Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • türk12.11.2007 - 12:03

    Bir Türk atasözü şöyle der; ' Yılan eğri akar,büğrü akar,deliğine geldi mi dosdoğru akar '

  • faşist12.11.2007 - 11:56

    Irkımı seviyorum İnsanlarımı seviyorum Vatanımı seviyorum onları daha fazlasını daha iyisine sayip olmaları gerektiğine inanıyorum.Irkımın özel olduğuna inanıyorum.Ben bir Faşistim Irkımı seviyorum.

  • kürt12.11.2007 - 11:37

    İç savaşa mı sürükleniyoruz?


    1800’lü yılların başından itibaren bütün Osmanlı coğrafyasında yaşanan iç savaşlarda Türkler büyük bedeller ödedi. Tarihçi Mc Carthy’ye göre o yıllarda toplam 5 milyon Türk öldürülmüştür. Daha fazlası ise Anadolu’ya göçmek zorunda kalmıştır. Bugün Anadolu’da bağımsız bir Türk Devleti’nin yaşamasını sağlayan ödenen bu ağır bedel olmuştur.


    “Türk-Kürt savaşı” tehlikesi

    Bir iç savaşa mı gidiyoruz? Son günlerde en çok tartışılan konu bu. Tüm Türkiye bir iç savaşa dönüşecek bir Türk-Kürt kavgasının başlamasından endişeleniyor. Malum, ortada Kürtlük temelinde örgütlenen bir bölücü terör örgütü var ve 25 yıldır Türk Milleti bu bölücü teröre evlatlarını kurban veriyor.

    Bu bölücü terör, Türk köylerini basmakta, Türklerin bindiği minibüsleri taramakta, Türk askerlerine saldırmakta... Yani tamamen etnik zeminde saldırılar düzenlemekte.

    Ve bölücü teröre karşı tepkiler arttıkça, Kürtlük temelinde örgütlenen bu kanlı örgüte karşı Türklük temelinde bir birlik ve beraberlikle yanıt verilmesi gerektiği de ortaya çıkıyor.

    Emperyalizm ve yandaşları ise dört bir koldan Türklük temelindeki bu örgütlenmeyi engellemeye çalışıyor. Temel slogan ise şu: “Türklük temelinde örgütlenme ülkede bir Türk-Kürt kavgasına yol açar. Bu da ülkemizi bir iç savaşa sürükler.”

    Emperyalizmin ulusal kesimler içindeki uzantıları da hemen propagandaya girişiyor: “Emperyalizm ülkemizi Türk-Kürt diye bölmeye çalışıyor. Emperyalizmin oyununa gelmeyelim. Türk-Kürt kavgasını körüklemeyelim. Emperyalizmin istediği iç savaşa karşı çıkalım.”

    Emperyalizme çok karşıymış gibi gözüken ama Türklerin birliğini engelleyen ve dolayısıyla aslında emperyalizme hizmet eden bu tezlere karşı çıkmak gerekiyor.

    Emperyalizm iç savaş körüklemez, iç savaşta taraf olur

    Öncelikle emperyalizmin iç savaşlar körükleyerek hakimiyet sağladığı paradigmasıyla hesaplaşmak gerekiyor.

    Emperyalizmin dünyanın belli bölgelerinde iç savaşlar çıkardığı doğrudur. Bu iç savaşların çıkmış olması, emperyalizmin işine de gelmiş olabilir. Ama bir başka gerçeği daha unutmamak gerekiyor. Emperyalizm, çıkan iç savaşları “Yaşasın, ben bu ülkeyi böldüm” diye ellerini ovuşturarak izlemez. Çokça propagandası yapıldığı gibi iki tarafa silah satarak kazançlı çıkmaz.

    Emperyalizmin dünya çapında yayılma stratejisi iç savaşlarda silah satmak değil, iç savaşlar yoluyla kendisine tam ya da yarı bağımlı bölgeler yaratmaktır.

    Irak bu açıdan önemli bir örnektir. Saddam döneminde Sünnilerin ve Şiilerin, Arapların ve Türkmenlerin beraber yaşadığı Irak, bugün yoğun bir iç savaş yaşamaktadır. Ancak emperyalizm bu iç savaşı “Bakın nasıl da birbirlerine düşürdüm” diye izlememektedir.

    Emperyalizm Irak’ta yaşanan iç savaşı körükleyendir, doğru. Ancak bu iç savaşta taraf tutmaktadır: Emperyalizm açık bir şekilde Kürtleri desteklemektedir. O kadar ki, Irak Cumhurbaşkanlığına bir Kürdü, Talabani’yi getirmekten geri kalmamıştır.

    ABD, bununla da yetinmemiş, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti için düğmeye basmıştır. Bu bağlamda, yıllardır birbiriyle savaşan Kürt aşiretlerini de barıştırmıştır. Kısacası emperyalizm, Irak içinde bir iç savaşı körüklerken, Kürtler arasındaki savaşı durdurmuştur.

    Görüldüğü üzere, bir iç savaşın yaşanıyor olması emperyalizm için tek başına yeterli değildir. Bu iç savaşta emperyalizmin desteklediği bir etnik ya da dini unsurun hakim çıkması da gereklidir. Halbuki, “Aman iç savaş çıkmasın, emperyalizm iç savaşlar körüklüyor” tezlerinin dayanak noktası emperyalizmin her türden milliyetçiliği ve ırkçılığı körükleyerek halkları birbirine düşürdüğü şeklindedir.

    Ancak, Irak örneğinde böyle olmadığı ortadadır. Emperyalizm Sünni direnişçi grupları desteklememektedir.

    Kerkük’te Kürtleşmeye direnen Türkmenleri de kesinlikle desteklememektedir.

    Aksine, ABD ordusu, bir yandan Kürtleri silahlandırıp Peşmergelere tank bile verirken, diğer yandan Telafer’de Türkmenleri, Bağdat’ta Arapları katletmektedir.

    Kerkük’teki Kürtleri silahlandıran ABD, Arap ve Türkmenlerin ise şehri terk etmesini istemektedir.

    ABD, Irak’ta bütün etnik unsurları birbirine düşürme amacıyla kışkırtmamakta ve tümünü birden desteklememekte, tersine, Kürtlere dayanan bir iç savaş örgütlemektedir.

    Yani ABD Irak’ta tarafsız bir iç savaş kışkırtıcısı değil, taraflı bir saldırgandır.

    Aynı şekilde iç savaşlarda her iki taraf da emperyalizmin tuzağına düşmüş olmamaktadır. Taraflardan biri emperyalizmin desteğini alıyorsa, karşı taraf da aslında antiemperyalist bir savaş vermeye başlamaktadır. Dolayısıyla iç savaş taraflardan biri için antiemperyalist savaşa dönüşmektedir.

    Kurtuluş Savaşı döneminde yaşanan Türk-Yunan ve Türk-Ermeni savaşı

    Bugün Irak’ta yaşanan iç savaşın ve o çok korkulan Türk-Kürt iç savaşının benzeri, bu topraklarda önce Türklerle Ermeniler, sonra da Türklerle Yunanlılar arasında yaşandı.

    O günleri hatırlamak bugünleri daha iyi anlamak için gereklidir.

    Bu noktada bir iç savaş tanımı yapmamız gerekiyor. İç savaş, iki ayrı devlet arasında yaşanmayan savaştır. Yani savaş çıkana kadar aynı devletin vatandaşı kimliğini taşıyan, belki aynı köyde, aynı mahallede iç içe yaşayan insanların etnik ya da dini temelde ayrışarak birbirleriyle savaşmasıdır.

    Yani iç savaş aynı ülkenin vatandaşlarının birbirlerine düşmesidir.

    Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan Türk-Yunan savaşı bu anlamda bir iç savaştır. O güne kadar Anadolu’da Türklerle kardeşçe yaşayan Rumlar büyük bir ihanet göstererek savaşta Yunanlıların tarafında yer almıştır.

    Anadolu’da Yunan işgali bilindiği gibi 15 Mayıs 1919’da İzmir’de başladı. Ve başından itibaren Rumların yoğun desteğini arkasına aldı. Türklerin “kardeş” bildiği Rumlar, Yunan işgaliyle birlikte aslında ne kadar “kalleş” olduklarını gösterdi. Türk düşmanlarının kendilerini güçlü hissettikleri anda sandıklarda sakladığı silahlarını çıkarıp Türklere saldıracağı böylece görülmüş oldu.

    İzmir’in işgali Rumlar tarafından coşkuyla kutlandı. İşgalin hemen ertesinde çıkan bir Rum gazetesinde şöyle yazılacaktır:

    “Bu, adeta kalplerin, çiçeklerin ve bayrakların büyük bir bayramı oldu. Bütün Yunan filosu orada, kilise çanları bütün hızları ile çalınıyor, askeri mızıkalar vatan marşları çalıyordu, gemi düdüklerinin feryadı, şevk ve neşe çığlıklarına karışıyor. Metropolit ve papazlar, kurtarıcı sancaklar önünde diz çöküyorlar ve ağlayarak, dualar okuyarak onları öpüyorlardı. Askerler ve deniz silahendazları kendilerini kolları üstünde taşıyan ve çiçek yağmuruna tutan, sevinçten sarhoş olmuş halkın önünden geçiyorlar, beşyüz yıl esirlikten sonra İzmir yeniden eski Yunan hürriyetine kavuştu.”

    Yunanlılar İzmir’le yetinmeyecek, bütün Ege Bölgesi’ni Sakarya ve Eskişehir’e kadar işgal edecektir.

    Rumların bu işgale desteği ise limanlarda bayrak sallamaktan öteye geçecektir. Yerli Rumlar, Yunan ordusuna rehberlik edecek, Türk köylerini basan Yunan ordusuna gönüllü Yunan çeteleri destek olacaktır.

    Rum-Yunan-Pontus zulmünün boyutları

    Türklere yönelik bu zulüm Yunanlılar denize dökülene kadar sürecektir.

    Yunan zulmü boyutsuzdur.

    Bütün boyutuyla anlatmak bu derginin sayfalarını aşar. Bir örnek olarak Hasan İzzet Dinamo’nun Kutsal İsyan isimli değerli eserinin ilk cildinden bir bölüm aktarmakla yetineceğiz. Yunan zulmünün ne kadar insafsız olduğunu merak edenler daha ayrıntılı bir okuma için bu kitaba başvurabilirler:

    “Rum rehberleriyle birlikte iki makineli tüfek ve dokuz Yunan eri, Karamandıra köyüne girmiş, halktan iki bin altın istemişti. Bu parayı köyün ağası Hacı Mustafa’nın getirmesini isteyen erler, onun direnmesine kızarak sakallarını tutuşturmuşlardı. Kafası kızarak çılgına dönen Hacı Mustafa, Yunanlılara büsbütün karşı durmuş, bunun üzerine adamcağızı kurşunla delik deşik etmişler, sonra da hınçlarını alamayarak onun karısına, kızına saldırmışlardı. Kızın ırzına geçmişler, sonra boynuna bağladıkları bir ipi ahırdaki atın kuyruğuna bağlayarak hayvanı süngüyle dürtüp yaralamışlar, hayvan can korkusuyla kaçıp giderken kızcağızı parça parça etmişti.

    Yunanlılar sonra köyün bütün erkeklerini bacaklarından birbirine bağlayarak baştan başa köyü dolaştırmışlar, bu sırada da onları kırbaçla, sopalarla durmadan dövmüşlerdi. Bu arada işin daha çok tadını çıkarmak isteyen erler, birçok erkeği kurşunlayarak öldürmüşlerdi. Direnen Çiftçi Emrullah, büyük işkencelerle öldürülmüştü. İlk önce sokaklarda kırbaçlanarak yürütülmüş, sonra kaba etlerine kasatura sokulmuş bütün parmakları bire birer kesilmiş, gözünün biri de oyulduktan sonra başı gövdesinden ayrılarak bir ağacın çatalına konmuştu.”

    O günlerde Türkiye’de bulunan ünlü tarihçi Arnold Toynbee de Yunan vahşetine tanık olmuştur. Bir mektubunda Yunan zulmünün başvurduğu insanlıkdışı “yöntem”leri şu şekilde sıralamaktadır:

    “Tırnak sökmek, un çuvalına sokarak dövmek, çuvala koyup suya atarak boğmak, ağaca asarak kasap gibi parça parça etmek, diri diri kendilerine kazdırılan çukura gömmek, gözleri oymak, kulak kesmek, kol-bacak kesmek, camiye doldurup yakmak, evlerde soygun, silahı kurbanın eline verip kendi kendini öldürtmek, dağa kaldırmak, ırza geçmek, kadın memelerinden kebap yapmak, kadınlara zorla kesilmiş erkek cinsel organlarını çiğnetmek, çocukların ana babalarına zorla tecavüz ettirilmesi, kurşuna dizmek, kadınların edep yerlerine bomba koyup patlatmak, Kuran’a tecavüz, kızgın demirle dağlamak, boğaza, kulağa, gözlere erimiş kurşun dökmek, tabanları yarıp yaraya tuz basarak yürütmek, tabanlara nal çakmak, vb.”

    Rumların ihanetinin bir başka örneği ise Karadeniz bölgesinde yaşanmıştır. Samsun, Ordu ve Giresun’da İngiliz desteğini alan Rumlar Pontus Devleti’ni kurabilmek için Türk köylerine baskınlar düzenlemeye başlamıştır. Senaryo aynıdır. Bölgedeki Türk köylüleri korkutulacak ve kaçırılacaktır. Böylece bölgede Rum çoğunluğunu sağlayarak Pontus Devleti için uluslararası kamuoyu oluşturulacaktır.

    Rumların bu ihanetinin boyutu hakkında kesin rakamlar maalesef yoktur. Ancak bir fikir vermek için toplam Türk nüfusu o dönemde 10 bin olan Bandırma ve yöresindeki Yunan zulmü için şu rakamları verebiliriz: Ölü: 890, yaralı: 1.219, dayak ve işkence: 2.228, ırza tecavüz: 207, yakılan ve yıkılan ev sayısı: 3.134, öldürülen hayvan: 18.243.

    Yani her 10 Türk’ten biri öldürülmüş, neredeyse bütün Türk evleri yakılıp yıkılmıştır!

    Üstelik bu bilanço Yunan işgali dönemiyle sınırlı değildir. 1820 yılından itibaren Yunanlıların bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle birlikte, özellikle Balkan Savaşı döneminde bugünkü Yunanistan sınırı içinde on binlerce Türk öldürülmüş, çok daha fazlası yerinden ve yurdundan sürülmüştür.

    1800’lü yılların başından itibaren Balkanlar’da yaşananlar büyük bir iç savaştır. Ama bu iç savaşta da yıllar sonra Anadolu’da yaşanacağı gibi Türklerin arkasında hiçbir emperyalist destek yoktur. Yani ortada bir “emperyalistlerin kışkırttığı etnik unsurlar arası savaş” değil, Türklerin aleyhinde her tür etnik unsurun emperyalistler tarafından silahlandırıldığı bir istila hareketi söz konusudur.

    Rusya’nın Ermenileştirme politikası

    Anadolu’da 1800’lü yılların başlarından itibaren yaşanan Türk-Ermeni savaşı da bir iç savaş olarak nitelendirilmelidir. Ve bu iç savaşta emperyalizm başından itibaren Ermenilerin yanında yer almıştır. Yani pek çoklarının ağzına sakız ettiği “emperyalizmin iç savaşın iki tarafına da silah satarak savaşın kesin galibi olma” gibi bir durum söz konusu değildir. Emperyalizm net bir şekilde Ermenileri desteklemiş, gerek silah ve mühimmat yardımı, gerekse barış toplantılarındaki “diplomasi” yardımıyla Anadolu’da yaşanan ve on binlerce insanın ölümüne neden olan bu iç savaşta açıkça Türklerin karşısında yer almıştır.

    Halbuki, 1800’lü yıllara gelininceye değin Türklerle Ermeniler arasında hiçbir etnik sorun yaşanmamıştı. Ermeni-Türk Savaşı Rusya’nın Kafkaslar’a inmesiyle birlikte başladı. Rusya, önce Kafkaslar’ı sonra da Anadolu’yu Türklerden “arındırmayı” hedef olarak belirlemişti. Yüzlerce yıllık Türklük geçmişi olan bu bölgeler Ermenilerin desteğiyle Rus hegemonyasına alınacaktı.

    Bu bağlamda 1820 yılından itibaren Rusya, Kafkaslar’a yönelik yoğun bir Ermeni göçü organize etti. Rusya’nın ve Kafkaslar’ın çeşitli bölgelerinden Ermeniler adım adım bu bölgeye yerleştirildi. Bir yandan da, o yıllara değin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bugünkü Ermenistan’da büyük Türk katliamları yaşandı. 1870’lere gelinene dek 200 bine yakın Kafkas Türkü öldürüldü. Bir o kadarı da Anadolu’ya ve bugünkü Azerbaycan’a kaçmak zorunda bırakıldı.

    Doğu Anadolu’da Ermeni terörü

    1870’lere gelindiğinde Kafkaslar’da tamamen kontrolü eline geçirmiş olan Rusya, Doğu Anadolu’ya yöneldi. 1877-78 Türk-Rus Savaşı’nı Rusya’nın kazanması üzerine Doğu Anadolu’daki Türklere yönelik Ermeni terörü başladı.

    Ermeniler Taşnak ve Hınçak gibi örgütler kurdu ve Türk köylerine baskınlar düzenlemeye koyuldu. Amaç ortadaydı. Türkleri Doğu Anadolu’dan göçmek zorunda bırakmak ve bölgede Ermeni nüfusunun çoğunluk olmasını sağlamak.

    Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına değin Ermenilerin yürüttüğü bu sindirme, kaçırma politikasının Türkler açısından faturası ağırdı. On binlerce Türk köylüsü bu “iç savaş”ta öldürüldü.

    Fransızlar ise Adana bölgesindeki Ermenileri örgütlemeye başlamıştı. Bu bölgedeki Ermeni saldırıları Fransız yardımlarıyla gerçekleşiyordu. 1909 yılında Ermeni çeteleri Adana’da onlarca Türk köyünü basarak yüzlerce Türk’ü öldürdü.

    Ermeni saldırıları, Türk köylerinin basılması ve çoluk çocuk demeden herkesin öldürülmesi ve köylerin yağmalanması şeklinde gerçekleşiyordu. Yüzlerce örneği bulunan bu saldırılardan ilkini burada aktarmakla yetineceğiz. Ermeni terör örgütü Taşnak ilk saldırısını 25 Temmuz 1879’da gerçekleştirir. 750 kişilik bir kuvvetle Ermeni çeteleri Başkale’de bir Türk köyüne baskın düzenler. 250 hanelik köyün bütün sakinleri öldürülür ve mallarının tümü yağmalanır.

    Doğu Anadolu’daki bu Ermeni saldırıları Birinci Dünya Savaşı’na kadar sistemli bir şekilde devam eder. Maraş, Merzifon, Kayseri, Yozgat gibi şehirlerde Ermeniler ayaklanırlar. Tabii bu ayaklanmalar gözü dönmüş Ermeni çetelerinin Türk köylerini basarak gördükleri herkesi öldürüp mallarına el koyması şeklinde gerçekleşmektedir.

    1. Dünya Savaşı’nda Ermeniler Türk Ordusu’nu arkadan vurdu

    Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Ermeni zulmü artarak devam eder. Rus orduları Van, Bitlis ve Muş’a doğru ilerlemektedir. Bir yandan da bu illerdeki Ermeniler gizlice silahlandırılmaktadır. Plan gizli ve sinsidir. Ruslar bu şehirlere saldırdığında, Ermeniler de eşzamanlı ayaklanacak ve Osmanlı Ordusu’nu arkadan vuracaktır. Türkler iki ateş arasında kalacaktır.

    Ermeni köylerinde “Dayanın, kurtarıcı Rus ordusu bize yaklaşıyor. Kaleye Ermeni bayrağının dikileceği gün pek yakındır” yazılı bildiriler dağıtılmaktadır.

    Ermenilerin ilk sinsi saldırısı 8 Nisan 1915’te gerçekleşir. Van’da Osmanlı Ordusu’nun cephane deposu olan Mahhudaya Kışlası’na 400 metrelik bir tünel kazarak ulaşan Ermeniler, Rus saldırısının başlamasından bir gün önce, cephaneliği patlatırlar. Daha sonra Van’daki bütün Ermeniler ayaklanır. Böylece Osmanlı Ordusu arkadan vurulduğu gibi, Van’da direnen Türklerin başka illerden destek alması da engellenmiş olur.

    Van’ı ele geçiren Rus General Nikolayef raporunda şöyle diyecektir:

    “Bir ay süren Ermeni silahlı mukavemeti sayesinde Van’ı işgal ettik. Türk mahalleleri haraptır. Fakat Ermeni mahallesiyle Rus Konsolosluğu ayakta durmaktadır. Halk bizi Türklerden yağma ettiği toplarla selamladı. İdareyi Ermenilere verdim. Mukavemet kahra-manı Aram Manukyan’ı vali tayin ettim.”

    Rus generalin raporundaki bir gerçeğe dikkat çekmek istiyoruz. Van’da yaşanan aslında bir iç savaştan da öte, Ermenilerin Ruslarla birlikte Türklere saldırısıdır. Çünkü, Türk köyleri harapken Ermeni köyleri sapasağlam ayaktadır.

    İç savaş mı, Türklere karşı istila hareketi mi?

    Bu istila hareketi Anadolu tamamen Türklerden arındırılıncaya kadar sürecek gözükmektedir. 1800’lerin başından itibaren Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’da, daha sonra Maraş-Antep yöresinde, sonra Kıbrıs’ta, sonra Musul-Kerkük’te yaşananlar bu bağlamda ele alınmalıdır. Türklerin yaşadığı geniş Osmanlı coğrafyası son 200 yılda emperyalistlerin desteklediği iç savaşlar sonucu adım adım Türklerden “arındırılmıştır.” Yaşananların Türkleri Anadolu ve civarından püskürtme amaçlı bir istila hareketi olduğunu görmek gerekiyor.

    İşin ilginci, tüm bu süreçte yaşanan savaşların hiçbirinde emperyalistler Türklerin tarafında yer almamıştır. Bütün savaşlarda Türkler, bütün emperyalist devletlerin ortak düşmanıdır.

    Bugün ise bu istila hareketinin operasyonel gücü olarak Kürtler kullanılmaktadır. Üstelik sadece Türklere karşı değil, Araplara ve İranlılara karşı da.

    Dün işgal ordularını Ermeniler ve Yunanlılar ellerinde bayraklarla karşılıyordu.

    Bugün bunu Kürtler yapmaktadır. Irak’ı işgal eden ABD kuvvetleri Irak’ta bir tek Kürtler tarafından çiçeklerle karşılanmıştır.

    Ancak biz Türkler açısından durumun daha avantajlı olduğunu görmemiz gerekiyor. O dönem emperyalizmin kullandığı Yunanlılar ve Ermeniler ne olursa olsun tarihsel köklere sahip milletlerdi. Ve yaşanan iç savaşın aslında bir zemini bulunuyordu. Osmanlı’nın Anadolu’ya hakim olduğu yüzyıllar boyunca Ermenileri ve Rumları asimile etmemiş olması bir hata mıdır değil midir başka bir tartışma konusudur. Ancak, sonuç olarak Anadolu’da bir Rum ve Ermeni varlığından bahsetmek gereklidir.

    Şunu da eklemek gerekir ki, 1800’lerin başından itibaren yaşanan iç savaşlar Rumlar ve Ermenilerle Türkler arasında bir hesaplaşmaya dönüşmüştür. Türkler 1919-1922 yılları arasındaki savaşlardan galip ayrılmıştır. Zaten Anadolu’daki varlığını da bu sayede devam ettirebilmiştir.

    Ancak Türk-Yunan ve Türk-Ermeni savaşlarından çıkarılması gereken bir başka ders ise, Rumların ve Ermenilerin ancak ve ancak kendilerini güçlü hissettikleri anda yani emperaylist işgal sırasında saldırıya geçtiğidir. Ancak işgalin gerçekleştiği anda çok organize ve silahlı bir şekilde başlayan iç savaşlar Rumların ve Ermenilerin bir iç savaş için uzun süredir hazırlandığını göstermektedir. Türkler ise çıkan o iç savaşlarda gafil avlanmış, hazırlıksız yakalanmıştır.

    Ancak “çoğunluk” olduğumuz için bu savaşlardan galip çıkmasını başarmışız.

    Türk-Kürt savaşı nasıl engellenir?

    Bugünkü duruma baktığımızda ise Kürtlerin ne Anadolu’da, ne Irak-Suriye’de ne de İran’da tarihsel bir birikimi bulunmadığını görüyoruz. Emperyalizm aslında son kozlarını oynamakta. O yüzden bu son istila hareketini def etmek daha kolay. Bugün Kürt kimliğiyle karşımıza çıkanların aslında emperyalizmin kanlı istila hareketinin piyonları olduğunu ortaya koyabilirsek, sorunu baştan çözmüş oluruz.

    Bugün olası bir Türk-Kürt savaşını engellemenin ve daha önce Rumlar ve Ermenilerle yaşanan kötü deneyimlerin tekrarlanmamasının tek yolu Türk’ten, Arap’tan ve İranlıdan ayrı bir Kürt kimliğinin engellenmesidir.

    Bugün karşımıza Kürt kimliğiyle çıkanların yarın bir iç savaşta Türk köylerini basan çetelere dönüşeceği tarihsel deneyimlerimizle sabittir.

    O acı günleri yaşamak istemiyorsak, İzmir işgal edildiğinde sokaklara dökülen Rumlara şaşkınlıkla bakan İzmirli Türkler gibi olmayalım.

    Önlemini şimdiden alalım. Ülkeyi bir iç savaşa götürecek olan Türk-Kürt ayrımını ortadan kaldıracak Atatürk çözümünü uygulayalım: “Türkiye Türklerindir” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene! ”

    Bir iç savaşı engellemenin tek yolu, iç savaşın taraflarından biri olacak Kürt kimliğinin güçlenmesini engellemektir. Bu, aynı zamanda en barışçı yöntemdir.

  • mustafa kemal atatürk11.11.2007 - 09:53

    'Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.'

  • nasyonal sosyalizm11.11.2007 - 09:42

    Kurtuluşumuz

  • adolf hitler 11.11.2007 - 09:39

    Alles für Sieg Alles für Reich
    Mein Führer Sie Leben
    88

  • adolf hitler 09.11.2007 - 09:40

    Bize Dünyanın değiştirile biliceğini göstermiştir.Birilerinin koyduğu oynun kurallarına uymamış ve hep doğruyu söylemiştir.Bu yüzden kendisinden korkulmuştur.Herşeye rahmen sözleri hala yol gösterici olmaktadır
    Heil Hitler

  • faşist07.11.2007 - 09:51

    Tek Din Tek Irk Tek Devlet

  • adolf hitler 07.11.2007 - 09:50

    Yol gösterici.Führer emretsin biz koşarız

  • nevruz07.11.2007 - 09:48

    Pkk propagandası yapma günü.