Âh, bir güvercin gibi kanatlarım olsaydı Uçar ve huzurlu olurdum Çünkü şiddeti ve kavgaları gördüm Bu dünyada çok acı çektim.
Bu dünya gebe ve haksızlık doğuruyor Allah'ım, senin gücün ve senin huzurun dışında Nereden sığınak bulurum? Eğer şafağın rüzgarlarına asılsam ve denizin derinliklerinde yaşasam Yine de elinin ağırlığını üzerimde hissederdim. Beni kararsızlıkla sarhoş ettin Senin yolların ne kadar gizemli Senin yolların ne kadar gizemli.
Yüreğimin acısını söylüyorum Ruhumun yakıcılığını söylüyorum Sessizliğimi korurken, kemiklerim ufalıyor Çünkü elinin ağırlığı üzerimde.
Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret Çöldeki bir pelikan gibiyim Ve bir serçe gibiyim, damda tek başına kalmış. Dökülmüş su gibiyim Ve ölüp gitmişler gibiyim Ve ölümün gölgesi, gözkapaklarımı kaplıyor Beni bırak, beni bırak; günlerim sadece bir nefes. Beni bırak, yolculuğuma başlamadan önce geri dönüşü olmayan yere, Ebedi karanlıklar ülkesine.
Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret Değirmenlerin gürültüsü Ve o acı dolu aylara Ve çevremi saran neşeli şarkılar Ve canlı ışıklar yitip gitti. Ne mutlu, bu zamanda hasat yapanlara Ve elleriyle başakları toplayabilene.
Çölde şarkı söyleyen ruhları dinleyelim Âh edenlerin ve ellerini gökyüzüne açanların şarkısı, diyor ki:
"Eyvah, yaralarım ruhumu hissizleştirdi! "
Âh sen, Beline kadar inen saçların dökülürken, Kırmızı elbiseler giydiğin, Altından mücevherler taktığın zamanları hep unuttun. Gözlerine sürme çekerdin Hatırla; kendini boşu boşuna güzelleştirirdin, Çölde yalnız bir şarkı olduğun Ve arkadaşların seni terkettiği için.
Zaman akıyor ve öğlenin gölgeleri uzamaya başlıyor Ve kuşlarla dolu bir kafes gibi, Hayatımız da iniltiyle dolu.
İçimizde hiç kimse bilmiyor; ne kadar vakti kaldığını Hasat zamanı geçti, yaz artık bitmek üzere Ve bir kurtuluş bulamadık. Güvercinler gibi bağrışıyoruz adalet için Ama kimse duymuyor bizi. Ve karanlıkta, ışığı bekliyoruz.
Ey sen, sevginin gücüyle taşan nehir Bize doğru gel Bize doğru gel.
Beyaz bir hayatın içinde siyah bir lekeyim ben. Kandırılmış, kanmış ve inançlarıyla oynanmış... Umut ektiği bahçeler susuz bırakılmış... Gülen gözleri, hatta biraz da gözlerinin içi, yalanlarla kandırılmış... Uyandığı her günde eğilimi biraz daha intihara kaymış... Beyaz bir hayalin içinde siyah bir yalanım ben. Beklediği her vapur, biraz önce limandan ayrılmış... İnanmayı beklediği her gün, bir insan daha kandırmış... Yaralarını sarmayı beklediği her kim ise bir kez daha kanatmış... Güvenmeyi beklediği herkes, duvarlarını yıkmış... Beyaz bir kâğıdın üstünde siyah bir mürekkebim ben. O kadar dağılmış, O kadar kırılmış, O kadar her parçam başka bir başka yerde ki Gözlerimi kapatıp, ölümü bile düşleyemiyorum...
Bir gün, hayatındaki engelleri aşamamaktan yakınan bir adam dostlarının da tavsiyesi üzerine kulübesinde yalnız başına yaşayan bir bilgenin yanına gelir ve “Efendim ben, önüme çıkan engellerin hiçbirini aşamıyorum. Ne yapmam gerekiyor?” diye sorar.
Bunun üzerine bilge, adamı da yanına alarak pencerenin önüne kadar gelir. Camda kanatlarını açmış ve dışarı çıkmak için çırpınan bir kelebek vardır. Kelebek yorulmaksızın dışarıya çıkmaya çalışmakta, devamlı olarak cama çarparak yere düşmektedir. Bilge yavaşça, kelebeğin çıkışını kolaylaştırmak için camı açar. Ama bu da işe yaramaz. Kelebek çırpındıkça çırpınıyor ve her defasında cama çarpmaya devam ediyordur.
Bunun üzerine bilge, yanındaki adama döner ve şunları söyler:
“Kelebek dışarı çıkması için gerekli olan tek yolun, şeffaf oldukları için dışarıyı gösteren, ama gerçekte kapalı olan camlar olduğunu sanıyor. Oysa birazcık geri çekilip şöyle genel bir bakış
açısıyla baksa, onun dışarı çıkması için kocaman bir açık pencerenin olduğunu görecektir. Ne var ki, bütünü göremeyip sadece bir noktaya odaklandığı için, kendisini odanın içinde tutsak kalmaya mahkûm ediyor. daha az
şu kadere terk edilmiş halimiz de zulüm ve baskı" dedi berber.
Yargıc senor carmichael, "ama dövmüyorlar bizi" diye cevap verdi .
"bizi tanrı'ya havale etmek de bir çeşit dövmektir".
,
Şer Saati
Âh, bir güvercin gibi kanatlarım olsaydı
Uçar ve huzurlu olurdum
Çünkü şiddeti ve kavgaları gördüm
Bu dünyada çok acı çektim.
Bu dünya gebe ve haksızlık doğuruyor
Allah'ım, senin gücün ve senin huzurun dışında
Nereden sığınak bulurum?
Eğer şafağın rüzgarlarına asılsam ve denizin derinliklerinde yaşasam
Yine de elinin ağırlığını üzerimde hissederdim.
Beni kararsızlıkla sarhoş ettin
Senin yolların ne kadar gizemli
Senin yolların ne kadar gizemli.
Yüreğimin acısını söylüyorum
Ruhumun yakıcılığını söylüyorum
Sessizliğimi korurken, kemiklerim ufalıyor
Çünkü elinin ağırlığı üzerimde.
Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret
Çöldeki bir pelikan gibiyim
Ve bir serçe gibiyim, damda tek başına kalmış.
Dökülmüş su gibiyim
Ve ölüp gitmişler gibiyim
Ve ölümün gölgesi, gözkapaklarımı kaplıyor
Beni bırak, beni bırak; günlerim sadece bir nefes.
Beni bırak, yolculuğuma başlamadan önce geri dönüşü olmayan yere,
Ebedi karanlıklar ülkesine.
Allah'ım,
Güvercinin ruhunu vahşi hayvanlara emanet etme.
Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret
Değirmenlerin gürültüsü
Ve o acı dolu aylara
Ve çevremi saran neşeli şarkılar
Ve canlı ışıklar yitip gitti.
Ne mutlu, bu zamanda hasat yapanlara
Ve elleriyle başakları toplayabilene.
Çölde şarkı söyleyen ruhları dinleyelim
Âh edenlerin ve ellerini gökyüzüne açanların şarkısı, diyor ki:
"Eyvah, yaralarım ruhumu hissizleştirdi! "
Âh sen,
Beline kadar inen saçların dökülürken,
Kırmızı elbiseler giydiğin,
Altından mücevherler taktığın zamanları hep unuttun.
Gözlerine sürme çekerdin
Hatırla; kendini boşu boşuna güzelleştirirdin,
Çölde yalnız bir şarkı olduğun
Ve arkadaşların seni terkettiği için.
Zaman akıyor ve öğlenin gölgeleri uzamaya başlıyor
Ve kuşlarla dolu bir kafes gibi,
Hayatımız da iniltiyle dolu.
İçimizde hiç kimse bilmiyor; ne kadar vakti kaldığını
Hasat zamanı geçti, yaz artık bitmek üzere
Ve bir kurtuluş bulamadık.
Güvercinler gibi bağrışıyoruz adalet için
Ama kimse duymuyor bizi.
Ve karanlıkta, ışığı bekliyoruz.
Ey sen, sevginin gücüyle taşan nehir
Bize doğru gel
Bize doğru gel.
Füruğ Ferruhzad
Çünkü ,
Çünkü sesinin iyi geldiği yaralarım vardı.
Beyaz bir hayatın içinde siyah bir lekeyim ben. Kandırılmış, kanmış ve inançlarıyla oynanmış...
Umut ektiği bahçeler susuz bırakılmış...
Gülen gözleri, hatta biraz da gözlerinin içi,
yalanlarla kandırılmış...
Uyandığı her günde eğilimi biraz daha intihara kaymış...
Beyaz bir hayalin içinde siyah bir yalanım ben.
Beklediği her vapur, biraz önce limandan ayrılmış...
İnanmayı beklediği her gün, bir insan daha kandırmış...
Yaralarını sarmayı beklediği her kim ise
bir kez daha kanatmış...
Güvenmeyi beklediği herkes, duvarlarını yıkmış...
Beyaz bir kâğıdın üstünde siyah bir mürekkebim ben.
O kadar dağılmış,
O kadar kırılmış,
O kadar her parçam başka bir başka yerde ki Gözlerimi kapatıp, ölümü bile düşleyemiyorum...
Ahmet Yavuz
iyiki silmemiş bizim gibi ..
:) deli diyorlar bana desinler değişemem hatırladık kalmış
Sen geçerken bir evin penceresinde bir dal çiçekleniyor
<3
Bir gün, hayatındaki engelleri aşamamaktan yakınan bir adam dostlarının da tavsiyesi üzerine kulübesinde yalnız başına yaşayan bir bilgenin yanına gelir ve “Efendim ben, önüme çıkan engellerin hiçbirini aşamıyorum. Ne yapmam gerekiyor?” diye sorar.
Bunun üzerine bilge, adamı da yanına alarak pencerenin önüne kadar gelir. Camda kanatlarını açmış ve dışarı çıkmak için çırpınan bir kelebek vardır. Kelebek yorulmaksızın dışarıya çıkmaya çalışmakta, devamlı olarak cama çarparak yere düşmektedir. Bilge yavaşça, kelebeğin çıkışını kolaylaştırmak için camı açar. Ama bu da işe yaramaz. Kelebek çırpındıkça çırpınıyor ve her defasında cama çarpmaya devam ediyordur.
Bunun üzerine bilge, yanındaki adama döner ve şunları söyler:
“Kelebek dışarı çıkması için gerekli olan tek yolun, şeffaf oldukları için dışarıyı gösteren, ama gerçekte kapalı olan camlar olduğunu sanıyor. Oysa birazcık geri çekilip şöyle genel bir bakış
açısıyla baksa, onun dışarı çıkması için kocaman bir açık pencerenin olduğunu görecektir. Ne var ki, bütünü göremeyip sadece bir noktaya odaklandığı için, kendisini odanın içinde tutsak kalmaya mahkûm ediyor. daha az
Kinsun /yol senin içinde