Bir fenikme hali vardı yüzümde. Bulantı hissetmişti, içi karanlıktı, gecenin bu saatinde ne işi vardı burada, alıp başını gitmek istiyordu; Gidemiyordu. Bulantı geçmemişti. Diz çöktüğü yerden ağır ağır kalkıp, şaşkınca bakındı çevresine. Adım atacak yönü kestiremiyordu. Kararsız, şaşkındı, savruntuya kapılmış gibiydi! Panik içinde birinin savruntusundaydı. Titriyordu. Dudaklarında beliren alaysı gülümseyişle başını sağa sola döndürdü… Böylesi bir an’da bir yere gidememek, kapısını çalabileceğin birsinin olmaması ne acı diye geçirdi içinden. Duygularındaki al-veri yatıştırmaya çalışıyordu. İçindeki bu fırtınanın dineceği yoktu. Alıp başını nereye gitmeliydi peki! Tuna’nın sözleri geldi aklına ‘’evlen artık, çekilmez bu hayat’’ diyordu sesi kulaklarında.
İçimdeki gece hüznüyle bana en iyi gelen yalnızlıktı bunu bilmiyordu.
1977 yılında Viyana Belediyesi Vedat Dalokay yönetimindeki Ankara Belediyesine 2 adet beyaz kuğu hediye eder. Daha sonra Kavaklıdere Parkı’nın adını Kuğulu Park olarak değiştirecek bu ilk kuğuların isimleri Ankara ve Viyana olur. Bu iki güzellik birbirlerine delice aşık olurlar, parkta çok güzel günlerini yaşarken Ankaralıların hayran bakışları altında sevdalarını yaşarlar. Ama biliyoruz ki her güzelliğin bir sonu vardır. 1980 darbesi ile Kenan Evren’in emri ile bu iki sevdalıdan Ankara, Ankara’nın Çankaya semtinde bulunan Seymenler Parkına tayin edilir. Viyana yemeden içmeden kesilir, Ankarayı çok özlemektedir. Ankara için de durum çok kötüdür, Viyana’sız bir hayata katlanamamaktadır. Karar verir bir gece Seğmenler Parkından havalanır, tek isteği sevgilisi Viyana’ya kavuşmaktır. Ama çok katlı yüksek binaları gece karanlığında farkedemez, o zaten alışık değildir şehrin füze gibi gökdelenler arasında uçmağa ve bir gökdelene çarparak orada sevgilisi Viyana’nın hasretiyle ölür… Viyana da Ankara’ya kavuşmak için aynı yöntem uygular; o da bir gece sevgilisine kavuşmak ister ama o da bir gökdelene çarpar ve ölür.
Daha sonraları buraya başka ülkelerden de kuğular gelir. Çin’in Pekin Belediyesi iki siyah kuğu gönderir; isimleri Deniz ve Elmas olur. Ne zaman Ankara’ya gitsem mutlaka Kuğulu Park’a giderim, dostlarımın ‘’kız istemeye gider gibi’’ sözlerine gülümserim. Elimde bir kitap, kahvem olur; Ankara ve Viyana’nın hüzünlü hikayesini anımsarım. Louis Aragon’un o sözleri usumda canlanır
1977 yılında Viyana Belediyesi Vedat Dalokay yönetimindeki Ankara Belediyesine 2 adet beyaz kuğu hediye eder. Daha sonra Kavaklıdere Parkı’nın adını Kuğulu Park olarak değiştirecek bu ilk kuğuların isimleri Ankara ve Viyana olur. Bu iki güzellik birbirlerine delice aşık olurlar, parkta çok güzel günlerini yaşarken Ankaralıların hayran bakışları altında sevdalarını yaşarlar. Ama biliyoruz ki her güzelliğin bir sonu vardır. 1980 darbesi ile Kenan Evren’in emri ile bu iki sevdalıdan Ankara, Ankara’nın Çankaya semtinde bulunan Seymenler Parkına tayin edilir. Viyana yemeden içmeden kesilir, Ankarayı çok özlemektedir. Ankara için de durum çok kötüdür, Viyana’sız bir hayata katlanamamaktadır. Karar verir bir gece Seğmenler Parkından havalanır, tek isteği sevgilisi Viyana’ya kavuşmaktır. Ama çok katlı yüksek binaları gece karanlığında farkedemez, o zaten alışık değildir şehrin füze gibi gökdelenler arasında uçmağa ve bir gökdelene çarparak orada sevgilisi Viyana’nın hasretiyle ölür… Viyana da Ankara’ya kavuşmak için aynı yöntem uygular; o da bir gece sevgilisine kavuşmak ister ama o da bir gökdelene çarpar ve ölür.
Daha sonraları buraya başka ülkelerden de kuğular gelir. Çin’in Pekin Belediyesi iki siyah kuğu gönderir; isimleri Deniz ve Elmas olur. Ne zaman Ankara’ya gitsem mutlaka Kuğulu Park’a giderim, dostlarımın ‘’kız istemeye gider gibi’’ sözlerine gülümserim. Elimde bir kitap, kahvem olur; Ankara ve Viyana’nın hüzünlü hikayesini anımsarım. Louis Aragon’un o sözleri usumda canlanır
Sevincimin ve kederimin sebebi; Deli, hoyrat bir düş belki benimkisi. Bil ki canımın canı; Sensiz gece olmuyor bana; Yazı, kışı, baharı unutuyorum. Hazanındayım mevsimin. Zamanın en dar yerinde çaldığım piyanomun sesine kulak veriyorum; Yokluğun yalandı demek istiyorum. Cankuşum, geç gelen kara karasevdam. Geceyi sabaha erdirir gibi, Soluk soluğa çocukluk düşlerine koşar gibi, Bilmediğim bir kente sensiz girer gibi, Sonra seni orada yudum yudum yaşar gibi; Unutmak istiyorum!... Seni unuturcasına sevmek, severcesine unutmak istiyorum. Unutuşun aşkın kitabına dönüyorum; Yurtsuzluğumun encamını görüyorum. Savruluşum, kopup gidişim, arayışım bundandır.
Gitmek isteyip de gidememenin derin sızısını yaşatan bir buluşmanın kapısından döndüğünü anımsardı sık sık. Yaşanmamışlıkları yaşanılabilir kılan tek şey düşlerdi. Zamanda rastlaştıkları, yaşadıkları hep o görememenin doğurduğu sonuçlarla yüz yüze bırakmamış mıydı onu! Bunu hep bir kazanım gibi görmüş, sonrasında da unutuşun kollarına salmıştı kendini. O, buna hayatı onara onara yaşamak diyordu. Oysa şimdi dönüp geldiği noktada onarılabilecek hiçbir şeyin kalmadığını biliyordu! Sezgilerinin uzgörüşlülüğünü unutmuş, bilisizce davranıyor; neden, niçin yola düştüğünün ayrımına da varmak istemiyordu artık. O kısa zaman diliminin izlerine dönmekle neyi yakalamak, onarmak istiyordu! Bunu da hiç sormamıştı kendine… Sonrasını ve öncesini anımsamak istemedi… Çünkü, o, hep unutmak istiyordu; Sonradan anımsayıp
Oysa o yönsüzdü… Neden gelmişti buralara; onu getiren duygu neydi, kime, nereye, ne için gidecekti? Bir bekleyeni yoktu! Bunu biliyordu bilmesine. Buralara eriştiren neydi? Yaşanmışlık mıydı yoksa? Ya da yarım kalan, içte ezinç, burukluk yaşatanlar mıydı? Bunların hiç birini sormamıştı kendine. Sorular sorarak da yola çıkmamış, öylece yol alınabileceğini düşünmemişti hiç. Bir seziş, bir ayma an’ı… Esip gelen duygu ipiltisi, o anımsayış düşü düşleğini devindirmişti nedense. Önü alınamaz bir duygu selintisine kapılmıştı. Belki de;
Aslı hanım Ayşe'nin hikayesinin size ait olmadığını, Pehlivan'n sizin hikayeniz olduğunu çok önceden söylemiştiniz ve ben tamamını okuduğumu söylemiştim.
Bir fenikme hali vardı yüzümde.
Bulantı hissetmişti, içi karanlıktı, gecenin bu saatinde ne işi vardı burada, alıp başını gitmek istiyordu;
Gidemiyordu.
Bulantı geçmemişti. Diz çöktüğü yerden ağır ağır kalkıp, şaşkınca bakındı çevresine. Adım atacak yönü kestiremiyordu. Kararsız, şaşkındı, savruntuya kapılmış gibiydi! Panik içinde birinin savruntusundaydı.
Titriyordu.
Dudaklarında beliren alaysı gülümseyişle başını sağa sola döndürdü…
Böylesi bir an’da bir yere gidememek, kapısını çalabileceğin birsinin olmaması ne acı diye geçirdi içinden. Duygularındaki al-veri yatıştırmaya çalışıyordu. İçindeki bu fırtınanın dineceği yoktu.
Alıp başını nereye gitmeliydi peki!
Tuna’nın sözleri geldi aklına ‘’evlen artık, çekilmez bu hayat’’ diyordu sesi kulaklarında.
İçimdeki gece hüznüyle bana en iyi gelen yalnızlıktı bunu bilmiyordu.
KUĞULU PARK
ANAKARA-VİYANA
BİR SEVDA ÖYKÜSÜ
1977 yılında Viyana Belediyesi Vedat Dalokay yönetimindeki Ankara Belediyesine 2 adet beyaz kuğu hediye eder. Daha sonra Kavaklıdere Parkı’nın adını Kuğulu Park olarak değiştirecek bu ilk kuğuların isimleri Ankara ve Viyana olur.
Bu iki güzellik birbirlerine delice aşık olurlar, parkta çok güzel günlerini yaşarken Ankaralıların hayran bakışları altında sevdalarını yaşarlar.
Ama biliyoruz ki her güzelliğin bir sonu vardır. 1980 darbesi ile Kenan Evren’in emri ile bu iki sevdalıdan Ankara, Ankara’nın Çankaya semtinde bulunan Seymenler Parkına tayin edilir. Viyana yemeden içmeden kesilir, Ankarayı çok özlemektedir.
Ankara için de durum çok kötüdür, Viyana’sız bir hayata katlanamamaktadır. Karar verir bir gece Seğmenler Parkından havalanır, tek isteği sevgilisi Viyana’ya kavuşmaktır. Ama çok katlı yüksek binaları gece karanlığında farkedemez, o zaten alışık değildir şehrin füze gibi gökdelenler arasında uçmağa ve bir gökdelene çarparak orada sevgilisi Viyana’nın hasretiyle ölür…
Viyana da Ankara’ya kavuşmak için aynı yöntem uygular; o da bir gece sevgilisine kavuşmak ister ama o da bir gökdelene çarpar ve ölür.
Daha sonraları buraya başka ülkelerden de kuğular gelir. Çin’in Pekin Belediyesi iki siyah kuğu gönderir; isimleri Deniz ve Elmas olur.
Ne zaman Ankara’ya gitsem mutlaka Kuğulu Park’a giderim, dostlarımın ‘’kız istemeye gider gibi’’ sözlerine gülümserim. Elimde bir kitap, kahvem olur; Ankara ve Viyana’nın hüzünlü hikayesini anımsarım.
Louis Aragon’un o sözleri usumda canlanır
‘’Mutlu Aşk Yoktur’’
KUĞULU PARK
ANAKARA-VİYANA
BİR SEVDA ÖYKÜSÜ
1977 yılında Viyana Belediyesi Vedat Dalokay yönetimindeki Ankara Belediyesine 2 adet beyaz kuğu hediye eder. Daha sonra Kavaklıdere Parkı’nın adını Kuğulu Park olarak değiştirecek bu ilk kuğuların isimleri Ankara ve Viyana olur.
Bu iki güzellik birbirlerine delice aşık olurlar, parkta çok güzel günlerini yaşarken Ankaralıların hayran bakışları altında sevdalarını yaşarlar.
Ama biliyoruz ki her güzelliğin bir sonu vardır. 1980 darbesi ile Kenan Evren’in emri ile bu iki sevdalıdan Ankara, Ankara’nın Çankaya semtinde bulunan Seymenler Parkına tayin edilir. Viyana yemeden içmeden kesilir, Ankarayı çok özlemektedir.
Ankara için de durum çok kötüdür, Viyana’sız bir hayata katlanamamaktadır. Karar verir bir gece Seğmenler Parkından havalanır, tek isteği sevgilisi Viyana’ya kavuşmaktır. Ama çok katlı yüksek binaları gece karanlığında farkedemez, o zaten alışık değildir şehrin füze gibi gökdelenler arasında uçmağa ve bir gökdelene çarparak orada sevgilisi Viyana’nın hasretiyle ölür…
Viyana da Ankara’ya kavuşmak için aynı yöntem uygular; o da bir gece sevgilisine kavuşmak ister ama o da bir gökdelene çarpar ve ölür.
Daha sonraları buraya başka ülkelerden de kuğular gelir. Çin’in Pekin Belediyesi iki siyah kuğu gönderir; isimleri Deniz ve Elmas olur.
Ne zaman Ankara’ya gitsem mutlaka Kuğulu Park’a giderim, dostlarımın ‘’kız istemeye gider gibi’’ sözlerine gülümserim. Elimde bir kitap, kahvem olur; Ankara ve Viyana’nın hüzünlü hikayesini anımsarım.
Louis Aragon’un o sözleri usumda canlanır
‘’Mutlu Aşk Yoktur’’
Sevincimin ve kederimin sebebi;
Deli, hoyrat bir düş belki benimkisi.
Bil ki canımın canı;
Sensiz gece olmuyor bana;
Yazı, kışı, baharı unutuyorum.
Hazanındayım mevsimin.
Zamanın en dar yerinde çaldığım piyanomun sesine kulak veriyorum;
Yokluğun yalandı demek istiyorum.
Cankuşum, geç gelen kara karasevdam.
Geceyi sabaha erdirir gibi,
Soluk soluğa çocukluk düşlerine koşar gibi,
Bilmediğim bir kente sensiz girer gibi,
Sonra seni orada yudum yudum yaşar gibi;
Unutmak istiyorum!...
Seni unuturcasına sevmek, severcesine unutmak istiyorum.
Unutuşun aşkın kitabına dönüyorum;
Yurtsuzluğumun encamını görüyorum.
Savruluşum, kopup gidişim, arayışım bundandır.
Ve ölüp ölüp diriliyorum; BİR GECE VAKTİ.
Gitmek isteyip de gidememenin derin sızısını yaşatan bir buluşmanın kapısından döndüğünü anımsardı sık sık.
Yaşanmamışlıkları yaşanılabilir kılan tek şey düşlerdi.
Zamanda rastlaştıkları, yaşadıkları hep o görememenin doğurduğu sonuçlarla yüz yüze bırakmamış mıydı onu! Bunu hep bir kazanım gibi görmüş, sonrasında da unutuşun kollarına salmıştı kendini. O, buna hayatı onara onara yaşamak diyordu. Oysa şimdi dönüp geldiği noktada onarılabilecek hiçbir şeyin kalmadığını biliyordu! Sezgilerinin uzgörüşlülüğünü unutmuş, bilisizce davranıyor; neden, niçin yola düştüğünün ayrımına da varmak istemiyordu artık. O kısa zaman diliminin izlerine dönmekle neyi yakalamak, onarmak istiyordu!
Bunu da hiç sormamıştı kendine…
Sonrasını ve öncesini anımsamak istemedi…
Çünkü, o, hep unutmak istiyordu;
Sonradan anımsayıp
Yola düşürülecekleri!...
Oysa o yönsüzdü…
Neden gelmişti buralara; onu getiren duygu neydi, kime, nereye, ne için gidecekti?
Bir bekleyeni yoktu!
Bunu biliyordu bilmesine. Buralara eriştiren neydi? Yaşanmışlık mıydı yoksa? Ya da yarım kalan, içte ezinç, burukluk yaşatanlar mıydı? Bunların hiç birini sormamıştı kendine. Sorular sorarak da yola çıkmamış, öylece yol alınabileceğini düşünmemişti hiç.
Bir seziş, bir ayma an’ı…
Esip gelen duygu ipiltisi, o anımsayış düşü düşleğini devindirmişti nedense.
Önü alınamaz bir duygu selintisine kapılmıştı.
Belki de;
Kanayan yaralarını dindirme isteği…
Uyumak?
Denizanalarına mı, yoksa karıncalara mı söylediniz; uyuyun artık...
karıncaların hem kalbi hem de beyni vardır...
Denizanasının kalbi de yoktur...
Aslı hanım Ayşe'nin hikayesinin size ait olmadığını, Pehlivan'n sizin hikayeniz olduğunu çok önceden söylemiştiniz ve ben tamamını okuduğumu söylemiştim.
Pehlivan konusunu konuşmuştuk...