rahatsız etmeyen tempo ile esen ferahlatıcı yel.kuşların kanat sesi. çoook uzaklardan gelen insan sesleri. kitaplar, defterler, kalemler... çokça ahşap ve çay. cennet böyle birşey sanırım.
en çok senin hakkın var sevilmeye, sayılmaya, değer görmeye, ayrıcalığa, evet sen sadece sen ve senin gibiler yeryüzünün tüm nimetlerinden faydalanmalı, hatta dünya da senin için dönüyordur kesin.
omu? o, farklı tene sahip asla haketmiyor
öteki zaten milliyetinden dolayı haketmiyor
öbürü desen ailesinden, doğduğu şehirden, eğitiminden dolayı layık değil
diğerleri ise zaten farklı düşünüyorlar. tanrıcılık oyna da al canlarını bence
her geçen gün diğer günü aratırken ki hayat biraz da bu. hatta en çok da bu. kendi hapsolduğun daireden etrafa bakmayı da öğrendikçe '' ne çok acı var''a evrilen ruh haliyle hissettiğin ızdırabın fiyakasını bile yaşayamıyorsun.
zile bastı. beklemeye başladı. nasıl olurda asansörü olmayan bir apartmanın girişinde bulunurken, bir anda daha önce yaşadığı bir çok şehrin apartman kapılarından sırayla geçip, asansörlerine binip, aynı anda o apartman girişlerini ve asansör kokularını içinde hissedebildiğini düşündü.
şimdi hangi şehrin, hangi apartmanının kapısındayım diye hafızasını toparlamaya çalıştığı anda... evde kimsenin olmadığını bildiği halde ısrarla zile bastığını da farketti.
ürpermişti. kendinden korkarak, titreyerek anahtarları çantasından çıkarmaya çalıştığında... bugün bunu ikinci defadır yapıyorum, diye düşündü.
.....
mutfağa hızlıca girdi. çaydanlığa doldurduğu suyu ocağın üzerine bıraktı. raftan aldığı fincana kuru çayı doldurdu. yanlış oldu diyerek, kuru çayı demliğin içine boşaltırken, çay yapmayacağını fincanı kahve için çıkardığını hatırladı.
ama bu defa apartman kapısının önündeki gibi kendinden korkmamıştı.sadece kendine sessizce güldü.
rahatsız etmeyen tempo ile esen ferahlatıcı yel.kuşların kanat sesi. çoook uzaklardan gelen insan sesleri. kitaplar, defterler, kalemler...
çokça ahşap ve çay. cennet böyle birşey sanırım.
evet canım, tamam canım
en çok senin hakkın var sevilmeye, sayılmaya, değer görmeye, ayrıcalığa, evet sen sadece sen ve senin gibiler yeryüzünün tüm nimetlerinden faydalanmalı, hatta dünya da senin için dönüyordur kesin.
omu? o, farklı tene sahip asla haketmiyor
öteki zaten milliyetinden dolayı haketmiyor
öbürü desen ailesinden, doğduğu şehirden, eğitiminden dolayı layık değil
diğerleri ise zaten farklı düşünüyorlar. tanrıcılık oyna da al canlarını bence
her geçen gün diğer günü aratırken ki hayat biraz da bu. hatta en çok da bu.
kendi hapsolduğun daireden etrafa bakmayı da öğrendikçe '' ne çok acı var''a evrilen ruh haliyle hissettiğin ızdırabın fiyakasını bile yaşayamıyorsun.
+annecim noooluur civciv alalım noooluur
-olmaz, büyür o
+olsun büyüyünce yine köye göndeririz
*sonrada kesip yeriiiz :)
+çöpü döküp, halıyı süpür
-dünyayı da kurtarayım mı?
+yok hepsi bir günde olmaz. dünyayı yarın kurtarırsın.
saat gece 1.42
haziran 8
kilidi kırık kapının, pencerenin rüzgarda hızlı hızlı çarpması gibi zihnimde sesler. hattta görüntüler.
radyodan yayılan sesi bile bastırıyor zihnimdeki gürültü.
duygu durumumuza göre etkilenmeyen varlık alemi.
ama nedense varlık aleminin her milimetresinden etkilenen biz.
hani biz bir bütündük.
söyleyin o bahar'a kalbime de uğrasın.
ah duman kara duman
sardı dört yanımızı
zile bastı. beklemeye başladı. nasıl olurda asansörü olmayan bir apartmanın girişinde bulunurken, bir anda daha önce yaşadığı bir çok şehrin apartman kapılarından sırayla geçip, asansörlerine binip, aynı anda o apartman girişlerini ve asansör kokularını içinde hissedebildiğini düşündü.
şimdi hangi şehrin, hangi apartmanının kapısındayım diye hafızasını toparlamaya çalıştığı anda... evde kimsenin olmadığını bildiği halde ısrarla zile bastığını da farketti.
ürpermişti. kendinden korkarak, titreyerek anahtarları çantasından çıkarmaya çalıştığında... bugün bunu ikinci defadır yapıyorum, diye düşündü.
.....
mutfağa hızlıca girdi. çaydanlığa doldurduğu suyu ocağın üzerine bıraktı. raftan aldığı fincana kuru çayı doldurdu.
yanlış oldu diyerek, kuru çayı demliğin içine boşaltırken, çay yapmayacağını fincanı kahve için çıkardığını hatırladı.
ama bu defa apartman kapısının önündeki gibi kendinden korkmamıştı.sadece kendine sessizce güldü.