"Bir kavimde kadınların terbiyesi, fazileti, hüsn-i ahlâkı, ne kadar güzel ve metin olursa, umumen efrâd o derece güzel ve sağlam bir terbiye ve ilim üzerine büyümüş olur. Kadınlar mâder-i insaniyettirler. Bunların terbiye ve tahsili âtîde bir kavmin saadet hâlini temin eder."
"Bir gün bir ermişe sevgiyi gerçekten yaşayan bir kişi ile onu dilinden kalbine indirmemiş olan bir kişiyi birbirinden nasıl ayırt ederiz diye sormuşlar.
Ermiş bakın göstereyim demiş. Önce sevgiyi sözde yaşayan kişileri çağırarak onlara sofra hazırlamış. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar ve arkasından derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş. Ermiş davetlilere kaşıkların ucundan tutarak yemeleri gerektiğini söylemiş. Davetliler, çorbaları içmeye çalışmışlar ama kaşıkların sapları o kadar uzunmuş ki çorbayı dökmeden ağızlarına götürmeyi bir türlü becerememişler. En sonunda sofradan öylece aç kalkmışlar.
Bunun üzerine ermiş; “Şimdi sevgiyi gerçekten bilenleri yemeğe çağıralım.” demiş. Bu defa yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar sofrada yerlerini almışlar. “Afiyet olsun” denince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısında oturan kardeşine uzatarak ona çorba içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve sofradan şükrederek kalkmışlar. Ermiş yanındakilere dönerek “İşte, kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Gerçek pazarında daima alan değil, veren kazançtadır."
"Bir gün bir baba oğlunun elinden tutar ve birlikte ormanda yürüyüşe çıkarlar. Dağın eteklerine vardıkları sırada çocuğun ayağı bir kütüğe takılır, yere düşer ve can acısıyla derin bir “ahh” der. Dağlardan bir “ahh” daha işitilir. Çocuk ilk kez karşılaştığı bu durum karşısında hayretler içindedir.
Ayağa kalkar ve dağa doğru seslenir: “Kim var orda, sen de kimsin?” Dağdan aynı cümleler tekrar edilir. Ne olduğunu anlamak istercesine çocuk biraz hayret biraz hiddetle babasına döner. Baba; “dinle bak” der ve dağa doğru seslenir: “Sen muhteşemsin!”, “Sen çok güzelsin!” Dağ bu çağrıya aynıyla karşılık verir.
Merakı daha da artan çocuk sorar: “Baba bu da nedir?” Babanın cevabı mükemmeldir: “Bak oğlum, bu bizim sesimizin dağa çarpıp bize geri dönmesidir. Buna “yankı” denir. Aslında bu hayatın ta kendisidir. Sen hayata nasıl seslenirsen hayat da sana öyle ses verir!”
''Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle Hani her çocuğu başka bir çocuğa Yaklaştıran bir şarkı vardır ya Kıyıya yanaşan bir gemi gibi.
O akşam ay Işıl'a sığışmıştı, Işıl çocukluğuna, Çocukluğumuz mor bir zambağa Hani her çocuk zaman zaman Kendini mor bir zambağın içinde düşler ya Sonra iki çocuk birbirine gülümser ...''
"Bir kavimde kadınların terbiyesi, fazileti, hüsn-i ahlâkı, ne kadar güzel ve metin olursa, umumen efrâd o derece güzel ve sağlam bir terbiye ve ilim üzerine büyümüş olur. Kadınlar mâder-i insaniyettirler. Bunların terbiye ve tahsili âtîde bir kavmin saadet hâlini temin eder."
Fatma Makbule Leman
"Bir gün bir ermişe sevgiyi gerçekten yaşayan bir kişi ile onu dilinden kalbine indirmemiş olan bir kişiyi birbirinden nasıl ayırt ederiz diye sormuşlar.
Ermiş bakın göstereyim demiş. Önce sevgiyi sözde yaşayan kişileri çağırarak onlara sofra hazırlamış. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar ve arkasından derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş. Ermiş davetlilere kaşıkların ucundan tutarak yemeleri gerektiğini söylemiş. Davetliler, çorbaları içmeye çalışmışlar ama kaşıkların sapları o kadar uzunmuş ki çorbayı dökmeden ağızlarına götürmeyi bir türlü becerememişler. En sonunda sofradan öylece aç kalkmışlar.
Bunun üzerine ermiş; “Şimdi sevgiyi gerçekten bilenleri yemeğe çağıralım.” demiş. Bu defa yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar sofrada yerlerini almışlar. “Afiyet olsun” denince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısında oturan kardeşine uzatarak ona çorba içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve sofradan şükrederek kalkmışlar. Ermiş yanındakilere dönerek “İşte, kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Gerçek pazarında daima alan değil, veren kazançtadır."
"Bir gün bir baba oğlunun elinden tutar ve birlikte ormanda yürüyüşe çıkarlar. Dağın eteklerine vardıkları sırada çocuğun ayağı bir kütüğe takılır, yere düşer ve can acısıyla derin bir “ahh” der. Dağlardan bir “ahh” daha işitilir. Çocuk ilk kez karşılaştığı bu durum karşısında hayretler içindedir.
Ayağa kalkar ve dağa doğru seslenir: “Kim var orda, sen de kimsin?” Dağdan aynı cümleler tekrar edilir. Ne olduğunu anlamak istercesine çocuk biraz hayret biraz hiddetle babasına döner. Baba; “dinle bak” der ve dağa doğru seslenir: “Sen muhteşemsin!”, “Sen çok güzelsin!” Dağ bu çağrıya aynıyla karşılık verir.
Merakı daha da artan çocuk sorar: “Baba bu da nedir?” Babanın cevabı mükemmeldir: “Bak oğlum, bu bizim sesimizin dağa çarpıp bize geri dönmesidir. Buna “yankı” denir. Aslında bu hayatın ta kendisidir. Sen hayata nasıl seslenirsen hayat da sana öyle ses verir!”
''Işıl çocuktu o zaman, ben de öyle
Mevsim kesin yazdı, karpuzdan feneriyle
Hani her çocuğu başka bir çocuğa
Yaklaştıran bir şarkı vardır ya
Kıyıya yanaşan bir gemi gibi.
O akşam ay Işıl'a sığışmıştı, Işıl çocukluğuna,
Çocukluğumuz mor bir zambağa
Hani her çocuk zaman zaman
Kendini mor bir zambağın içinde düşler ya
Sonra iki çocuk birbirine gülümser ...''
(Didem Madak, Grapon Kâğıtları s.13)
''...Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim...'' Didem Madak
Sevgili Asena, tanımlamanız için teşekkür ediyorum sevgimle.
"...Yerde bulmuş yaşıyanlar da, ölenler de huzur..."
Yahya Kemal Beyatlı
"Sevmek bir sanat mıdır?
Öyleyse eğer, bilgi ve çabaya gereksinimi vardır..."
Erich Fromm
"İstemem nakl-i cenazemde çeleng u ahenk
Debdebeyle girilen saha değildir makber
Orası medhalidir bârigâh-ı Mevla'nın
Kapısından içeri acz ile girmek gerek"
Tâhiru'l- Mevlevî
"Sanma ey Hâce ki senden zer u sîm isterler /
Yevme lâ yenfeu'da kalbi selîm isterler."
Bağdatlı Ruhî