Anlamak için zorluyorum kendimi günlerdir. Yabancı birinin dışarıdan evin içine bakması gibi her şey. Görüyorum, tüm sözcükler orada, ellerinden tutmamı bekliyorlar. Sokağa adım atmayı. Gökyüzüne bakmayı, ısınmayı bekliyorlar güneşte. Soluk almayı bekliyorlar bir nefeslik, soluk vermeyi.
Korkunç bir kayıtsızlık her yanım, çoğu kez yavru kedilerimin ağlamasıyla varıyorum farkına, mamasız kalmışlar, susuz. Görenler sıkı sıkıya kavradığımı sanıyor hayatı, türküsüz, şiirsiz, sevgisiz bir hayat, yaşamak diyorlar birde bunun adına. Uçurumların kıyısından alıyorlarmış güya beni. Bomboş tamamen duyarsız biri olarak kaldığımı bilmiyorlar. Çocukça ölümler kurgulamıyorum artık, kesip atmayı düşünmüyorum hayatımın çapasını dalgalara, şiirlerle tutunduğum eli bırakmayacağım, kırmayacağım kayalıklara ömrümü, yaşayacağım işte, yaşayacağım. Ne güzel olurdu kim bilir, derin bir mavide vurgun yemesi sevdamın, soluksuz kalıp yürümesi yıldızlara. Bulamayacaklardı işte ne güzel, bilinmeyecekti yattığım yer, adım yazılmayacaktı bir taşa.
İyiyim. Seni gördüğümde çoğalmıyor artık içimdeki sevinç, şiirlerini de okumuyorum artık ve güneşli bir yaz akşamı elimle tutabileceğim kadar yakın değil yıldızlar, kuşlar rast gele uçuşuyorlar. Yedi gündür pencere önünde elimde kahve fincanıyla nar bülbülünün gelmesini beklemiyorum sabahın ilk ışıklarında. Biliyor musun, tüm çıkışların tutulduğu bir lavanta tarlasının ortasında, lavanta kokulu ölümler de düşlemiyorum. Umurumda değil akşamsefalarının karanlıkta, kuytudaki yalnızlıkları. Ne tuhaf bir düşünce, ne kadar zavallıca, ikinci hayatlara inanıyordum ben çocukça, ilk ben bulacaktım seni, ilk ben sevecektim, bu hayatta olmadı deyip sonraki hayatlara yatırmıyorum artık sevdamı. İyiyim ben, iyiyim. “iyi olacaksın” diyorlar durmadan. Hiç kimse anlayamıyor, yaşamanın sadece soluk alıp vermekten ibaret olmadığını. Her gün biraz daha büyüyor içimdeki çocuk, her gün biraz daha ölüyorum, anlamıyorlar. Biliyorum, hiçbir zaman anlamayacaklar.
Korku içinde bir rüyadan uyandım gözlerimde yaşla.” Hayrola” deyin siz, bende diyeyim ki “hayrolsun, sabah niyetine, gün bacada”. Rüyamda unutulmuş kuşlar görüyorum kafeslerinde, günlerdir unutulmuş, aç ve susuz. Can hıraş bir telaşla ve koşarcasına avucumda su götürüp serpiyorum yüzlerine, sürekli su serpiyorum, nasıl susuzluktan çatlamışsa yürekleri kana kana içiyorlar suyu, o anda uyandım, çok ağladım, sonra baktım ki sen gelmişsin. Çocukça bir gülümseme yayıldı yüzüme, sevindim. Kaynamaktan suyu bitmiş çaydanlığın, yanmış, kararmış. Kahve yapmak için kalktım yataktan, geldim ki gitmişsin, kim bilir rüyadayımdır belki de hala, susuzluktan çırpınan kuş ben oluyorum belki de, avuçlarınla su taşıyanda sen, hayat işte, kimbilir.
Delikanlı sevdalar anlatmayacağım sana Buram buram toprak kokan, çiçek kokan Çiçek bakışlı kadınları, yaz yağmurlarında Hiç bilmeyeceksin mesela bir tutam saçın Muska gibi yürek boylarında saklandığını Kokulu mendillerde yok artık iç ceplerimizde Ucu tutuşmuş mektuplar çeyiz sandıklarında
Hasret ocağında közlenip küllenmeyeceksin Mesken tutmayacaksın çeşme başlarını çocuk Sokak köşelerinde de beklemeyeceksin saatlerce Senden yana bakmasa da bir kez çıksa balkona Diyelim ki çamaşırları serse ipe, sofra bezini çırpsa
Unutma çocuk, büyüdükçe varacaksın farkına Kapalı gişe tiyatro, iki kişilik bir oyundur artık aşk Işıklar sönüp perdeler açıldığında göreceksin, şaşırma Başrol oyuncularından biride sensin şimdi bu oyunda.
Sessizce oturuyorlardı şimdi masada. Konuşulacak her şey konuşulmuştu, hiç bitmeyen derin bir suskunluk kalmıştı şimdi geriye. Aynı anda ikisi birden uzandı masada üstündeki sigaraya, çekti sonra elini kadın, adam bir sigara yaktı, soğumuş çayından bir yudum. Bir kedi umutsuzca bekliyordu masa altında, ürkek bir kuş dökülenleri topluyordu yerden.
Boş sandalyenin üzerinde duran çantasına doğru uzandı kadın, adam kırmak istercesine sıkıyordu avuçları içerisindeki çay bardağını. Sandalyenin geriye doğru çekilmesiyle bozuldu sessizlik, uzaklaşan her adımla biraz daha yalnızlaştı adam, son bir umutla başını çevirip baktı, dönüp bakacak mı diye baktı, durmadı kadın, bir an için bile olsa tereddüt edip yavaşlamadı adımları. Ta ki sokağın köşesine döneceği ana kadar, sonra durdu birden, uzadıkça uzadı sanki zaman, hiç bitmeyecekmiş gibi uzadı sonra gözden kayboldu kadın.
Beklemenin anlamsızlığını anlamıştı kedi, başka bir masaya doğru uzaklaştı. Adam elindeki bardağı usulca bıraktı masaya, kadının o bir anlık duraksaması bile yetmişti adama, birkaç saniyelik zamana sığan kocaman bir yaşanmışlık vardı artık elinde. Üzeri işlemeli kahverengi deri kutuya uzandı eli, hesabı ödedi, kalktı.
Barış elçisiydim Tüm çiçeklerle senin aranda Farkında değildin hiç Yüzüm sana dönüktü hep oysa Bu yüzden işte çiçekler Bir karar almışlar topluca Bu yıl uğramayacaklarmış bahçeme Dilim varmıyor söylemeye, ama Ziya Gökalp ve yüksel caddesi boyunca Boy boy resimlerimi asmışlar, birde Karanfil sokağını da yasakmışlar bana
Bilirsin mesela çıkmaz bir sokağa girdiğinde yolun bittiğini Bir kadın nasıl anlar peki veya bir adam, sevdanın bittiğini Çok ilginç değil mi, bir duvar saatinin aniden durması gibi Dursa da doğru zamanı gösteriyor ama günde iki kez diyelim mi Demesine diyelim de, güneş çubuğuyla mı tahmin edeceğiz Geriye kalan tüm vakitleri, mesela şurada gülümsedi, seviyor Başını çevirip bakmadı, bir yabancı gibi geçip gitti, sevmiyor Papatya falı mı bu, seviyor sevmiyor, sağı solu belli değil ki Geçenlerde bir yorum yaptı Antolojide, yorumda yorum ama s”çtı resmen ağzıma, yetmemiş olacak ki sıvadı birde üstüne Adam durur mu, patlattı hemen bir şiir, şöylemesine çiçekli böcekli Yok ya, sevmiyor bu kız beni, sevse bir beğeni sallardı, gülen bir emoji İki gözüm önüme aksın geçenlerde çalıp kapandı telefon, “pardon” Diye mesaj, “yanlışlıkla aramış” mış, saat doğru zamanı gösterdi işte Kesin seviyor kesin, gecenin o saatinde yanlış arama mı olur, olur mu? Yok, yok olmayacak bu iş böyle, en iyisi çat kapı çıkmak karşısına Allah aşkına ne olacak ki, ucunda ölüm var sanki var mı emin değilim Neyse kapatalım bu bahsi, aç, susuz, uykusuz, imirin itine döndüm iyice Sabah ola hayrola diyesim var, demiyorum, çoktan olmuş sabah Uyu sen, bebeksin ya, uyu da büyü biraz daha, ben tırmalarım geceyi Yok ya anladım kesin sevmiyor, uyku tünek mi kalır insanda, bu iş bitti.
Hikayesi Hiçbir hedefi olmayan, tamamen geyiğine yazılmış bir yazı, geyik muhabbeti olur ya öyle işte.
"....
Diyelim ki bizi anlamadılar
Karanlıkta kan kırmızı bir filiz
Biz bir evren büyütürdük
Anlamadılar"
ANLAMAYACAKLAR
Anlamak için zorluyorum kendimi günlerdir. Yabancı birinin dışarıdan evin içine bakması gibi her şey. Görüyorum, tüm sözcükler orada, ellerinden tutmamı bekliyorlar. Sokağa adım atmayı. Gökyüzüne bakmayı, ısınmayı bekliyorlar güneşte. Soluk almayı bekliyorlar bir nefeslik, soluk vermeyi.
Korkunç bir kayıtsızlık her yanım, çoğu kez yavru kedilerimin ağlamasıyla varıyorum farkına, mamasız kalmışlar, susuz. Görenler sıkı sıkıya kavradığımı sanıyor hayatı, türküsüz, şiirsiz, sevgisiz bir hayat, yaşamak diyorlar birde bunun adına. Uçurumların kıyısından alıyorlarmış güya beni. Bomboş tamamen duyarsız biri olarak kaldığımı bilmiyorlar. Çocukça ölümler kurgulamıyorum artık, kesip atmayı düşünmüyorum hayatımın çapasını dalgalara, şiirlerle tutunduğum eli bırakmayacağım, kırmayacağım kayalıklara ömrümü, yaşayacağım işte, yaşayacağım.
Ne güzel olurdu kim bilir, derin bir mavide vurgun yemesi sevdamın, soluksuz kalıp yürümesi yıldızlara. Bulamayacaklardı işte ne güzel, bilinmeyecekti yattığım yer, adım yazılmayacaktı bir taşa.
İyiyim. Seni gördüğümde çoğalmıyor artık içimdeki sevinç, şiirlerini de okumuyorum artık ve güneşli bir yaz akşamı elimle tutabileceğim kadar yakın değil yıldızlar, kuşlar rast gele uçuşuyorlar. Yedi gündür pencere önünde elimde kahve fincanıyla nar bülbülünün gelmesini beklemiyorum sabahın ilk ışıklarında. Biliyor musun, tüm çıkışların tutulduğu bir lavanta tarlasının ortasında, lavanta kokulu ölümler de düşlemiyorum. Umurumda değil akşamsefalarının karanlıkta, kuytudaki yalnızlıkları. Ne tuhaf bir düşünce, ne kadar zavallıca, ikinci hayatlara inanıyordum ben çocukça, ilk ben bulacaktım seni, ilk ben sevecektim, bu hayatta olmadı deyip sonraki hayatlara yatırmıyorum artık sevdamı. İyiyim ben, iyiyim. “iyi olacaksın” diyorlar durmadan. Hiç kimse anlayamıyor, yaşamanın sadece soluk alıp vermekten ibaret olmadığını. Her gün biraz daha büyüyor içimdeki çocuk, her gün biraz daha ölüyorum, anlamıyorlar. Biliyorum, hiçbir zaman anlamayacaklar.
Korku içinde bir rüyadan uyandım gözlerimde yaşla.” Hayrola” deyin siz, bende diyeyim ki “hayrolsun, sabah niyetine, gün bacada”.
Rüyamda unutulmuş kuşlar görüyorum kafeslerinde, günlerdir unutulmuş, aç ve susuz. Can hıraş bir telaşla ve koşarcasına avucumda su götürüp serpiyorum yüzlerine, sürekli su serpiyorum, nasıl susuzluktan çatlamışsa yürekleri kana kana içiyorlar suyu, o anda uyandım, çok ağladım, sonra baktım ki sen gelmişsin. Çocukça bir gülümseme yayıldı yüzüme, sevindim. Kaynamaktan suyu bitmiş çaydanlığın, yanmış, kararmış. Kahve yapmak için kalktım yataktan, geldim ki gitmişsin, kim bilir rüyadayımdır belki de hala, susuzluktan çırpınan kuş ben oluyorum belki de, avuçlarınla su taşıyanda sen, hayat işte, kimbilir.
İKİ KİŞİLİK OYUNDUR AŞK
Delikanlı sevdalar anlatmayacağım sana
Buram buram toprak kokan, çiçek kokan
Çiçek bakışlı kadınları, yaz yağmurlarında
Hiç bilmeyeceksin mesela bir tutam saçın
Muska gibi yürek boylarında saklandığını
Kokulu mendillerde yok artık iç ceplerimizde
Ucu tutuşmuş mektuplar çeyiz sandıklarında
Hasret ocağında közlenip küllenmeyeceksin
Mesken tutmayacaksın çeşme başlarını çocuk
Sokak köşelerinde de beklemeyeceksin saatlerce
Senden yana bakmasa da bir kez çıksa balkona
Diyelim ki çamaşırları serse ipe, sofra bezini çırpsa
Unutma çocuk, büyüdükçe varacaksın farkına
Kapalı gişe tiyatro, iki kişilik bir oyundur artık aşk
Işıklar sönüp perdeler açıldığında göreceksin, şaşırma
Başrol oyuncularından biride sensin şimdi bu oyunda.
HESAP
Sessizce oturuyorlardı şimdi masada. Konuşulacak her şey konuşulmuştu, hiç bitmeyen derin bir suskunluk kalmıştı şimdi geriye. Aynı anda ikisi birden uzandı masada üstündeki sigaraya, çekti sonra elini kadın, adam bir sigara yaktı, soğumuş çayından bir yudum. Bir kedi umutsuzca bekliyordu masa altında, ürkek bir kuş dökülenleri topluyordu yerden.
Boş sandalyenin üzerinde duran çantasına doğru uzandı kadın, adam kırmak istercesine sıkıyordu avuçları içerisindeki çay bardağını. Sandalyenin geriye doğru çekilmesiyle bozuldu sessizlik, uzaklaşan her adımla biraz daha yalnızlaştı adam, son bir umutla başını çevirip baktı, dönüp bakacak mı diye baktı, durmadı kadın, bir an için bile olsa tereddüt edip yavaşlamadı adımları. Ta ki sokağın köşesine döneceği ana kadar, sonra durdu birden, uzadıkça uzadı sanki zaman, hiç bitmeyecekmiş gibi uzadı sonra gözden kayboldu kadın.
Beklemenin anlamsızlığını anlamıştı kedi, başka bir masaya doğru uzaklaştı. Adam elindeki bardağı usulca bıraktı masaya, kadının o bir anlık duraksaması bile yetmişti adama, birkaç saniyelik zamana sığan kocaman bir yaşanmışlık vardı artık elinde. Üzeri işlemeli kahverengi deri kutuya uzandı eli, hesabı ödedi, kalktı.
bir insan iki şiirin arasında kalınca dilek tutarmış, öyle diyorlar. Söyleyenlerin yalancısıyım
UNUTULACAK
Hayat işte, unutulacak
Eksik bir gün bir gün fazla
Şu türküler, şu incir ağacı
Ah şu serçe kuşları da olmasa
ÇİÇEKLER KISKANIRSA
Barış elçisiydim
Tüm çiçeklerle senin aranda
Farkında değildin hiç
Yüzüm sana dönüktü hep oysa
Bu yüzden işte çiçekler
Bir karar almışlar topluca
Bu yıl uğramayacaklarmış bahçeme
Dilim varmıyor söylemeye, ama
Ziya Gökalp ve yüksel caddesi boyunca
Boy boy resimlerimi asmışlar, birde
Karanfil sokağını da yasakmışlar bana
GEYİĞİNE PAPATYA FALI
Bilirsin mesela çıkmaz bir sokağa girdiğinde yolun bittiğini
Bir kadın nasıl anlar peki veya bir adam, sevdanın bittiğini
Çok ilginç değil mi, bir duvar saatinin aniden durması gibi
Dursa da doğru zamanı gösteriyor ama günde iki kez diyelim mi
Demesine diyelim de, güneş çubuğuyla mı tahmin edeceğiz
Geriye kalan tüm vakitleri, mesela şurada gülümsedi, seviyor
Başını çevirip bakmadı, bir yabancı gibi geçip gitti, sevmiyor
Papatya falı mı bu, seviyor sevmiyor, sağı solu belli değil ki
Geçenlerde bir yorum yaptı Antolojide, yorumda yorum ama
s”çtı resmen ağzıma, yetmemiş olacak ki sıvadı birde üstüne
Adam durur mu, patlattı hemen bir şiir, şöylemesine çiçekli böcekli
Yok ya, sevmiyor bu kız beni, sevse bir beğeni sallardı, gülen bir emoji
İki gözüm önüme aksın geçenlerde çalıp kapandı telefon, “pardon”
Diye mesaj, “yanlışlıkla aramış” mış, saat doğru zamanı gösterdi işte
Kesin seviyor kesin, gecenin o saatinde yanlış arama mı olur, olur mu?
Yok, yok olmayacak bu iş böyle, en iyisi çat kapı çıkmak karşısına
Allah aşkına ne olacak ki, ucunda ölüm var sanki var mı emin değilim
Neyse kapatalım bu bahsi, aç, susuz, uykusuz, imirin itine döndüm iyice
Sabah ola hayrola diyesim var, demiyorum, çoktan olmuş sabah
Uyu sen, bebeksin ya, uyu da büyü biraz daha, ben tırmalarım geceyi
Yok ya anladım kesin sevmiyor, uyku tünek mi kalır insanda, bu iş bitti.
Hikayesi
Hiçbir hedefi olmayan, tamamen geyiğine yazılmış bir yazı, geyik muhabbeti olur ya öyle işte.
incir zamanı, hazırlayın cam kavanozları, karanfil kokulu incir reçelleri kuracağız.