Dünyanın en uzun hüznü yağıyor, Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne. Kar yağıyor ve sen gidiyorsun, Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun, Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimizi O insan ve tabiat çağını.
Dön bana ve dinle! Kuşlar uçuşuyor içimde.
Loş bir keman solosu gibi Kuşların uçuştuğunu içimde, Dön bana ve dinle.
Karanlık denizlerin dibinde, Birtakım incilerin olduğunu Birtakım incilere ve hatıralara Neden bağlı olduğumuzu unutma.
Duy beni ve dinle! Denizler boğuşuyor içimde.
Unutma diyorum ama sen anla, Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara...
bir gün geleceğim ve bir haber getireceğimdamarlara ışık saçacağım ve sesleneceğim içerden: ey sepetleri uykuyla dolu olanlar! elma getirdim, elma ...kızıl güneş.
sokakta yaralı bir it koşturuyor iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadın ellerimi. benimle çıkmıyorsun bu yolculuğa. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.
bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım ölümsüz yanımdır. bulutsuz da yağan nedir? şimdi öğreniyorum ki, gözyaşi! bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım aşk yanımdır.
babam romantik bir aşiret savaşçısıydı. çapraz fişeklik duyardım yüzümde ona sarıldığım zaman. sonrası jandarmalardı. ağıt kadınlardı. mezarlardı. o gün bugündür sayrıyım. çünkü insan öldüğü yaşta kalır.
babam elin eskilerini giyerdi. ben bu yüzden ezik olurum bayram sabahlarında. yani bir sömürgede doğan kırılgan olur. çünkü insan öldüğü yaşta..
sokaktan askeri konvoylar geçiyor iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.
yaşadığım yitirdiklerim oluyor hep. oysa tuttuğum elleri bırakmıyorum. sonra korkuyorlar hasletimden. ne denli sevgiye değer olduğumu söylüyorlar. gidiyorlar sonra. ve biçimlendiremediklerimiz biçim oluyor bize.
ve sen haftanın deniz ertesi günleri geliyorsun. bir çizgi diyorsun. bir çizgideyim. sağım nere solum nere bilmiyorum.. seni şiir duraklarına bırakıyorum o zaman. güleç kalıyorsun. dudakların kırışıyor kenarlarından. ellerin minnacık ellerin morarıyor. küçük küçük adımlarla gidiyorsun -sanki- içimden. bir şiir durağından biniyorsun. zaten yorgunsun.
ben sancıyla kıvranıyorum geceleri sayrı bir yatakta. terli terli seni içiyorum. çünkü yüzüme bakınca seni görüyorum. çünkü yorgunsun.
parçalı bulutlu şiirler okuyorum sana. şiir gibi bir çiselti başlıyor sonra. kanayan bir yara; yalnızlık. çıkıp kanıyorum. çıkıp sokakta..
sokaktaki bütün kedileri eziyorlar iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadın ellerimi. ve ben sırf bu yüzden ezilebilirim.
biz emeklerken sevmeyi öğrenmede, kolumuzdakiler düşüyor. ki ölenler zafere en çok yakışanlardır! ki ölenler zafere en çok yaklaşanlardır! .. oturup tekdüze ağıtlar yakıyoruz onlara. ve söz veriyoruz yarını kurtaracağımıza. ama yarına ertelemekle bugünü yitiriyoruz zaten. ve zaten yenik sayılırız yaşamakla!
en gizli yerimize çağıriyoruz acıyı. ve hep yenik düşüyoruz, çağırmakla!
sulara benziyorsun bu yüzden. sular ki dinginliğe gelir ancak. ısınırsa uçar. soğursa kaskatı kesilir teninden. sulara benziyorsun kapılmaya gelmez. sulara.. bildik sulara..
sokaktan telsiz sesleri geliyor iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden kaybedilebilirim.
ihmal edilmeyen telefonlar bekliyorsun, dakik ve ilgi dolu. anne oluyorsun bütün aşıklarına. ve çocukların oluyorlar bilmeden. ve bu resimde kalmayı bu denli çok isterken, çekip.. çıkıp gitmeli diyorum.
insanlar çoğalıyor etrafımda. sen yoksun. ıssızlığımdan anlıyorum. çook uzakta oluyorum onlar konuşurken. derken gece başlıyor. çayları ödüyorlar ve bir parçamı alıyorlar karşılığında.
ve sen haftanın deniz ertesi günleri geliyorsun. her aşk; yaşayamadıklarımızın özetidir, diyorum. gülüyorsun.
seni daha önce öpmüş olmalıyım. yoksa nasıl bulurum yüzünde gülen ağzının yerini.
sokakta ölümsüz bir yanından yaralıyorlar birini. iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadın ellerimi...
Saatler tam da bir hüznün merhabasına çevirmişken vakitleri. Kısa bir anımsama Sonra özlemek seni Şimdi özlemek Herhangi bir ülkesinde dünyanın Kimsesiz bırakılmış şehirler kadar öksüz … Döverken yıldırımlarıyla gökyüzünü Ve yağmurlarıyla sokaklarını Tanrı . Bir sokak köpeği gibi üşümüşlüğü kim umursarki ?
I Hiçbir şeyden çekmedi dünyada Nasırdan çektiği kadar; Hatta çirkin yaratıldığından bile O kadar müteessir değildi. Kundurası vurmadığı zamanlarda Anmazdı ama Allah'ın adını, Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
II Mesele falan değildi öyle, To be or not to be kendisi için; Bir akşam uyudu; Uyanmayıverdi. Aldılar, götürdüler. Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü. Duysalar öldüğünü alacaklılar Haklarını helal ederler elbet. Alacağına gelince... Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
III Tüfeğini deppoya koydular, Esvabını başkasına verdiler. Artık ne torbasında ekmek kırıntısı, Ne matarasında dudaklarının izi; Öyle bir ruzigar ki, Kendi gitti, İsmi bile kalmadı yadigâr. Yalnız şu beyit kaldı, Kahve ocağında, el yazısıyla: "Ölüm Allah'ın emri, "Ayrılık olmasaydı."
29 yasinda intihar ederek yasamina son veren Nilgün Marmara'nin birtakim yazi ve sirlerini birlestirdigimizde adeta bir dehlizin içinde hissediyoruz kendimizi. Bize, dönüp etrafa bakacak kadar bile bogluk birakmayan bir dehliz. Belki de, alternatif bir intihar mektubunu okutuyor bize.
Bir seyden kaçıyorum bir seyden, kendimi bula miyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer... Kafatasimin içini, bir küçük huzur adina aynalarla kaplattim, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Panigini kukla yapmis hasta bir cocugum ben. Oyuncagi panik olan sayri yalnizlik kendi kendine nasil da eglenir. Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyor. Hep böyle mi bu? Azimsanmayacak kadar ölmüsüm! Azimsanamayacak denli ölüyüm! Geliyorlar, bu evde dogan yeni bir ölümü görmeye; kogarak düse kalka yuvarlanarak, sürünerek. Nasil olursa olsun; görmek için bu eski dostlarinin yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kivIlcimlarini? Geliyorlar! Uyuyan arzunun, düsün, imgelemenin, bellegin les kokularini duymaya geliyorlar. Ölüm sessizligi, toz ve küf kokan evden ayrildiktan sonra seviniyorlar canliyiz diye. Ben bir tehdidim onlar için çünkù bir varligm, cinssiz bir bebek, rolünü bulamamis, iyi ez berleyememis bir hayvan, her yöne savrulabilir,
Neden büyüdünüz, genlestiniz, yayildiniz, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarinizla, asklarinizla, aglatilarinizla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagilklarla.Yitecek, yitecek kumlarin dibinde. Bütün yazilanlar, yaçananlar deli gözüyle bakan ölü bir balk olacak, ölü bir denizin sayllabilir, sayilamaz kumlari içinde. Bir sevi/ölum denizinin, yasama yanilsamasi dibinde! Çikis yolu mu? Arka pencere hangi gezegene açtir? Baktigr yer yakin bir beyaz duvar. Hayatin neresinden dönülse kardir. Dönmek istiyorum.
Ama sonrasi da beni çok ürkütüyor; binlerce binlerce düsüm, dilegim, gerçeklestirmek istedigim sey var. Dünyaya getirdim ben ölümü, kendimle. Kendimi istedigim kadar cok istedim ölümü.
Dünyanın en uzun hüznü yağıyor,
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne.
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun,
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun,
Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimizi
O insan ve tabiat çağını.
Dön bana ve dinle!
Kuşlar uçuşuyor içimde.
Loş bir keman solosu gibi
Kuşların uçuştuğunu içimde,
Dön bana ve dinle.
Karanlık denizlerin dibinde,
Birtakım incilerin olduğunu
Birtakım incilere ve hatıralara
Neden bağlı olduğumuzu unutma.
Duy beni ve dinle!
Denizler boğuşuyor içimde.
Unutma diyorum ama sen anla,
Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara...
Erdem Beyazıt ..
Bir mumun gölgesi düşünce gecenin gözlerine
Beni hatırla .
Çünkü ; sırtımda bir kambur gibi taşıdım seni unutamamayı.
bir gün
geleceğim ve bir haber getireceğimdamarlara ışık saçacağım
ve sesleneceğim içerden:
ey sepetleri uykuyla dolu olanlar!
elma getirdim, elma
...kızıl güneş.
…
Sohrab Sepehri…
-ve nihayet ikimiz
kaçtığımız aşkların toplamıyız-
sokakta yaralı bir it koşturuyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi. benimle çıkmıyorsun
bu yolculuğa. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.
bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım
ölümsüz yanımdır. bulutsuz da yağan nedir? şimdi
öğreniyorum ki, gözyaşi! bu resimden çıkıp
gidiyorum. seni isteyen yanım aşk yanımdır.
babam romantik bir aşiret savaşçısıydı. çapraz fişeklik
duyardım yüzümde ona sarıldığım zaman. sonrası
jandarmalardı. ağıt kadınlardı. mezarlardı. o gün
bugündür sayrıyım. çünkü insan öldüğü yaşta kalır.
babam elin eskilerini giyerdi. ben bu yüzden ezik
olurum bayram sabahlarında. yani bir sömürgede
doğan kırılgan olur. çünkü insan öldüğü yaşta..
sokaktan askeri konvoylar geçiyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon
yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.
yaşadığım yitirdiklerim oluyor hep. oysa tuttuğum
elleri bırakmıyorum. sonra korkuyorlar hasletimden. ne
denli sevgiye değer olduğumu söylüyorlar. gidiyorlar
sonra. ve biçimlendiremediklerimiz biçim oluyor bize.
ve sen haftanın deniz ertesi günleri geliyorsun. bir çizgi
diyorsun. bir çizgideyim. sağım nere solum nere bilmiyorum..
seni şiir duraklarına bırakıyorum o zaman. güleç kalıyorsun.
dudakların kırışıyor kenarlarından. ellerin minnacık
ellerin morarıyor. küçük küçük adımlarla gidiyorsun -sanki- içimden. bir şiir durağından biniyorsun. zaten yorgunsun.
ben sancıyla kıvranıyorum geceleri sayrı bir yatakta. terli
terli seni içiyorum. çünkü yüzüme bakınca seni görüyorum.
çünkü yorgunsun.
parçalı bulutlu şiirler okuyorum sana. şiir gibi bir çiselti
başlıyor sonra. kanayan bir yara; yalnızlık. çıkıp kanıyorum.
çıkıp sokakta..
sokaktaki bütün kedileri eziyorlar
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi. ve ben sırf
bu yüzden ezilebilirim.
biz emeklerken sevmeyi öğrenmede, kolumuzdakiler
düşüyor. ki ölenler zafere en çok yakışanlardır! ki
ölenler zafere en çok yaklaşanlardır! ..
oturup tekdüze ağıtlar yakıyoruz onlara. ve söz veriyoruz yarını kurtaracağımıza. ama yarına ertelemekle bugünü
yitiriyoruz zaten. ve zaten yenik sayılırız yaşamakla!
en gizli yerimize çağıriyoruz acıyı. ve hep yenik
düşüyoruz, çağırmakla!
sulara benziyorsun bu yüzden. sular ki dinginliğe
gelir ancak. ısınırsa uçar. soğursa kaskatı kesilir
teninden. sulara benziyorsun kapılmaya gelmez.
sulara.. bildik sulara..
sokaktan telsiz sesleri geliyor
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon
yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden kaybedilebilirim.
ihmal edilmeyen telefonlar bekliyorsun, dakik ve
ilgi dolu. anne oluyorsun bütün aşıklarına. ve
çocukların oluyorlar bilmeden. ve bu resimde
kalmayı bu denli çok isterken, çekip.. çıkıp
gitmeli diyorum.
insanlar çoğalıyor etrafımda. sen yoksun.
ıssızlığımdan anlıyorum. çook uzakta oluyorum
onlar konuşurken. derken gece başlıyor. çayları
ödüyorlar ve bir parçamı alıyorlar karşılığında.
ve sen haftanın deniz ertesi günleri
geliyorsun. her aşk; yaşayamadıklarımızın
özetidir, diyorum. gülüyorsun.
seni daha önce öpmüş olmalıyım. yoksa nasıl
bulurum yüzünde gülen ağzının yerini.
sokakta ölümsüz bir yanından yaralıyorlar birini.
iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç
milyon yıldır tutmadın ellerimi...
-Selim TEMO
…
Ben yine de hiç unutmadım ismini söylerken
İçime dolan kuş mevsiminin mavisini .
Bu kaçıncı yalnızlık trenlerin ardında
Bin pare olduğum kaçıncı bozgun
Bir gün bu esrarlı hikâye biter
Erzurum garında, banklar üstünde
Kalem bana kızgın, kitaplar kızgın
Hasret katar katar uzayıp gider
İçimde bir figân her düdük sesi
Her vagon efkârlı bir uzun hava
Göçmen kuşlar hâlâ dönmedi geri
Kurumuş, evlerin karanfilleri
Ey Mona Lisa’nınkıskandığı el
Sihrine bir defa dokunmak için
Hep aynı şarkıyı söyleyip durdum
Başımı umutsuz taşlara vurdum
Vermedin bir siyah fotoğrafını
Ya da bir hatıra parmaklarından
Beni bir kaygısız kral mı sandın
Hangi düşmanımın sözüne kandın
Götür, senin olsun bütün ihtişam
Gece mahkûmuna kalır mı akşam
Erzurum garından ayrılıyorum
Banklar mütereddit bakıyor ardım sıra
Abdurrahman Gazi yokuşlarında
Mecnun’la, Kerem’le buluşacağız
Bu çaresiz derdi konuşacağız
Yollar kıvrım kıvrım, çetin ve uzun
Dağlar malihulya, dereler hüzün
Takvimleri görmek istemiyorum
Karanlığa dönmek istemiyorum
Ey Mona Lisa’nınkıskandığı el
Bu kar yığınları cehennemden mi
Bu sokaklar mahşerden mi geliyor
Gürcükapı ihtirası bilmezdi
Altın kalpli zambakların
Filizlendiği Taşmağazalar
İlmek ilmek bileklerine
Geçirmezdi nefret urganlarını
Nerede dadaşın gür bıyıkları
Aziziye neden böyle derbeder
Solan renkler kimin, kaldırımlarda
Ya bu Erzurum Erzurum değil
Ya ben başkasıyım bu Erzurum’da
Ey Mona Lisa’nın kıskandığı el
Belki de o eski sinemalarda
Hâlâ bir çin filmi oynamaktadır
Çifteminareler mum ışığında
Sonsuzluğa geçit aramaktadır
Küskün çinileri Yâkutiye’nin
Yine sessiz sessiz ağlamaktadır
Issızlığa kurşun sıkan tabyalar
Başına karalar bağlamaktadır
Abdurrahman gazi yokuşlarında
Ne Mecnun ve Kerem, Leyla ve Aslı
Ne de Çin filminden kalan görüntü
Alevli bir köpük sadece dünya
Erzurum garına, banklar üstüne
Dönüyorum çıplak ayaklarımla
Yine kuşlar, yine rüzgâr ve yağmur
Zavallı gözlerim kırmızı, mahmur
Unutuyor sevda resimlerini
Ey Mona Lisa’nınkıskandığı el
O eşsiz, ebedî sıladan mahrum
Şarkıları sana bırakıyorum
N.Genç
Saatler tam da bir hüznün merhabasına çevirmişken vakitleri.
Kısa bir anımsama
Sonra özlemek seni
Şimdi özlemek
Herhangi bir ülkesinde dünyanın
Kimsesiz bırakılmış şehirler kadar öksüz …
Döverken yıldırımlarıyla gökyüzünü
Ve yağmurlarıyla sokaklarını Tanrı .
Bir sokak köpeği gibi üşümüşlüğü kim umursarki ?
I
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi.
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
II
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
III
Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir ruzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
"Ölüm Allah'ın emri,
"Ayrılık olmasaydı."
Orhan Veli..
Ankara, Nisan 1938
29 yasinda intihar ederek yasamina son veren Nilgün Marmara'nin birtakim yazi ve sirlerini birlestirdigimizde adeta bir dehlizin içinde hissediyoruz kendimizi. Bize, dönüp etrafa bakacak kadar bile bogluk birakmayan bir dehliz. Belki de, alternatif bir intihar mektubunu okutuyor bize.
Bir seyden kaçıyorum bir seyden, kendimi bula miyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...
Kafatasimin içini, bir küçük huzur adina aynalarla kaplattim, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!
Panigini kukla yapmis hasta bir cocugum ben.
Oyuncagi panik olan sayri yalnizlik kendi kendine nasil da eglenir.
Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyor. Hep böyle mi bu?
Azimsanmayacak kadar ölmüsüm!
Azimsanamayacak denli ölüyüm!
Geliyorlar, bu evde dogan yeni bir ölümü görmeye; kogarak düse kalka yuvarlanarak, sürünerek. Nasil olursa olsun; görmek için bu eski dostlarinin yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kivIlcimlarini?
Geliyorlar!
Uyuyan arzunun, düsün, imgelemenin, bellegin les kokularini duymaya geliyorlar. Ölüm sessizligi, toz ve küf kokan evden ayrildiktan sonra seviniyorlar canliyiz diye.
Ben bir tehdidim onlar için çünkù bir varligm, cinssiz bir bebek, rolünü bulamamis, iyi ez berleyememis bir hayvan, her yöne savrulabilir,
Neden büyüdünüz, genlestiniz, yayildiniz, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarinizla, asklarinizla, aglatilarinizla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagilklarla.Yitecek, yitecek kumlarin dibinde. Bütün yazilanlar, yaçananlar deli gözüyle bakan ölü bir balk olacak, ölü bir denizin sayllabilir, sayilamaz kumlari içinde. Bir sevi/ölum denizinin, yasama yanilsamasi dibinde!
Çikis yolu mu? Arka pencere hangi gezegene açtir?
Baktigr yer yakin bir beyaz duvar.
Hayatin neresinden dönülse kardir.
Dönmek istiyorum.
Ama sonrasi da beni çok ürkütüyor; binlerce binlerce düsüm, dilegim, gerçeklestirmek istedigim sey var.
Dünyaya getirdim ben ölümü, kendimle. Kendimi istedigim kadar cok istedim ölümü.
Halay sevmeyen Kürtler yargılansın…