdan çıkmaktadır, atatürk samsundan amasyaya geçip kongre düzenlediğinde vahdettin olayın farkına varır ve küplere biner atatürk sivas kongresini yaparken artık yetkisizdir çünkü görevden alınmıştır niye? çünkü sevgtili eli öpülesi satıcımız paitahttan endişelenmiştir ingilizler atatürkten haberdar olunca kendisini kim koruyacaktır?
3- en önemli maddede budur arkadaşlarımın dedelerinden bile duyduğumdan kimsenin yalanına inanmam ismet paşanın yazmalarındanda araştırdığınızda göreceksinizki 1. inönü savaşında zındık şeyhülislam ve onun silah arkadaşı vahdettin efendi yunanlılarla çarpışan askerlerin içine nifak sokup 'halife hz lerinin ordusu yunan ordusudur kim onlara kurşun sıkarsa cehennemliktir' gibi zamanında çok etkili olan din afyonunu kullanmıştır ve ismet paşanın rakamlarıyla (kendisi çok iyi envarter sahibi disiplinli birisidir) 20 bin üzerinde kaçak olmuştur düşünsenize dinin en büyük noktası askeri olarak yunan askerini göstermektedir, bunun sebebide açıktırki yunanlılar kazanırsa yine padişah efendimiz eli öpülesi zatın tahtına dokunulmama sözüdür. ve son olarak yunan uçaklarıyla bildirisini dağıtan bir padişahdan bahsediyoruz herşey taht içindir, mal mülk götürmedi diyenlerede şaşarım torunları bile zevk sefa içibndedir bırakın kendisini hala mirası yenmektedir türkiyedeki mallarına el konsada dünyadaki bütün malları kendisine aittir öylede kalmıştır.
türk milletine ihanet eden osmanlı padişahı her ne kadar son zamanlar aksini söyleyenler olsada
adam hiçbir direnç göstermeden vatanını yabancılara vermiş,yunan ordusunu 'halifenin ordusu' diye sıfatlandırmış,namusu için savaşanlara 'dinsizler' demiş ve katledilmelerini emretmiş,ingilizlere 'Allah'tan sonra en çok size güveniyorum demiş'.bir insan HAİN olmak için daha ne yapmalı Allah aşkına.daha ne...
bir hatıra. Hasan Aksay anlatıyor: 80 öncesi. Saraylar Meclis'e bağlı ya, sarayları incelemek için Meclis'ten bir heyet seçiliyor.. Kayıtlar inceleniyor.. Altın bir Kur'an mahfazası var, içinde bir zarf. Açıp okutuyorlar, ne yazıyor diye. Heyette AP'li, CHP'li, MSP'li üyeler var.. CHP'li üye ikide bir Hasan Aksay'a takılıyor ve padişahların özel hayatları ile ilgili alaycı şeyler söylüyor.. Sözkonusu belge okunup belge ile ilgili açıklamalar yapılınca CHP'li üye gözleri dolu dolu gelip Hasan Aksay'dan özür diliyor.
Olay şöyle: Vahidüddin tehdit ve şantajla bir İngiliz gemisine bindirilip gönderilirken, son anda yolculukta okumak için bir Kur'an-ı Kerim istiyor.. Hemen gidip saraydan getiriyorlar.. Altın mahfazalı bir Kur'an. Vahidüddin, İtalya'ya varınca hemen Kur'an-ı Kerim'in mahfazasını çıkarıp, bir mektupla bizim sefarete gönderiyor. 'Bu altın kap, beytülmale aittir. Ümmete aid olan bir malın yerine iadesi ricasıyla' iade ediyor.
Tam bir müslüman gibi ölmüştür ;)
Ecevit'in vefat etmiş hali...