“Allah’ım! Ümmetin Suskunluğunu Sana Şikayet Ediyorum! ”
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah! Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim! Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim! Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak? Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!
Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken! Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı! ? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; “Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! ” diye çağıramaz mı! ? Buna da mı gücünüz yetmiyor! ?
Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: “Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık! ”
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin!
Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
“Allah’ım! Sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum… Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum… Sen mustazafların Rabbisin… Sen bizim Rabbimizsin… Bizi kime bırakıyorsun? … Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikayette bulunuyorum.
Sana şikayette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı… Birliğimiz bozuldu… Yollarımız ayrıldı… Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikayet ediyoruz…”
Abdülaziz Er-Rantisi: 'Şeyh Yasin bir ulusun içinde adam, adamın içinde bir ulustu. Bu ulusun intikamı bu adamın boyutlarında olacaktır. Laf değil,icraat göreceksiniz'
Kar kalınlığının 50-70 cm’yi bulması demek, evde mahsur kalmak ve ev eğlenceliklerinden kam almak demek.
Cuma günü, ikinci kez izleme fırsatı bulduğum Bayhan’ın Armağan Çağlayan’a verdiği cevap o kadar hoştu ki Clinton ve araba süren mü’min kadınlar konulu yazımı bilgisayarımın sarı klasörlerine havale edip Tarantino’nun filmlerine çok yakışacağını düşündüğüm Bayhan’ı yazmak istedim. Sahne şu: Çağlayan ‘O ayakkabıları hiçççç beğenmedim.’ diyor, Bayhan cevaplıyor: “Canın sağ olsun abi...”
Bu diyalog birden başka bir yönetmeni daha hatırlattı bana. Radikal feministlerin çok sevdiği Marlen Gorris’i ve 70’lerde çektiği ‘Bir Sessizlik Sorgusu’nu. Film birbirini hiç tanımayan üç kadının butik sahibi bir erkeği öldürmeleri ve tutuklandıktan sonra farklı bir direniş biçimi geliştirerek, ‘eril’ dünyanın dilini kullanmayı reddetmeleri üzerine kuruluydu. Kadınlar kendilerini savunmuyorlar, doğal olarak mahkeme heyeti ve jüri sanık kadınlardan nefret ediyordu. Ancak mahkeme ilerledikçe salona alınan bir grup kadın da bu eyleme zımnen katıldılar, alkışlarla ve sözsüz ‘duruşlarla’... Gorris’in filmi sessiz ve uysal görünen bir kitlenin meşru kabul edilen üst dile eklenmemeyi reddetme vurgusu ile ilginçti.
Pop Star ‘tezgahı’ sosyal katmanların temsil edildiği, kimi plastik çatışmaların dışında aslında derinden derine nelerin çatıştığını gösteren bir sosyoloji ve psikoloji laboratuvarına dönüştü epeydir. İki kategori, iki katman yarışıyor aslında: Bayhan’lar ve Barış’lar. Bayhan bir Hakan Taşıyan değil. Alt sınıftan, ağzı laf yapmayan, ama gerektiğinde İngilizce şarkı söyleyen, ‘aidiyet’ sorunu olmayan, üst dile eklemlenmeyi umursamadığını safiyane dehasıyla, bastıra bastıra vurgulayan bir melez. Barış da bir Erol Evgin değil. Şehirliliği, merkezin değerlerinin taşıyıcısı olmayı ‘bizler’ ‘onlar’ gibi hiç de şık olmayan sınıfsal sulara sürükleyen potansiyel kanaat önderi, bir cins Çelik. Barış da tıpkı Bayhan gibi bir ‘duruş’un sahibi: Bayhan’ların sahne alabildiği bir ortam için ‘bizim gibiler’ fazla iyidir duruşu. Lakin bunu çok ‘belli ettiği’ için oyun dışı kaldı, şimdi onun yerini doldurma işi diğer şehirli-cici çocuğun; ailenizin loli-pop’u, pastörize Tarkan Abidin’in. Tabii halkımız son bir manipülasyonla atağa geçip “Türk pop starı dediğin feleğin çemberinden geçmiş olmalı, arabesk bir yanı olmalı ama Batılılık ölçütlerinde formatlanabilecek kadar da ergonomik olmalı” deyip Firdevs’i taçlandırmazsa.
Aslında Firdevs ile Bayhan arasında ‘acıların çocuğu’ olma bağlamında hiçbir fark yok; tek fark Firdevs’teki, her şeyi geride bırakmak, daha dantelalı, köpüklü, tüylü terlikli bir hayata; mutlu ve arabalı insanlara yol boyu eşlik edecek, onlara geçici ve gerekli acılar temin edecek bir müzik kariyerine atardamardan bağlanmak arzusu. Firdevs gibi pop star olmanın kendisini idealize eden biriyle; yani ayakkabısının hayati mesele olduğunu bilen biriyle, tahakküm ilişkisi kurmak kolay. Ama o dilin, o jargonun içinde olmayı iplememeyi ‘mesele’ yapan biriyle, ‘canın sağ olsun’ yani ‘söylediğini arkamı döndüğüm an unutacağım’ diyen biriyle aynı ilişkiyi kurabilmek güç. Jürinin Bayhan’dan etkilenmesinin de, gıcık kapmasının da nedeni bu. Bayhan, her yerde eğilip bükülmek zorunda kalan, ezilip horlanan sınıfı için dimdik bir ‘omurga’nın reklamını yapıyor. İlk elemelere kısa pantolonla gelmiş, çocuksu bir katil olan bu kenar-şehirli çocuğa her şey irtifa temin etti. Bir kötürüm için tekerlekli sandalye ne ise, ezilen sınıflar için o kadar elzem bir ihtiyaç: Bayhan duruşu, Bayhan bakışı. Anlamı şu: “Acının kalbinde piştim, sabrettim, dik durdum, yalnızca kaderime teslim oldum; sen de öyle yap güzel kardeşim; bak İngilizcesi de şu: Keep walking my friend.”
88. De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”
89. Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkarda direttiler.
90,91,92,93. Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça, yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça, yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe, yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe, yahut altından bir evin olmadıkça, ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim.”
94. İnsanlara hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi? ” demeleri engel olmuştur.
95. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) , yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
96. De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.
225,226. Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.
227. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir
Ümmi biri nasıl Kur'an-ı Kerimi yazabilir ki; bu Allah'ın bir hikmetidir ki daha sonra gelebilecek iftiralara karşı peygamberi korumak içindir. Hz.Muhammed (s.a.v.) İslâm denilen ve Hz.Ademden başlayan Hz.Nuh, Hz.İbrahim,Hz.Davud,Hz.Musa ve Hz.İsa gibi peygamberlerinde devam ettirdiği dinin son ve en büyük peygamberidir. Kur'an-Kerimin ilahi bir kitap olduğu o kadar açıktır ki, keşke okusaydınız. Bu türlü iftiralar daha Hz.Peygamber döneminde dahi yapılmış ve bir ayet inmiştir, aklımda kaldığı kadarıyla mealen şöyle deniliyor: 'Kur'an'ı inkar edenler (insan eliyle yazıldığını iddia edenler) onun bir benzerini getirsinler bakalım'
Yaklaşık 24 yıldır ülkesine kan kusturan, ülkesinin bugününü ve geleceğini mahveden, sonunda ülkesinin işgaline de yol açan Irak lideri Saddam Hüseyin kendi yolunun sonuna da çok acı, ibretli ve de haysiyetsiz bir tarzda ulaştı.
Herkesin televizyonlardan Tikrit yakınlarındaki bir delikte nasıl, hangi şartlarda yakalandığını hemen hemen bütün ayrıntı ve görüntüleriyle artık gayet iyi bildiği gibi Saddam artık Amerikan ordusunun elinde bir savaş esiri olarak yargılanmayı bekliyor ve bu arada şüphesiz ciddi bir sorgulamadan da geçiyor.
Yapılan bu sorgulamaların hepimizin kafasında bulunan Irak ve savaş ile ilgili birçok müphem, karanlık noktayı ne kadar aydınlatıp aydınlatamayacağını henüz bilmiyoruz; çünkü sorgulama sonuçlarının ne kadarının bizlere açıklanıp açıklanmayacağı belli değil. Ne var ki, buna rağmen son bir-iki gündür medyada ortaya çıkan bazı bilgi ve haberlerden bildiğimiz ama yüzde yüz emin olmadığımız bazı noktaları da şimdi oldukça emin bir şekilde öğrenmiş de oluyoruz.
Bunlardan birisi mesela Irak’ın 1991 yılında Kuveyt’i neden işgali ile ilgili ve hâlâ bazı komplocu kafalar tarafından ısıtılıp ısıtılıp ortaya konan Amerika’nın Saddam’ı Kuveyt’in işgaline yeşil ışık yaktığı, yani teşvik ettiği yolundaki, temelsiz iddia. Bu iddia aradan 12 yıl geçmesine rağmen ve benim de bu köşede defalarca çürütmüş olmama rağmen bazı çevrelerde hâlâ canlı tutuluyor ve bu ve benzeri iddialar bu ülkedeki temelsiz, boş, gereksiz ve de anlamsız Amerikan düşmanlığı için sürekli malzeme olarak kullanılıyor.
Saddam Hüseyin iktidardayken ve yakın adamları sürekli bu iddiayı yalanlarken bile bu mahut çevreler hep aynı teraneyi, aynı çürük iddiayı dillendirip duruyorlardı. Bakın şimdi Saddam Hüseyin yıllardır söylediği aynı şeyi söylüyor ve Kuveyt’i Irak’ın bir parçası, bir vilayeti olarak gördükleri için işgal ettiklerini söylüyor.
Bunu da önceki gün şahitlerin huzurunda kendisini tutuklu bulunduğu yerde ziyaret eden ve kendisiyle konuşan Irak Geçici Hükümet Konseyi (IGHK) üyelerine söylüyor ve böylece yıllardır devam eden bir iddiaya da bizzat kendisi son noktayı koyuyor.
Saddam Hüseyin IGHK üyeleri ile konuşurken başka tartışmalı konulara da açıklık getiriyor, mesela kitleler halinde öldürülüp toplu mezarlara gömülen Iraklıların ya savaştan kaçtıkları ya da hırsız oldukları için katledildiklerini açıkça söylerken ortaya karakterini de koyuyor.
Saddam Hüseyin bu söz konusu konuşmalarda yaptıklarından pişman olmadığı, açıkça ifade ediyor, kendisinin adil ama sert bir lider olduğunu defalarca tekrarlıyor ve yaptıklarını kendisine göre bu çerçevede meşru göstermeye çalışıyor.
Medyada ayrıntılarıyla çıkan bu konuşmalar şüphesiz eskiden beri bildiğimiz, farkında olduğumuz pek çok şeyi yeniden hatırlatıyor; özellikle de Saddam Hüseyin’in nasıl bir insan olduğunu, icraatlarına, cürümlerine damgasını vuran karakterini...
Saddam Hüseyin acımasız, kültürsüz, bilgisiz, dünyadan haberi olmayan bir köylü diktatör, bir zalimdi; kendisinin yaptıklarını hep doğru, yerinde ve isabetli gören, kendisini beğenen, narsist bir karakterdeydi. Bu karakteriyle ülkesini, halkını felaketlere ve kaçınılabilecek bir işgale sürükledi ve sonunda Saddam Hüseyin’in karakteri kendisinin de sonunu getirdi...
Saddam Hüseyin şimdi tutuklu ve çaresiz. Anlatacak pek çok şeyi var. Bunların ne kadarını öğreneceğiz, şimdiden söylemesi zor; ama bugün artık öğrendiklerimiz de pek çok şeyi açıklamak için yeter.
Komplolar değil, karakterler önemlidir; çünkü gerçek olsalar bile komplolara yön veren karakterlerdir. Kısacası karakter esastır. Bunu da böyle bilelim...
Irak’ı 24 yıl boyunca demir yumrukla yöneten ve ülkesini üç büyük savaşa sürükleyen Saddam Hüseyin önceki gece doğduğu şehir olan Tikrit’te bir mahzende yakalandı. Irak televizyonu tarafından yayınlanan görüntülerde devrik lider, uzun sakallı, kirli ve dağınık saçlarıyla tanınmayacak haldeydi. Saddam Hüseyin’in kimliğinin teşhis edilmesine, 7 aydır tutuklu bulunan eski başbakan yardımcısı Tarık Aziz’in yardım ettiği bildirildi. ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin 20 Mart’ta başlattığı operasyon sonrası 9 Nisan’da Saddam rejimi devrilmişti. Bu tarihten itibaren 66 yaşındaki Saddam Hüseyin ortadan kaybolmuş Amerikan yönetimi, yakalanması için başına 25 milyon dolar ödül koymuştu. Amerikalı bir yetkili, Saddam Hüseyin'in, yakın bir aile üyesinin verdiği bilgiler doğrultusunda yakalandığını açıkladı.
ABD Başkanı George Bush, Saddam Hüseyin için yolun sonunun geldiğini belirtti. Bush, “Şimdi, Irak'ın eski diktatörü, milyonlara sağlamayı reddettiği adalet önüne çıkacak. Yakalanması, özgür Irak'ın ayağa kalkması için hayati önem taşıyor.” dedi. Ancak Bush itidali elden bırakmayarak, “Saddam'ın yakalanması şiddetin sonu demek değildir.’ şeklinde konuştu. Irak’ta artan direniş karşısında Bush gibi zor durumda kalan İngiltere Başbakanı Tony Blair de Saddam’ın yakalandığı yönündeki haberi memnuniyetle karşıladı.
Irak’taki Amerikan güçlerinin komutanı General Ricardo Sanchez, Saddam Hüseyin’in yakalandığı sırada yanında 750 bin dolar, iki Kalaşnikof ve bir tabanca bulunduğunu bildirdi. Sanchez, Bağdat’ta düzenlediği basın toplantısında, Saddam’ın bir çiftlikteki iki metre derinliğinde bir çukurda yakalandığını söyledi. Sanchez, havalandırma sistemi bulunan çukurun girişinin tuğla ve çöplerle kamufle edildiğini ve çukurda sadece bir kişilik yer olduğunu belirtti. Sanchez, “Saddam Hüseyin yakalandıktan sonra gayet yapıcı işbirliği içinde oldu.” dedi.
Amerikalı sivil yönetici Paul Bremer ise Saddam’ın yakalanmasının Irak tarihinde çok önemli bir gün olduğunu, Irak’taki kötü günlerin artık geride kaldığını dile getirdi.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de ‘Irak'ta, kaynaklarını kendi refahları için kullanacak demokratik bir devletin seçilmesi sürecinin artık süratle başlaması gerektiğini ve bu sürecin başladığını’ söyledi. Gül, Irak'ın Saddam rejiminden çok zarar gördüğünü, İran'la Kuveyt'le savaşıldığını, tüm halkın çok acı çektiğini kaydetti.
Dünya kamuoyuna bomba gibi düşen Saddam’ın yakalanmasıyla ilgili olarak ilk haberler Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani’nin, İran haber ajansı IRNA’ya verdiği ‘Saddam Hüseyin yakalandı.’ şeklindeki açıklamasıyla yansıdı. Daha sonra başta Iraklı liderler olmak üzere, koalisyon güçleri, Amerikan ve İngiliz yetkililer arka arkaya yakalanma haberini doğrulayan açıklamalar yaptı. Irak Ulusal Kongresi lideri ve Irak geçici hükümet konseyi üyesi Ahmed Çelebi, Hüseyin’in yakalanışı sırasında intihar etmek istemediğini söyledi. Çelebi, Saddam’ın direnmeden yakalandığını belirterek, ‘İntihar etmek isteseydi yeterince vakti vardı. Bunu yapmadı.’ dedi. Çelebi’nin sözcüsü Entifadh Kanbar ise Saddam’ın yakalanmamak için kendisini çamura gömdüğünü öne sürdü. Kanbar, Amerikan askerlerinin Saddam’ı bulunduğu çukurdan çıkarmak için kürek kullanmak zorunda kaldıklarını iddia etti. Talabani’nin sekreteri Haraz Şeyh Cengi de IKYB’li peşmergelerin daha önceden Saddam’ın yerini tespit ettiğini öne sürdü.
ABD, Saddam’ın yakalanması için başına 25 milyon dolar ödül koymuştu. Saddam’ın oğulları Uday ve Kusay’ın başlarına da 15’er milyon dolar ödül konmuş ve kısa bir süre sonra, ikisi Musul’da ihbar üzerine giriştikleri çatışmada Amerikan askerleri tarafından öldürülmüştü. Saddam, ortadan kaybolduktan sonra tıpkı El Kaide lideri Usame bin Ladin gibi, Arap medyasına gönderdiği mesajlarla Amerika’yı tehdit eden açıklamalar yapmıştı. Dış Haberler Servisi (ZAMAN)
Gerçek bir kahraman...
Bugün onu karamalaya kalkışanlar bilmeliler ki bunu onların Ataları bile yapmaya cesaret edememişti...
Bütün mahkemelerden beraat etmesine rağmen Ömrünün yarısı zindanlarda geçti... Bz yine onun gibi diyelim:
:::::: ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM:::::::
“Allah’ım! Ümmetin Suskunluğunu Sana Şikayet Ediyorum! ”
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah! Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim! Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim! Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak? Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!
Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken! Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı! ? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; “Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! ” diye çağıramaz mı! ? Buna da mı gücünüz yetmiyor! ?
Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: “Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık! ”
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin!
Temennimiz, Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!
Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
“Allah’ım! Sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum… Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum… Sen mustazafların Rabbisin… Sen bizim Rabbimizsin… Bizi kime bırakıyorsun? … Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikayette bulunuyorum.
Sana şikayette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı… Birliğimiz bozuldu… Yollarımız ayrıldı… Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikayet ediyoruz…”
ŞEYH AHMED YASİN
(Haksöz Dergisi, sayı: 150-151)
Abdülaziz Er-Rantisi:
'Şeyh Yasin bir ulusun içinde adam, adamın içinde bir ulustu. Bu ulusun intikamı bu adamın boyutlarında olacaktır. Laf değil,icraat göreceksiniz'
BAYHAN'LAR VE BARIŞ'LAR
Kar kalınlığının 50-70 cm’yi bulması demek, evde mahsur kalmak ve ev eğlenceliklerinden kam almak demek.
Cuma günü, ikinci kez izleme fırsatı bulduğum Bayhan’ın Armağan Çağlayan’a verdiği cevap o kadar hoştu ki Clinton ve araba süren mü’min kadınlar konulu yazımı bilgisayarımın sarı klasörlerine havale edip Tarantino’nun filmlerine çok yakışacağını düşündüğüm Bayhan’ı yazmak istedim. Sahne şu: Çağlayan ‘O ayakkabıları hiçççç beğenmedim.’ diyor, Bayhan cevaplıyor: “Canın sağ olsun abi...”
Bu diyalog birden başka bir yönetmeni daha hatırlattı bana. Radikal feministlerin çok sevdiği Marlen Gorris’i ve 70’lerde çektiği ‘Bir Sessizlik Sorgusu’nu. Film birbirini hiç tanımayan üç kadının butik sahibi bir erkeği öldürmeleri ve tutuklandıktan sonra farklı bir direniş biçimi geliştirerek, ‘eril’ dünyanın dilini kullanmayı reddetmeleri üzerine kuruluydu. Kadınlar kendilerini savunmuyorlar, doğal olarak mahkeme heyeti ve jüri sanık kadınlardan nefret ediyordu. Ancak mahkeme ilerledikçe salona alınan bir grup kadın da bu eyleme zımnen katıldılar, alkışlarla ve sözsüz ‘duruşlarla’... Gorris’in filmi sessiz ve uysal görünen bir kitlenin meşru kabul edilen üst dile eklenmemeyi reddetme vurgusu ile ilginçti.
Pop Star ‘tezgahı’ sosyal katmanların temsil edildiği, kimi plastik çatışmaların dışında aslında derinden derine nelerin çatıştığını gösteren bir sosyoloji ve psikoloji laboratuvarına dönüştü epeydir. İki kategori, iki katman yarışıyor aslında: Bayhan’lar ve Barış’lar. Bayhan bir Hakan Taşıyan değil. Alt sınıftan, ağzı laf yapmayan, ama gerektiğinde İngilizce şarkı söyleyen, ‘aidiyet’ sorunu olmayan, üst dile eklemlenmeyi umursamadığını safiyane dehasıyla, bastıra bastıra vurgulayan bir melez. Barış da bir Erol Evgin değil. Şehirliliği, merkezin değerlerinin taşıyıcısı olmayı ‘bizler’ ‘onlar’ gibi hiç de şık olmayan sınıfsal sulara sürükleyen potansiyel kanaat önderi, bir cins Çelik. Barış da tıpkı Bayhan gibi bir ‘duruş’un sahibi: Bayhan’ların sahne alabildiği bir ortam için ‘bizim gibiler’ fazla iyidir duruşu. Lakin bunu çok ‘belli ettiği’ için oyun dışı kaldı, şimdi onun yerini doldurma işi diğer şehirli-cici çocuğun; ailenizin loli-pop’u, pastörize Tarkan Abidin’in. Tabii halkımız son bir manipülasyonla atağa geçip “Türk pop starı dediğin feleğin çemberinden geçmiş olmalı, arabesk bir yanı olmalı ama Batılılık ölçütlerinde formatlanabilecek kadar da ergonomik olmalı” deyip Firdevs’i taçlandırmazsa.
Aslında Firdevs ile Bayhan arasında ‘acıların çocuğu’ olma bağlamında hiçbir fark yok; tek fark Firdevs’teki, her şeyi geride bırakmak, daha dantelalı, köpüklü, tüylü terlikli bir hayata; mutlu ve arabalı insanlara yol boyu eşlik edecek, onlara geçici ve gerekli acılar temin edecek bir müzik kariyerine atardamardan bağlanmak arzusu. Firdevs gibi pop star olmanın kendisini idealize eden biriyle; yani ayakkabısının hayati mesele olduğunu bilen biriyle, tahakküm ilişkisi kurmak kolay. Ama o dilin, o jargonun içinde olmayı iplememeyi ‘mesele’ yapan biriyle, ‘canın sağ olsun’ yani ‘söylediğini arkamı döndüğüm an unutacağım’ diyen biriyle aynı ilişkiyi kurabilmek güç. Jürinin Bayhan’dan etkilenmesinin de, gıcık kapmasının da nedeni bu. Bayhan, her yerde eğilip bükülmek zorunda kalan, ezilip horlanan sınıfı için dimdik bir ‘omurga’nın reklamını yapıyor. İlk elemelere kısa pantolonla gelmiş, çocuksu bir katil olan bu kenar-şehirli çocuğa her şey irtifa temin etti. Bir kötürüm için tekerlekli sandalye ne ise, ezilen sınıflar için o kadar elzem bir ihtiyaç: Bayhan duruşu, Bayhan bakışı. Anlamı şu: “Acının kalbinde piştim, sabrettim, dik durdum, yalnızca kaderime teslim oldum; sen de öyle yap güzel kardeşim; bak İngilizcesi de şu: Keep walking my friend.”
NİHAL B. KARACA / ZAMAN / 27.01.2004
Müjdecim, efendim, Peygamberim
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim
N. F. K.
88. De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”
89. Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkarda direttiler.
90,91,92,93. Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça, yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça, yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe, yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe, yahut altından bir evin olmadıkça, ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim.”
94. İnsanlara hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi? ” demeleri engel olmuştur.
95. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) , yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
96. De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.
__________________İSRÂ SURESİ ________________________
224. Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar.
225,226. Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.
227. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir
____________ Şuara (Şairler) Suresi_________________
Ümmi biri nasıl Kur'an-ı Kerimi yazabilir ki; bu Allah'ın bir hikmetidir ki daha sonra gelebilecek iftiralara karşı peygamberi korumak içindir. Hz.Muhammed (s.a.v.) İslâm denilen ve Hz.Ademden başlayan Hz.Nuh, Hz.İbrahim,Hz.Davud,Hz.Musa ve Hz.İsa gibi peygamberlerinde devam ettirdiği dinin son ve en büyük peygamberidir. Kur'an-Kerimin ilahi bir kitap olduğu o kadar açıktır ki, keşke okusaydınız. Bu türlü iftiralar daha Hz.Peygamber döneminde dahi yapılmış ve bir ayet inmiştir, aklımda kaldığı kadarıyla mealen şöyle deniliyor: 'Kur'an'ı inkar edenler (insan eliyle yazıldığını iddia edenler) onun bir benzerini getirsinler bakalım'
Saddam’ın karakteri
Yaklaşık 24 yıldır ülkesine kan kusturan, ülkesinin bugününü ve geleceğini mahveden, sonunda ülkesinin işgaline de yol açan Irak lideri Saddam Hüseyin kendi yolunun sonuna da çok acı, ibretli ve de haysiyetsiz bir tarzda ulaştı.
Herkesin televizyonlardan Tikrit yakınlarındaki bir delikte nasıl, hangi şartlarda yakalandığını hemen hemen bütün ayrıntı ve görüntüleriyle artık gayet iyi bildiği gibi Saddam artık Amerikan ordusunun elinde bir savaş esiri olarak yargılanmayı bekliyor ve bu arada şüphesiz ciddi bir sorgulamadan da geçiyor.
Yapılan bu sorgulamaların hepimizin kafasında bulunan Irak ve savaş ile ilgili birçok müphem, karanlık noktayı ne kadar aydınlatıp aydınlatamayacağını henüz bilmiyoruz; çünkü sorgulama sonuçlarının ne kadarının bizlere açıklanıp açıklanmayacağı belli değil. Ne var ki, buna rağmen son bir-iki gündür medyada ortaya çıkan bazı bilgi ve haberlerden bildiğimiz ama yüzde yüz emin olmadığımız bazı noktaları da şimdi oldukça emin bir şekilde öğrenmiş de oluyoruz.
Bunlardan birisi mesela Irak’ın 1991 yılında Kuveyt’i neden işgali ile ilgili ve hâlâ bazı komplocu kafalar tarafından ısıtılıp ısıtılıp ortaya konan Amerika’nın Saddam’ı Kuveyt’in işgaline yeşil ışık yaktığı, yani teşvik ettiği yolundaki, temelsiz iddia. Bu iddia aradan 12 yıl geçmesine rağmen ve benim de bu köşede defalarca çürütmüş olmama rağmen bazı çevrelerde hâlâ canlı tutuluyor ve bu ve benzeri iddialar bu ülkedeki temelsiz, boş, gereksiz ve de anlamsız Amerikan düşmanlığı için sürekli malzeme olarak kullanılıyor.
Saddam Hüseyin iktidardayken ve yakın adamları sürekli bu iddiayı yalanlarken bile bu mahut çevreler hep aynı teraneyi, aynı çürük iddiayı dillendirip duruyorlardı. Bakın şimdi Saddam Hüseyin yıllardır söylediği aynı şeyi söylüyor ve Kuveyt’i Irak’ın bir parçası, bir vilayeti olarak gördükleri için işgal ettiklerini söylüyor.
Bunu da önceki gün şahitlerin huzurunda kendisini tutuklu bulunduğu yerde ziyaret eden ve kendisiyle konuşan Irak Geçici Hükümet Konseyi (IGHK) üyelerine söylüyor ve böylece yıllardır devam eden bir iddiaya da bizzat kendisi son noktayı koyuyor.
Saddam Hüseyin IGHK üyeleri ile konuşurken başka tartışmalı konulara da açıklık getiriyor, mesela kitleler halinde öldürülüp toplu mezarlara gömülen Iraklıların ya savaştan kaçtıkları ya da hırsız oldukları için katledildiklerini açıkça söylerken ortaya karakterini de koyuyor.
Saddam Hüseyin bu söz konusu konuşmalarda yaptıklarından pişman olmadığı, açıkça ifade ediyor, kendisinin adil ama sert bir lider olduğunu defalarca tekrarlıyor ve yaptıklarını kendisine göre bu çerçevede meşru göstermeye çalışıyor.
Medyada ayrıntılarıyla çıkan bu konuşmalar şüphesiz eskiden beri bildiğimiz, farkında olduğumuz pek çok şeyi yeniden hatırlatıyor; özellikle de Saddam Hüseyin’in nasıl bir insan olduğunu, icraatlarına, cürümlerine damgasını vuran karakterini...
Saddam Hüseyin acımasız, kültürsüz, bilgisiz, dünyadan haberi olmayan bir köylü diktatör, bir zalimdi; kendisinin yaptıklarını hep doğru, yerinde ve isabetli gören, kendisini beğenen, narsist bir karakterdeydi. Bu karakteriyle ülkesini, halkını felaketlere ve kaçınılabilecek bir işgale sürükledi ve sonunda Saddam Hüseyin’in karakteri kendisinin de sonunu getirdi...
Saddam Hüseyin şimdi tutuklu ve çaresiz. Anlatacak pek çok şeyi var. Bunların ne kadarını öğreneceğiz, şimdiden söylemesi zor; ama bugün artık öğrendiklerimiz de pek çok şeyi açıklamak için yeter.
Komplolar değil, karakterler önemlidir; çünkü gerçek olsalar bile komplolara yön veren karakterlerdir. Kısacası karakter esastır. Bunu da böyle bilelim...
FİKRET ERTAN
Tek kurşun bile atmadan yakalandı
Irak’ı 24 yıl boyunca demir yumrukla yöneten ve ülkesini üç büyük savaşa sürükleyen Saddam Hüseyin önceki gece doğduğu şehir olan Tikrit’te bir mahzende yakalandı. Irak televizyonu tarafından yayınlanan görüntülerde devrik lider, uzun sakallı, kirli ve dağınık saçlarıyla tanınmayacak haldeydi. Saddam Hüseyin’in kimliğinin teşhis edilmesine, 7 aydır tutuklu bulunan eski başbakan yardımcısı Tarık Aziz’in yardım ettiği bildirildi. ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin 20 Mart’ta başlattığı operasyon sonrası 9 Nisan’da Saddam rejimi devrilmişti. Bu tarihten itibaren 66 yaşındaki Saddam Hüseyin ortadan kaybolmuş Amerikan yönetimi, yakalanması için başına 25 milyon dolar ödül koymuştu. Amerikalı bir yetkili, Saddam Hüseyin'in, yakın bir aile üyesinin verdiği bilgiler doğrultusunda yakalandığını açıkladı.
ABD Başkanı George Bush, Saddam Hüseyin için yolun sonunun geldiğini belirtti. Bush, “Şimdi, Irak'ın eski diktatörü, milyonlara sağlamayı reddettiği adalet önüne çıkacak. Yakalanması, özgür Irak'ın ayağa kalkması için hayati önem taşıyor.” dedi. Ancak Bush itidali elden bırakmayarak, “Saddam'ın yakalanması şiddetin sonu demek değildir.’ şeklinde konuştu. Irak’ta artan direniş karşısında Bush gibi zor durumda kalan İngiltere Başbakanı Tony Blair de Saddam’ın yakalandığı yönündeki haberi memnuniyetle karşıladı.
Irak’taki Amerikan güçlerinin komutanı General Ricardo Sanchez, Saddam Hüseyin’in yakalandığı sırada yanında 750 bin dolar, iki Kalaşnikof ve bir tabanca bulunduğunu bildirdi. Sanchez, Bağdat’ta düzenlediği basın toplantısında, Saddam’ın bir çiftlikteki iki metre derinliğinde bir çukurda yakalandığını söyledi. Sanchez, havalandırma sistemi bulunan çukurun girişinin tuğla ve çöplerle kamufle edildiğini ve çukurda sadece bir kişilik yer olduğunu belirtti. Sanchez, “Saddam Hüseyin yakalandıktan sonra gayet yapıcı işbirliği içinde oldu.” dedi.
Amerikalı sivil yönetici Paul Bremer ise Saddam’ın yakalanmasının Irak tarihinde çok önemli bir gün olduğunu, Irak’taki kötü günlerin artık geride kaldığını dile getirdi.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de ‘Irak'ta, kaynaklarını kendi refahları için kullanacak demokratik bir devletin seçilmesi sürecinin artık süratle başlaması gerektiğini ve bu sürecin başladığını’ söyledi. Gül, Irak'ın Saddam rejiminden çok zarar gördüğünü, İran'la Kuveyt'le savaşıldığını, tüm halkın çok acı çektiğini kaydetti.
Dünya kamuoyuna bomba gibi düşen Saddam’ın yakalanmasıyla ilgili olarak ilk haberler Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani’nin, İran haber ajansı IRNA’ya verdiği ‘Saddam Hüseyin yakalandı.’ şeklindeki açıklamasıyla yansıdı. Daha sonra başta Iraklı liderler olmak üzere, koalisyon güçleri, Amerikan ve İngiliz yetkililer arka arkaya yakalanma haberini doğrulayan açıklamalar yaptı. Irak Ulusal Kongresi lideri ve Irak geçici hükümet konseyi üyesi Ahmed Çelebi, Hüseyin’in yakalanışı sırasında intihar etmek istemediğini söyledi. Çelebi, Saddam’ın direnmeden yakalandığını belirterek, ‘İntihar etmek isteseydi yeterince vakti vardı. Bunu yapmadı.’ dedi. Çelebi’nin sözcüsü Entifadh Kanbar ise Saddam’ın yakalanmamak için kendisini çamura gömdüğünü öne sürdü. Kanbar, Amerikan askerlerinin Saddam’ı bulunduğu çukurdan çıkarmak için kürek kullanmak zorunda kaldıklarını iddia etti. Talabani’nin sekreteri Haraz Şeyh Cengi de IKYB’li peşmergelerin daha önceden Saddam’ın yerini tespit ettiğini öne sürdü.
ABD, Saddam’ın yakalanması için başına 25 milyon dolar ödül koymuştu. Saddam’ın oğulları Uday ve Kusay’ın başlarına da 15’er milyon dolar ödül konmuş ve kısa bir süre sonra, ikisi Musul’da ihbar üzerine giriştikleri çatışmada Amerikan askerleri tarafından öldürülmüştü. Saddam, ortadan kaybolduktan sonra tıpkı El Kaide lideri Usame bin Ladin gibi, Arap medyasına gönderdiği mesajlarla Amerika’yı tehdit eden açıklamalar yapmıştı.
Dış Haberler Servisi (ZAMAN)