bulut renginde, dalgalı, bulutumsu anlamına gelir…Farsça sözcüğün aslı ‘ebr’ dir..zamanla değişikliğe uğramış ve önce ‘ebri’ sonra da ‘ebru’ ya dönüşmüştür…
Osmanlı döneminin de sanat dallarının bir tanesi olan ‘ebru’, yüzyıllardır hüsn-ü hat’ın önemli bir parçası olmuştur…
Ruhun, su ve renklerle yaptığı dansın sonucunda çıkan bir sanat eseri… pozitif düşünmeye sürükleyen, ruhu dinginleştiren bu harikûlâde dansın sanatkârı olabilmek de, herkese nasip olan bir beceri olmasa gerek…
Osmanlı devleti’nde, her türlü idari, örfi, şer’i, askeri siyasi, adli ve mali resmi işlerle alâkalı yazışmalarda, ilgili kalemin evrakın içeriği hakkında meseleyi ve görüşlerini yine aynı evrak üstünde üst veya alt boşluğa yazdıkları ekstra açıklama ve bu özetleyerek yaptıkları kısa arz yazılarına ‘derkenâr’ denilirdi….yazılı evrak üzerine düşülen şerh’dir…
Örneğin; sadrazam padişaha her mesele için ayrı ayrı arz tezkireleri adındaki telhisler hazırlamazmış…sadrazam, zaten ‘özetlemek’ mânâsına gelen ‘telhis’ yazılarında ilgili mesele ve konu hakkındaki kendi görüşlerini yine aynı evrak üzerine hülâsa olarak arz edermiş…padişah’da, kendisine sunulan ve okunan tezkirenin sol alt köşesine konu hakkındaki kararını derkenâr olarak yazdırır, sonra bu belge geri sadrazama iade edilirmiş…
Şimdilerde de hâlâ mühim resmi ve hukuki tüm belgelerde derkenârlara rastlanır…
Farsça bir terim olarak ‘faş’ ifşa etmek, açığa çıkarmak mânâsında olduğunu düşünürsek; şerha’da Osmanlıca mânâsıyla parça parça olarak açıklanırsa; faş-ı şerha, parça parça açıklamak şeklinde tanımlanabilir…ancak başka bir açıdan ‘şerha’ fiilini mecaz anlamda ‘yara’, ‘faş’ terimini de ‘sır’ mânâsında tanımlarsak, şu halde bu terkip bir ‘yaranın sırrı’, ya da ‘derdin sırrını ifşa etmek’ mânâsında da izâh edilebilir….beyit içerisinde görülseydi daha kolay açıklanabilirdi elbette...
panik atağı olanların çok sık karşılaştığı bir sorun…çarpıntı sonucu solunum hızlanır; çok sık ve hızlı nefes alıp verirler…bu durumlarda, aşırı soluk alıp vermeyi yapacağınız nefes egzersizleri ile kendi kendinize kontrol altına alabilirsiniz…evvelâ uzanın ve burnunuzdan çok derin bir nefes alın ve 10 saniye süre ile tutunuz nefesinizi…10 saniye sonunda ağzınızdan veriniz ve gevşemenizi sağlayacak telkinler veriniz kendinize…daha sonra 3 saniyede bir nefes alıp verin… bir dakika sonra bu periyodu tekrar yapınız… 5 dakika boyu bu nefes egzersizini yaptığınız takdirde, hızlanan nefesinizle beraber hızlanan kalp atışlarınızda düzene girecektir…zaten normali 3 saniyede bir nefes alıp ve vermektir; bu nefes egzersizi ile solunum ve kalp ritimleriniz normale dönecektir ve 3 saniyede bir nefes alıp vereceksinizdir….yani bir dakika içerisinde ortalama olarak 10 kez nefes alıp vereceksiniz ve normali de budur…
’bir yiyen pişman, bir yemeyen’ denir…yiyenin, doyumsuz tadından mütevellit ve/de yemeye bir başlayınca tatmakla kalmayıp yemeye devam edilesi bir tatlı olduğu için pişman olduğu söylenir…henüz yemeyeninde bu tadı tatmamasından dolayı pişman olacağı… tamam da buna neden yiyen karar veriyor…ben, hem yedim, hem pişmanım…bu pişmanlık çok beğendiğimden dolayı olmadığından, yemeden pişman olmak tercihim olurdu…lâkin yedim bir kere… çok pişmanım :)
genelde yolculuk esnasında mola verilen bir dinlenme tesisinden, ziyaretine gidilene alınması elzem hediye(!) bir tatlı…tesise girilir ve sanki şartmış gibi, ilk alınacak şey olan sıra sıra, üst üste dizilmiş pişmaniyelere doğru gayet emin gidilir ve alınır…. adı üstünde ‘hediyelik tatlı’, zaten hazır hediye paketlidir kendileri…pek matah bir şey olsa, hiç bir özelliği olmayan bu tatlı allanıp pullanarak satışa sunulmaz zaten :) (hem, bu pişmaniyenin alınması zorunluluğu da ne, bu bir şartlı refleks veya dürtü mü?) (geleneksel mi bu!) tıpkı hasta ziyaretine gidilirken mütemadiyen mandalina alınması gibi; ya da süt :)
şaka gibi bir tatlı bu pişmaniye… alırsınız elinize, (çatalla, yediğinize yiyeceğinize daha beter pişman ettirir zirâ) el, yüz, burun, çene bulaşmadan yiyebiliyorsanız bu bir yetenek derim…
bulut renginde, dalgalı, bulutumsu anlamına gelir…Farsça sözcüğün aslı ‘ebr’ dir..zamanla değişikliğe uğramış ve önce ‘ebri’ sonra da ‘ebru’ ya dönüşmüştür…
Osmanlı döneminin de sanat dallarının bir tanesi olan ‘ebru’, yüzyıllardır hüsn-ü hat’ın önemli bir parçası olmuştur…
Ruhun, su ve renklerle yaptığı dansın sonucunda çıkan bir sanat eseri…
pozitif düşünmeye sürükleyen, ruhu dinginleştiren bu harikûlâde dansın sanatkârı olabilmek de, herkese nasip olan bir beceri olmasa gerek…
kelime anlamı, sayfa kenarı (marj) ...
Osmanlı devleti’nde, her türlü idari, örfi, şer’i, askeri siyasi, adli ve mali resmi işlerle alâkalı yazışmalarda, ilgili kalemin evrakın içeriği hakkında meseleyi ve görüşlerini yine aynı evrak üstünde üst veya alt boşluğa yazdıkları ekstra açıklama ve bu özetleyerek yaptıkları kısa arz yazılarına ‘derkenâr’ denilirdi….yazılı evrak üzerine düşülen şerh’dir…
Örneğin; sadrazam padişaha her mesele için ayrı ayrı arz tezkireleri adındaki telhisler hazırlamazmış…sadrazam, zaten ‘özetlemek’ mânâsına gelen ‘telhis’ yazılarında ilgili mesele ve konu hakkındaki kendi görüşlerini yine aynı evrak üzerine hülâsa olarak arz edermiş…padişah’da, kendisine sunulan ve okunan tezkirenin sol alt köşesine konu hakkındaki kararını derkenâr olarak yazdırır, sonra bu belge geri sadrazama iade edilirmiş…
Şimdilerde de hâlâ mühim resmi ve hukuki tüm belgelerde derkenârlara rastlanır…
Farsça bir terim olarak ‘faş’ ifşa etmek, açığa çıkarmak mânâsında olduğunu düşünürsek; şerha’da Osmanlıca mânâsıyla parça parça olarak açıklanırsa; faş-ı şerha, parça parça açıklamak şeklinde tanımlanabilir…ancak başka bir açıdan ‘şerha’ fiilini mecaz anlamda ‘yara’, ‘faş’ terimini de ‘sır’ mânâsında tanımlarsak, şu halde bu terkip bir ‘yaranın sırrı’, ya da ‘derdin sırrını ifşa etmek’ mânâsında da izâh edilebilir….beyit içerisinde görülseydi daha kolay açıklanabilirdi elbette...
çarpıntı…
panik atağı olanların çok sık karşılaştığı bir sorun…çarpıntı sonucu solunum hızlanır; çok sık ve hızlı nefes alıp verirler…bu durumlarda, aşırı soluk alıp vermeyi yapacağınız nefes egzersizleri ile kendi kendinize kontrol altına alabilirsiniz…evvelâ uzanın ve burnunuzdan çok derin bir nefes alın ve 10 saniye süre ile tutunuz nefesinizi…10 saniye sonunda ağzınızdan veriniz ve gevşemenizi sağlayacak telkinler veriniz kendinize…daha sonra 3 saniyede bir nefes alıp verin… bir dakika sonra bu periyodu tekrar yapınız… 5 dakika boyu bu nefes egzersizini yaptığınız takdirde, hızlanan nefesinizle beraber hızlanan kalp atışlarınızda düzene girecektir…zaten normali 3 saniyede bir nefes alıp ve vermektir; bu nefes egzersizi ile solunum ve kalp ritimleriniz normale dönecektir ve 3 saniyede bir nefes alıp vereceksinizdir….yani bir dakika içerisinde ortalama olarak 10 kez nefes alıp vereceksiniz ve normali de budur…
fersûde
yıpranmış, solgun…
genelde yıpranan paralar ve basılırken bozulan, kirlenen gazeteler için kullanıldığı duyulur…
kötü, fena, korkulan…
güç durumlarla karşılaşıldığında veya alışılmışın dışında kişiler için kullanılan terim olur kendileri…
dili mi sürçmüş aceba :)
Allah’a inanmayan ve ahireti reddeden tartışmacı kimseler...
pişman-i-ye
piş-
pişman-
pişti(!) ıı ıhh olmuyor, kökünü ekini ayrırabilene aşk ola :)
kim, nasıl, neye göre türetti bu terimi? ne mânâsız, çok pişmanım bu terime uğradığım için :)
’bir yiyen pişman, bir yemeyen’ denir…yiyenin, doyumsuz tadından mütevellit ve/de yemeye bir başlayınca tatmakla kalmayıp yemeye devam edilesi bir tatlı olduğu için pişman olduğu söylenir…henüz yemeyeninde bu tadı tatmamasından dolayı pişman olacağı…
tamam da buna neden yiyen karar veriyor…ben, hem yedim, hem pişmanım…bu pişmanlık çok beğendiğimden dolayı olmadığından, yemeden pişman olmak tercihim olurdu…lâkin yedim bir kere… çok pişmanım :)
genelde yolculuk esnasında mola verilen bir dinlenme tesisinden, ziyaretine gidilene alınması elzem hediye(!) bir tatlı…tesise girilir ve sanki şartmış gibi, ilk alınacak şey olan sıra sıra, üst üste dizilmiş pişmaniyelere doğru gayet emin gidilir ve alınır….
adı üstünde ‘hediyelik tatlı’, zaten hazır hediye paketlidir kendileri…pek matah bir şey olsa, hiç bir özelliği olmayan bu tatlı allanıp pullanarak satışa sunulmaz zaten :)
(hem, bu pişmaniyenin alınması zorunluluğu da ne, bu bir şartlı refleks veya dürtü mü?)
(geleneksel mi bu!)
tıpkı hasta ziyaretine gidilirken mütemadiyen mandalina alınması gibi; ya da süt :)
şaka gibi bir tatlı bu pişmaniye… alırsınız elinize, (çatalla, yediğinize yiyeceğinize daha beter pişman ettirir zirâ) el, yüz, burun, çene bulaşmadan yiyebiliyorsanız bu bir yetenek derim…