Gördün mü çocuk 3 kırıldı? İncecik bir söğüt dalının kırılması gibiydi sanki baharda. İki şiir kaldı o rakamlardan hatıra ve birde senin gülüşlerin, eski sayfalarda, anılarda.
Ellerinin üzerinde gezinen Bir uğur böceği olsaydım keşke Ve parmağının ucuna gelince “Uç uç böceğim, annen sana terlik pabuç alacak” Diye kandırsaydın
Uyku tutmamıştır belki, kahvesini alıp çıkmıştır balkona, gecenin ortasında şiir avlıyordur, beğenmediği şiirleri usulca bırakıyordur karanlığın koynuna. Çok tuhaf, bunca zamandır komşuyuz, yüz yüze bakar balkonlarımız fakat belli belirsiz selamlaşmanın dışında konuşmadık hiç daha. Bir daha görebilirsem eğer “nasılsın komşu” diyerek selam sarkıtacağım balkondan balkona.
Bir şiire başladım günlük, “lades” koydum şiirin adını, aldı başını gitti sözcükler, ona doğru uçtu gitti. Hani sözcükler boya olsa, şiirin kendiside bir resim, ancak bu kadar benzeyebilirdi ona. Nazım sormuş ya hani Abidin’e “sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin” diye, galiba ben şiirle çizdim o mutluluğun resmini, her aklıma geldiğinde şiire bakıyorum artık, sözcükler, dizeler, şiir gülümsüyor bana.
Pusu ustası sanki Sessiz ve derinden Dilini bilsen de hani, sorsan Besin zincirinin en tepelerinde Bıçkın, yırtıcı, atarlı Mağrur ve tek tabanca Ve Acımasız evin içerisinde Uçana da, kaçana
Kaldırdık pencereleri Kapıları duvarları işte Ne varsa hayat ile arasında Kaldırdık, saldık bahçeye
Balerin gibi yürüyor Kurumuş gazellerin üzerinde Her sese dikiliyor kulakları Bazen de Çok belli etmese de yani Korkup zor atıyor eve kendini Postu eve seriyor panikle
Alıştı tabi, alışmaz mı? Otların arasından Sürünerek yaklaşıyor avına Farkında değil oysa Av olan kendisi Erken öğretecek ama hayat Zor alıyorum Saksağanın elinden kedimi
Hikayesi kedi gerçek, hayat gibi. Alınacak derse gelince, artık pencereden bakıyor sadece, çıkmıyor bahçeye.
Enteresan bir hayvan şu Porsuk, ilişmeye gör bırakmaz peşini, zindan eder insana hayatı. İnsanların her biri başka bir dünya, siz bahar bahçe düşleyip çıkarsınız yola, engin denizler ve uçsuz bucaksız bir mavidir varmak istediğiniz yer, olmaz bazen ve bakarsınız ki kavurucu sıcaklara, ot dahi yeşermez çöle varmışsınız. Vazgeç dön işte geri, unut çölü unut, bir vakit yürüdüğünüz yollardaki çiçekleri düşün, ağaçları kuşları düşün, sarıp sarmala hatıralarını dudağında gülümsemeyle taşı gelecek yıllara. Biten bir sevdanın ardından yakışır mı hiç insana, ömrünü ömrüne yatırdığın insanı üzmek, hakaret etmek, durmadan taciz etmek. Mesele porsuk olduğunda havada kakacak tüm iyi niyetli temenniler. Galiba mesele porsukta değil, genetiğinde var çünkü hayvanın, vazgeçmeyecek, asıl mesele neymiş iki gözüm, porsuğu “çöl aslanı” zannedip onu sevende.
Sana” günlük” diyeceğim bundan sonra, hemen havalanma, günlük olman her gün yazacağım anlamına gelmiyor, bakacağız işte. Hem ne demiş atalarımız “gelin ata binmiş, ya nasip demiş”. Nasıl yani? Diyerek tereddüde düşmüyor değil insan, düşmeyin ve hatta düşerseniz de “ekşi” ne yazmış bu konuda diye bakmayın, zıvanadan çıkarsınız, hayli vakit alır toparlanmanız. Yinede düşünmeden edemiyor insan, acaba At ne demiş?
Tahta bir sedir üzerinde İki bebek gibiydik seninle Oradan geliyor bu tanışıklığımız Aynı anneden doğmamışsak da Aynı memeden süt emmişiz Biraz da bu yüzden işte Kardeşliğimiz
Hikayesi “Adamın adı Ali’ymiş ama arkadaşları ona kısaca Nasrettin diyorlarmış” Şiirde bu fıkraya benzedi biraz. Olsun, şiiri sevmezseniz fıkraya gülümsersiniz.
Gördün mü çocuk 3 kırıldı? İncecik bir söğüt dalının kırılması gibiydi sanki baharda. İki şiir kaldı o rakamlardan hatıra ve birde senin gülüşlerin, eski sayfalarda, anılarda.
UĞUR BÖCEĞİ
Ellerinin üzerinde gezinen
Bir uğur böceği olsaydım keşke
Ve parmağının ucuna gelince
“Uç uç böceğim,
annen sana
terlik pabuç alacak”
Diye kandırsaydın
Keşke kandırsaydın yine.
“ O şimdi ne yapıyor
Şu anda şimdi, şimdi ”
Uyku tutmamıştır belki, kahvesini alıp çıkmıştır balkona, gecenin ortasında şiir avlıyordur, beğenmediği şiirleri usulca bırakıyordur karanlığın koynuna. Çok tuhaf, bunca zamandır komşuyuz, yüz yüze bakar balkonlarımız fakat belli belirsiz selamlaşmanın dışında konuşmadık hiç daha. Bir daha görebilirsem eğer “nasılsın komşu” diyerek selam sarkıtacağım balkondan balkona.
MUTLULUĞUN RESMİ
Bir şiire başladım günlük, “lades” koydum şiirin adını, aldı başını gitti sözcükler, ona doğru uçtu gitti. Hani sözcükler boya olsa, şiirin kendiside bir resim, ancak bu kadar benzeyebilirdi ona. Nazım sormuş ya hani Abidin’e “sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin” diye, galiba ben şiirle çizdim o mutluluğun resmini, her aklıma geldiğinde şiire bakıyorum artık, sözcükler, dizeler, şiir gülümsüyor bana.
HAYAT DERSİ
Pusu ustası sanki
Sessiz ve derinden
Dilini bilsen de hani, sorsan
Besin zincirinin en tepelerinde
Bıçkın, yırtıcı, atarlı
Mağrur ve tek tabanca
Ve Acımasız evin içerisinde
Uçana da, kaçana
Kaldırdık pencereleri
Kapıları duvarları işte
Ne varsa hayat ile arasında
Kaldırdık, saldık bahçeye
Balerin gibi yürüyor
Kurumuş gazellerin üzerinde
Her sese dikiliyor kulakları
Bazen de
Çok belli etmese de yani
Korkup zor atıyor eve kendini
Postu eve seriyor panikle
Alıştı tabi, alışmaz mı?
Otların arasından
Sürünerek yaklaşıyor avına
Farkında değil oysa
Av olan kendisi
Erken öğretecek ama hayat
Zor alıyorum
Saksağanın elinden kedimi
Hikayesi
kedi gerçek, hayat gibi. Alınacak derse gelince, artık pencereden bakıyor sadece, çıkmıyor bahçeye.
PORSUK VE ÇÖL ASLANI
Enteresan bir hayvan şu Porsuk, ilişmeye gör bırakmaz peşini, zindan eder insana hayatı. İnsanların her biri başka bir dünya, siz bahar bahçe düşleyip çıkarsınız yola, engin denizler ve uçsuz bucaksız bir mavidir varmak istediğiniz yer, olmaz bazen ve bakarsınız ki kavurucu sıcaklara, ot dahi yeşermez çöle varmışsınız. Vazgeç dön işte geri, unut çölü unut, bir vakit yürüdüğünüz yollardaki çiçekleri düşün, ağaçları kuşları düşün, sarıp sarmala hatıralarını dudağında gülümsemeyle taşı gelecek yıllara. Biten bir sevdanın ardından yakışır mı hiç insana, ömrünü ömrüne yatırdığın insanı üzmek, hakaret etmek, durmadan taciz etmek. Mesele porsuk olduğunda havada kakacak tüm iyi niyetli temenniler. Galiba mesele porsukta değil, genetiğinde var çünkü hayvanın, vazgeçmeyecek, asıl mesele neymiş iki gözüm, porsuğu “çöl aslanı” zannedip onu sevende.
Türkülerde kalsaydı keşke hasret ve sevda
Keşke bahar tutuşmasaydı böyle eteklerinde
Bak, adı değişti mevsimlerin hepsi sonbahar
Türküler pimi çekilmiş bir bomba artık dilimizde
Sana” günlük” diyeceğim bundan sonra, hemen havalanma, günlük olman her gün yazacağım anlamına gelmiyor, bakacağız işte. Hem ne demiş atalarımız “gelin ata binmiş, ya nasip demiş”. Nasıl yani? Diyerek tereddüde düşmüyor değil insan, düşmeyin ve hatta düşerseniz de “ekşi” ne yazmış bu konuda diye bakmayın, zıvanadan çıkarsınız, hayli vakit alır toparlanmanız. Yinede düşünmeden edemiyor insan, acaba At ne demiş?
Otobüs terminalinde unutulmuş şüpheli bir valiz sanki ömrüm, içimi açıp bakmıyor hiç kimse, uzaktan kumandalı bir fünye, bir patlama sesi, gömün.
ACININ KISA TARİFİ
Tahta bir sedir üzerinde
İki bebek gibiydik seninle
Oradan geliyor bu tanışıklığımız
Aynı anneden doğmamışsak da
Aynı memeden süt emmişiz
Biraz da bu yüzden işte
Kardeşliğimiz
Hikayesi
“Adamın adı Ali’ymiş ama arkadaşları ona kısaca Nasrettin diyorlarmış” Şiirde bu fıkraya benzedi biraz. Olsun, şiiri sevmezseniz fıkraya gülümsersiniz.