Uruguaylı yazar Eduardo Galeano'nun 1980 yılında yayınlanan ve bugünün pedagojisiyle pek örtüşmeyen ama bugün artık büyümüş olan 90'lı yılların Kürt çocuklarıyla paylaşmanın yerinde olabileceğini düşündüğüm bir çocuk hikayesiyle bitirmek istiyorum: Hikayenin İspanyolca adı 'La piedra que arde', birebir çevrilince 'Yanan Taş' ya da 'Sıcak Taş' gibi bir şey. Biz, 'Sihirli Taş ' diyelim adına.
Galeano bu çocuk hikayesinde ihtiyar bir adamla bir çocuğun dostluğunu anlatır. Çocuk bir gün ormanda bir sihirli taş bulur, üzerinde 'Gepegenç olursun, beni parçalarsan' yazıyordur. Çocuğun aklına hemen kambur, bir ayağı aksak, dişleri dökük, yüzünde yara izleri olan, güçlükle soluk alan ve bu görüntüsüyle bütün çocukların korkutan ihtiyar dostu gelir. Hayatını bahçelerde bekçilik yaparak kazanan ihtiyar, birkaç gün önce çocuğu düştüğü zor durumdan kurtarmış, ona büyük bir iyilik yapmıştır.
Çocukla birlikte ormana gidip sihirli taşı gören ihtiyar taşı kırmayı reddeder ve hediyesi kabul edilmediği için kalbi kırılan çocuğa nedenini anlatmaya çalışır: 'Bak,' der 'bu dişler kendi kendine dökülmedi, onları söktüler ağzımdan. Yüzümdeki bu yara izleri bir trafik kazasından kalma değil. Sonra ciğerlerim... bacağım... Bu bacağımı cezaevinden kaçarken kırdım; duvar çok yüksekti ve yere cam kırıkları döşenmişti. Başka izler de var bedenimde senin görmediğin. Bedenimde taşıdığım izler ve bedenimde olmayan kimsenin göremeyeceği yerlerdeki başka izler'.
'Eğer bu taşı parçalarsam, bu izler silinecekler. Ama bu izler benim kimlik belgelerim, anlıyor musun? Kimlik işaretlerim. Aynaya bakıyorum ve 'Bu benim' diyorum, kendime karşı bir üzüntü, bir acıma hissetmiyorum. Çok uzun zaman mücadele ettim. Ama özgürlük mücadelesi hiç bitmeyen bir mücadeledir. Şimdi orada uzakta, bir zamanlar benim mücadele ettiğim gibi o mücadeleyi veren başkaları var. Benim ülkem ve halkım hala özgür değil. Anlıyor musun? Ben unutmak istemiyorum.'
Unutmamak, hatırlamak, anadilini konuşmak, anlatmak, tanıklık etmek, yaşananları tercüme etmek de mücadele etmenin saygıdeğer yöntemlerindendir. Ve yaralarımız, bir noktadan sonra, bize acı vermezler; bize kim olduğumuzu hatırlatırlar...
nerede bir tenha bulsa orada sıkışıyor kalbim...
Solu arıyorum
Kalbin ikametgah adresini yazmak için...
Varlığı yazan yokluğu yaşayan...
Bir şey söyleyemiyorum...
Susuyorum.
Biriktikçe ürküyorum.
Çok yalnızım bildiğim
tüm dünya içimde...
Dudağımda küçük bir ıslıkla sırtımı dönüyorum...
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano'nun 1980 yılında yayınlanan ve bugünün pedagojisiyle pek örtüşmeyen ama bugün artık büyümüş olan 90'lı yılların Kürt çocuklarıyla paylaşmanın yerinde olabileceğini düşündüğüm bir çocuk hikayesiyle bitirmek istiyorum: Hikayenin İspanyolca adı 'La piedra que arde', birebir çevrilince 'Yanan Taş' ya da 'Sıcak Taş' gibi bir şey. Biz, 'Sihirli Taş ' diyelim adına.
Galeano bu çocuk hikayesinde ihtiyar bir adamla bir çocuğun dostluğunu anlatır. Çocuk bir gün ormanda bir sihirli taş bulur, üzerinde 'Gepegenç olursun, beni parçalarsan' yazıyordur. Çocuğun aklına hemen kambur, bir ayağı aksak, dişleri dökük, yüzünde yara izleri olan, güçlükle soluk alan ve bu görüntüsüyle bütün çocukların korkutan ihtiyar dostu gelir. Hayatını bahçelerde bekçilik yaparak kazanan ihtiyar, birkaç gün önce çocuğu düştüğü zor durumdan kurtarmış, ona büyük bir iyilik yapmıştır.
Çocukla birlikte ormana gidip sihirli taşı gören ihtiyar taşı kırmayı reddeder ve hediyesi kabul edilmediği için kalbi kırılan çocuğa nedenini anlatmaya çalışır: 'Bak,' der 'bu dişler kendi kendine dökülmedi, onları söktüler ağzımdan. Yüzümdeki bu yara izleri bir trafik kazasından kalma değil. Sonra ciğerlerim... bacağım... Bu bacağımı cezaevinden kaçarken kırdım; duvar çok yüksekti ve yere cam kırıkları döşenmişti. Başka izler de var bedenimde senin görmediğin. Bedenimde taşıdığım izler ve bedenimde olmayan kimsenin göremeyeceği yerlerdeki başka izler'.
'Eğer bu taşı parçalarsam, bu izler silinecekler. Ama bu izler benim kimlik belgelerim, anlıyor musun? Kimlik işaretlerim. Aynaya bakıyorum ve 'Bu benim' diyorum, kendime karşı bir üzüntü, bir acıma hissetmiyorum. Çok uzun zaman mücadele ettim. Ama özgürlük mücadelesi hiç bitmeyen bir mücadeledir. Şimdi orada uzakta, bir zamanlar benim mücadele ettiğim gibi o mücadeleyi veren başkaları var. Benim ülkem ve halkım hala özgür değil. Anlıyor musun? Ben unutmak istemiyorum.'
Unutmamak, hatırlamak, anadilini konuşmak, anlatmak, tanıklık etmek, yaşananları tercüme etmek de mücadele etmenin saygıdeğer yöntemlerindendir. Ve yaralarımız, bir noktadan sonra, bize acı vermezler; bize kim olduğumuzu hatırlatırlar...
Artık damarlarınızla değil beyinlerinizle yönetin,yönetilin.
Aşk; şairin dilidir...
Utancı ve ağlamayı bir araya getiren terim hümanizmde.
Ayrıca barınmak kadar tutsak etmek maksatlı da kullanılır.
İnsanoğlu hep kendinde olmayanı arar.
Polyanna'ya cılık eki anlam katar aslında.
Her Mecnun'a kendi Leyla'sıdır...