" Akıp giden bir nehir insan hayatı ve suyunun en temiz, en berrak hâli çocukluk dönemi. Öyle ya çocuk denince akla gelen saflık, masumiyet, samimiyet değil mi? Kocaman ve çıkarsız sevgililer, içten ve samimi duygular taşır minik kalpleri. Merhametle çarpar yürekleri. İmanları halis ve kavi. Olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olanlardır çocuklar.
Büyüklerin onlardan öğrenecek ne çok dersleri var!
Dört yaşındaydı Ali. Sevincinden havalara uçmuştu âdeta. Ona çok güzel bir bisiklet almıştı ailesi. Hafta sonu bisikletine binmek için babasıyla birlikte parka gittiklerinde neşe içindeydi. O pedalları çeviriyor, babası da yanında yürüyerek Ali'ye eşlik ediyordu. Bir ara omuzlarındaki boya sandıklarını zorla taşıyan, üstü başı perişan birkaç çocuk çıktı önlerine. Hepsi hayranlıkla izlediler onu. Sonra devam ettiler yollarına. Ama içlerinden bir tanesi, yaşı belki de Ali'den az büyük olanı kaldırımın ortasında dalıp gitti, uzun uzun seyretti Ali'yi. Sonra bir rüyadan uyanırcasına irkildi, diğerlerine yetişebilmek için hızla uzaklaştı. Babası fark etmişti onları ve hüzünlü bir şekilde, "O çocuk sana özenerek baktı" dedi oğluna. Ali'ye bu söz yetmişti, hemen bisikletten indi ve " bir daha binmeyeceğim" dedi. Babası ne dediyse dinletemedi. Oysa ne çok sevinmişti o bisiklet alındığında. Şimdi "Bisikletimi o çocuğa vereceğim" diye ağlıyordu. Bu derece tepki vermesi hem şaşırtmış, hem mutlu etmişti ailesini.
Merhametin çocuk kalbimdeki tecellisi.. "...Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz..." ( Âl-i İmrân, 3/92.) Ayeti bunu mu söylemekteydi.
Eskiyi kendine ayırıp yeniyi verebilmek, yeniyi eskitmeden vermek. Cömertlik bu olsa gerek. Başkalarını kendi nefsine tercih etmek. İlk kez bindiği bisikletinden başka bir çocuğun yüzünü güldürmek için feragat etmek..."
"...İslam, hukuki yaptırımlara başvurmadan önce kişilerin kalplerine ahlak tohumlarını ekerek, yasaların çiğnenmesine engel olur. Hem yasaların hem de hukuk kurallarının devrede olabileceği durumlarda önce ahlak kurallarına başvurur. Dış kontrol ve takip yerine oto kontrol mekanizmasını öne çeker.
Bu önemli kuralın göz ardı edilmesi, kontrol kameralarının devreye sokulması ile sonuçlandı. Sonuç: Kameraların içine baka baka kuyumcu soygunu yapan, adam öldüren insanlar...
Kamera teknolojinin ürünüdür. Sayısız yararlı iş görür. Ama dinin, ahlakın ve vicdanın işini ona gördüremezsiniz. Çünkü bu alanların beslendiği kaynak madde ötesidir.
Sakarya' nın on bin nüfuslu bir ilçenin belediye başkanı ile yapılan röportaj şu başlığı taşıyordu:" Bu İlçede Emniyet Yok, Ahlak Var"(Zaman, 23 Eylül 207, Pazar Eki, s.6)
Problemi de çözümü de ortaya koyan bir başlık..."
(Doç Dr. Halil Altuntaş, Başkaları İçin Ağlayabilmek, s.48)
"...Şair ve filozof el-Mearrî'nin dediği gibi, -Sen 7 değil 70 defa tavaf etsen bile kötülük ve günah işlemeye yönelik dürtüler üzerine geldiğinde onu bastıracak bir iradeyi gösteremiyor isen senin yaptığın ibadet ya da dindarlık değildir- ..."
(Mahremiyet Bağlamında Sosyal Medya Ve Aile s. 51)
''...Sosyal medyada birey, internette bir kimliğe sahip oluyor. Özellikle X ve Y nesli internetteki bu kimliğin, gerçek hayattaki kimlikten bağımsız olduğunu düşünüyor. Araştırmalar bunu söylüyor. Ama Z nesli sanal hayatı gerçek hayattan ayırt etmiyor. Burada sanal bir kimliğe sahip olmak, cesaret hapı gibi insanları yüreklendiriyor. Birey internette istediği gibi istediği kişiye hakaret edebilme, istediği kişi hakkında konuşabilme, istediği kişinin fotoğraflarına, özel hayatına bakabilme, paylaşabilme gücünü kendisinde buluyor. Oysa hem dinimiz açısından hem de kültürümüz açısından gerçek hayatta var olan sorumluluklarımız, sanal kimlik altında da bizim sorumluluklarımızdır. İyi, kötü, sevap, günah, helal, haram, doğru, yanlış, güzel, çirkin algımız sanal mahramiyette de devam etmelidir. Gerçek hayatta sürdürdüğümüz hassasiyetlere sanal dünyada da dikkat etmemiz gerekiyor...''
(Mahremiyet Bağlamında Sosyal Medya Ve Aile s. 17)
"...Mustafa Kutlu, Menekşeli Mektup'ta
Dağın adamı, adımlarını
Usulca atar, her an tetikte
İçe dönük olurlar ve suskundurlar
Diye anlatır, doğrudur bunlar..."
İbrahim Tenekeci
" Akıp giden bir nehir insan hayatı ve suyunun en temiz, en berrak hâli çocukluk dönemi. Öyle ya çocuk denince akla gelen saflık, masumiyet, samimiyet değil mi? Kocaman ve çıkarsız sevgililer, içten ve samimi duygular taşır minik kalpleri. Merhametle çarpar yürekleri. İmanları halis ve kavi. Olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olanlardır çocuklar.
Büyüklerin onlardan öğrenecek ne çok dersleri var!
Dört yaşındaydı Ali. Sevincinden havalara uçmuştu âdeta. Ona çok güzel bir bisiklet almıştı ailesi. Hafta sonu bisikletine binmek için babasıyla birlikte parka gittiklerinde neşe içindeydi. O pedalları çeviriyor, babası da yanında yürüyerek Ali'ye eşlik ediyordu. Bir ara omuzlarındaki boya sandıklarını zorla taşıyan, üstü başı perişan birkaç çocuk çıktı önlerine. Hepsi hayranlıkla izlediler onu. Sonra devam ettiler yollarına. Ama içlerinden bir tanesi, yaşı belki de Ali'den az büyük olanı kaldırımın ortasında dalıp gitti, uzun uzun seyretti Ali'yi. Sonra bir rüyadan uyanırcasına irkildi, diğerlerine yetişebilmek için hızla uzaklaştı. Babası fark etmişti onları ve hüzünlü bir şekilde, "O çocuk sana özenerek baktı" dedi oğluna. Ali'ye bu söz yetmişti, hemen bisikletten indi ve " bir daha binmeyeceğim" dedi. Babası ne dediyse dinletemedi. Oysa ne çok sevinmişti o bisiklet alındığında. Şimdi "Bisikletimi o çocuğa vereceğim" diye ağlıyordu. Bu derece tepki vermesi hem şaşırtmış, hem mutlu etmişti ailesini.
Merhametin çocuk kalbimdeki tecellisi.. "...Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe iyiliğe erişemezsiniz..." ( Âl-i İmrân, 3/92.) Ayeti bunu mu söylemekteydi.
Eskiyi kendine ayırıp yeniyi verebilmek, yeniyi eskitmeden vermek. Cömertlik bu olsa gerek. Başkalarını kendi nefsine tercih etmek. İlk kez bindiği bisikletinden başka bir çocuğun yüzünü güldürmek için feragat etmek..."
(Ülfet Görgülü, Hayatın Tekrarı Yok, s.359-360)
''Somut, duygudaş ve çok sesli bir biçimde başkalarını düşünmek,
yalnızca 'biz'i düşünmekten daha verimlidir (ve daha güçtür).''
Edward W. Said, Kültür ve Emperyalizm
''..."Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.''
Nilgün Marmara
"...İslam, hukuki yaptırımlara başvurmadan önce kişilerin kalplerine ahlak tohumlarını ekerek, yasaların çiğnenmesine engel olur. Hem yasaların hem de hukuk kurallarının devrede olabileceği durumlarda önce ahlak kurallarına başvurur. Dış kontrol ve takip yerine oto kontrol mekanizmasını öne çeker.
Bu önemli kuralın göz ardı edilmesi, kontrol kameralarının devreye sokulması ile sonuçlandı. Sonuç: Kameraların içine baka baka kuyumcu soygunu yapan, adam öldüren insanlar...
Kamera teknolojinin ürünüdür. Sayısız yararlı iş görür. Ama dinin, ahlakın ve vicdanın işini ona gördüremezsiniz. Çünkü bu alanların beslendiği kaynak madde ötesidir.
Sakarya' nın on bin nüfuslu bir ilçenin belediye başkanı ile yapılan röportaj şu başlığı taşıyordu:" Bu İlçede Emniyet Yok, Ahlak Var"(Zaman, 23 Eylül 207, Pazar Eki, s.6)
Problemi de çözümü de ortaya koyan bir başlık..."
(Doç Dr. Halil Altuntaş, Başkaları İçin Ağlayabilmek, s.48)
"...Kamer çalışmadadır, gökler yer çalışmadadır;
Güneş çalışmada, seyyareler çalışmadadır.
...
Bekayı hak tanıyan sa'yı bir vazife bilir;
Çalış, çalış ki beka, sa'y olursa hak edilir..."
Mehmet Âkif Ersoy
"Sosyal medya iyidir ya da kötüdür ifadesini kullanmak yanlıştır. Esas olan sosyal medyayı nasıl kullandığımızdır."
Hiebert
"...Şair ve filozof el-Mearrî'nin dediği gibi, -Sen 7 değil 70 defa tavaf etsen bile kötülük ve günah işlemeye yönelik dürtüler üzerine geldiğinde onu bastıracak bir iradeyi gösteremiyor isen senin yaptığın ibadet ya da dindarlık değildir- ..."
(Mahremiyet Bağlamında Sosyal Medya Ve Aile s. 51)
''...Sosyal medyada birey, internette bir kimliğe sahip oluyor. Özellikle X ve Y nesli internetteki bu kimliğin, gerçek hayattaki kimlikten bağımsız olduğunu düşünüyor. Araştırmalar bunu söylüyor. Ama Z nesli sanal hayatı gerçek hayattan ayırt etmiyor. Burada sanal bir kimliğe sahip olmak, cesaret hapı gibi insanları yüreklendiriyor. Birey internette istediği gibi istediği kişiye hakaret edebilme, istediği kişi hakkında konuşabilme, istediği kişinin fotoğraflarına, özel hayatına bakabilme, paylaşabilme gücünü kendisinde buluyor.
Oysa hem dinimiz açısından hem de kültürümüz açısından gerçek hayatta var olan sorumluluklarımız, sanal kimlik altında da bizim sorumluluklarımızdır. İyi, kötü, sevap, günah, helal, haram, doğru, yanlış, güzel, çirkin algımız sanal mahramiyette de devam etmelidir. Gerçek hayatta sürdürdüğümüz hassasiyetlere sanal dünyada da dikkat etmemiz gerekiyor...''
(Mahremiyet Bağlamında Sosyal Medya Ve Aile s. 17)
''Bilge' nin uykusu buğdaydan
uzun başaklar gibi günebakan...''
Haydar Ergülen