Yüzyıllar boyunca vatan edindikleri topraklardan bin bir türlü işkence ve zorlukla uzaklaştırılan, yollarda milyonlarcası ölen Türklerin son 150 yılı büyük acılarla dolu. Bu büyük sürgün sırasında 5,5 milyon Türk ve Müslüman hayatını kaybetti. 10 milyona yakını evinden, yurdundan oldu. 150 yılda yaşanan acılar, ‘Sürgün ve Ölüm’ belgeseliyle ilk kez gün yüzüne çıkıyor.
Türklerin başta Balkanlar olmak üzere Kafkasya, Kırım ve Doğu Türkistan’dan tehciri, ilk kez bu kadar kapsamlı bir çalışmayla dile geliyor. ‘Sürgün ve Ölüm’ adını taşıyan belgeselde, Osmanlı’nın son 150 yıllık döneminde soykırım, baskı ve işkence yapılarak göçe zorlanan insanların dramı anlatılıyor.
Ahmet Okur’un yönettiği belgesel filmin senaryosu Cemil Yavuz’a, müzikleri Ali Otyam’a ait. Üç yılda 130 kişilik ekiple çekilen film için özel araçla Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Romanya, Ukrayna, Kırım, Avusturya, Moldova ve Macaristan’da 114 bin km yol kat edildi. 13 ülke, 53 şehir ve 169 köyde çekimler gerçekleştirildi. 9 bölümden oluşan belgesel için göçü yaşayan 350 kişiyle röportaj yapıldı.
Aralarında Prof. Dr. Kemal Kapat, Prof. Dr. Yusuf Hamzaoğlu, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ve Prof. Dr. Mehmet Saray gibi isimlerin bulunduğu birçok bilim adamının görüşüne başvuruldu.
93 Harbi, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı... Osmanlı, bu savaşlarda yenilmekle kalmadı; çok önemli toprak kayıpları yaşadı. Bu toprak kayıpları da toplumsal travmaları getirdi. Üç kıtada hüküm süren Osmanlı, Rumeli’yi yani Balkanlar’ı kaybetmenin ızdırabını hissetti en çok da..
Balkanlar’dan tehcir edilen insanların yaşadığı acılar, üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ hissediliyor. Göç aslında Türk insanına çok yabancı bir kavram değil; bu, vatanlarından zorla sürülmenin acısı...
Yaşadıkları topraklarda baskı ve zulum gördükleri için göç etmek zorunda kalan milyonlarca Türk ve Müslüman Anadolu’ya sığındı.
Göç rüzgârı ilk Kırım’dan esti
1349’da Rumeli’ye ayak basan Osmanlılar için 1683’te Viyana Kuşatması’ndan sonra tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Bu kuşatmadan yaklaşık 100 yıl sonra 1774’te Kırım kaybedildi. Sadece 1783-84 tarihleri arasında 80 bine yakın Kırımlı, Kırım’dan kaçarak Osmanlı’ya sığındı. 19. yüzyıl Osmanlı için felaketler yüzyılıydı.
1856-1864 yılları arasında yaklaşık 500 bin Kafkas Müslüman da Osmanlı topraklarına göç etti. 1864’ten sonrasını da sayarsak bu şekilde Kafkasya’dan göçe zorlanan 1 milyon 200 bin Kafkasyalıdan ancak 800 bin kadarı Osmanlı topraklarına ulaşabildi. Ama asıl büyük göç ya da sürgün 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 savaşından sonra yaşandı. Balkanlar’da sonuç felaketti. Balkan savaşında 1 milyon 253 bin insan muhacir durumuna düşmüş, 261 bin 937 kişi yani eski nüfusun yüzde 17’si katledilmiş ya da sürgünlerde ölmüştü. Savaştan önce Rumeli’de 2 milyon 315 bin Müslüman nüfus yaşıyordu.
Savaşlar ve göç yollarında bu insanların 632 bini hayatını kaybetti. Sonuçta Balkanlar’da kalan Türk nüfusu bir milyon 445 bine düştü. Hakimiyet kurduğu yerlerde asimilasyon yerine insanî bir politika izleyen Osmanlı, doğduğu topraklara kağnıların üzerinde geri dönüyordu.
Kafkaslar ve Balkanlar’da yaşanan acılardan yıllar sonra Doğu Türkistan’da da Rusya ve Çin’in baskısından ve işkencesinden bunalan Türkler zorunlu bir göç yaşadı. Daha doğrusu anavatanını terk etmek zorunda kaldı. Doğu Türkistanlıların bir kısmı, 1930 ve 40’lı yıllarda ata topraklarını bırakarak, kafileler halinde insanlık tarihinin en zorlu yolculuklarından birine çıktılar.
Kızgın çölleri, geçit vermez Himalaya Dağları’nı aşarak, savaşa savaşa, öle öle, azala azala Hindistan’a ulaştılar. Yola çıktıktan yaklaşık yirmi yıl sonra Menderes’in davetiyle Hindistan’dan Türkiye’ye geçtiklerinde sayıları milyonlardan sekiz yüz bine düşmüştü.
Türklerin yaşadıkları acılar, 20. yüzyılın ortalarında bile devam etti. Daha önceki göçlerden dolayı sayıları bir hayli azalan Kırımlı Türkler ve Müslümanlar bu sefer Stalin’in zulmüne uğruyordu. Stalin, 1944 yılında Kırım Türklerinin hepsini sürme kararı verdi.
Bir gece vakti yataklarından kaldırılarak hazırlanmaları için sadece 15 dakika verilen bu zavallılar, yanlarında birkaç parça eşya ile hayvan vagonlarına tıkıldılar. Yolda çoğunluğu hayatını kaybetti, hayatta kalabilenler ise Sibirya içlerine kadar götürüldüler.
Avrupa’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni rejimler kuruldu, ama Türklere ve Müslümanlara karşı tavır değişmedi. Burada yapılanlardan dolayı Türkler 1950 ve 1980’lerde büyük göç dalgalarıyla Türkiye’ye geldiler. 1989’da ise II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göç dalgası yaşandı. Bulgaristan’dan 313 bin Türk doğduğu toprakları terk edip Türkiye’ye geldi.
1990’lı yılların ortasında Bosna’da yüz binlerce Müslüman Boşnak öldürüldü. Sadece Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki Srebrenitsa’da Sırplar 12 bin silahsız insanı vahşice öldürdü. 2001 yılında da Müslüman Arnavutlar ve Kosovalılar sıkıntıya düştüler. Türkiye, hem onlardan göçmek isteyenleri kabul etti hem de güvenliklerini sağlamak için askerî gücüyle oraya gitti.
Fakat geçtiğimiz 150 yıllık süreçte, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla başlayan göçler sırasında çok acılar yaşandı. Ama maalesef yaşananları ancak yaşayanlar bildi. Dünya, Türklerin, onların akrabalarının ve diğer Müslümanların çektiklerine kayıtsız kaldı. 1800’lü yılların başından günümüze kadar en vahşi yöntemlerle öldürülen beş milyondan fazla insanımızın hesabını soran olmadı.
Şimdi ise bugüne kadar hep içimizde ‘dindirdiğimiz’ bu büyük acıyı, insanlık ayıbını dünya kamuoyuna anlatacak bir film var karşımızda. Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, yapımcılığını üstlendiği belgeseli Zeytinburnu’nda yaşayan insanlara vefa borcu olarak görüyor.
Çünkü Zeytinburnu, Balkanlar’dan, Kırım ve Doğu Türkistan’dan binbir çileyle göç eden muhacirlerin kurduğu bir semt. Sözde Ermeni soykırımına atfen “Son 150 yıllık tarihi incelediğimizde en az yüzü kızaracak olan, hatta yüzü kızarmayacak olan bizleriz.” diyen Aydın, “O zamanlar dehşetli savaşlar yaşanıyormuş, dolayısıyla herkes sıkıntı çekmiş. Ama en çok sıkıntı çeken Türkler ve Müslümanlar olmuş. Çok büyük acılar çekmişler.” diyor.
Balkanlar’dan ve Kırım’dan göç eden yüz binlerce muhacir İstanbul sokaklarını doldurmuştu. Sirkeci ve Zeytinburnu garlarının yanı sıra Tuzla, zorlu bir yolculukla gelenlerin konakladığı yerlerdi.
Torunlar, geldikleri yeri tanımıyor
Tüm bu bilgiler ve belgesel, akıllara, bu kara lekenin neden yabancı hatta Türk tarih kitaplarında hakkıyla anlatılamadığı, insanların vicdanlarında gereken yankıyı bulamadığı sorusunu getiriyor. Cevabı, belgesel için yüzlerce göçmenle ve uzmanla görüşen yönetmen Ahmet Okur veriyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin göçmenleri karşılama, yerleştirme, onlara sosyal imkanlar ve iş olanakları sağlama açısından Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha başarılı olduğu söylenebilir. Türkiye’dekiler göçmenlere kendi insanları olduğu için hiçbir sıkıntı hissettirmemiş. Anlatılmamasının sebebi bu toplumsal dayanışma olmuş.
Problem olmayınca yaşananlar yeni nesil tarafından zamanla unutulmuş. Dedesinin, babasının göç hikayesini bilmeyenler var. Ama Yunanistan’a gidenler İstanbul’u ve Türkçeyi unutmamışlar. Araştırma için Yunanistan’daydım. Bir şey almam gerekiyordu, yoldan geçen bir kadına İngilizce almam gereken şeyi nereden bulabileceğimi sormaya çalıştım. Kadın yüzüme baktı ve Türkçe olarak “Neden Türkçe konuşmuyorsun? ” dedi. Anne ve babası İstanbul’dan göç etmişler.O, Yunanistan’da doğmuş; ama Türkçe konuşmayı öğrenmiş. Buradan gidenler hâlâ oraya adapte olamamışlar. Ama Türkiye’de böyle bir sorun yok.” diyor.
Türk Ülküsü Dünya bir çarpışma alanıdır. Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma düzeni içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne erişmişlerdir. Bunun, neden, niçin böyle olduğu hakkındaki yüksek felsefi düşünceleri bir yana bırakıp gerçeği olduğu gibi kabul edersek, çarpışmaya hazır bulunmanın en hayati prensip olduğu sonucuna kendiliğinden varırız. İnsanlar arasındaki çarpışma, birleşip düzene girmiş topluluklar arasında oluyor. Bu topluluklara millet diyoruz. Milletler, binlerce yıldan beri var. Amansız boğuşmalarda bazıları ortadan kalkmış, bazıları sonradan kurulmuş, fakat milletler her zaman var olmuş, her zaman birbiriyle savaşmıştır. Savaşmak, yaşamak için gereklidir. Çünkü, milli çıkarların çatıştığı davaları bitirmek için, savaştan başka çare bulunamamıştır. Milletleri savaşa hazır bulunduran iki vasıta vardır. Biri maddidir, buna 'teknik' diyoruz. Biri ruhidir, 'ülkü' adını veriyoruz. Uzun tarih göstermiştir ki, eşit maddi kuvvetler arasındaki çarpışmayı ruhi yönden üstün olan kazanır. Ruhi kuvvet, teknik kuvveti yaratabilir. Ruhi kuvvetten yoksunluk ise, maddi güç ne kadar büyük olursa olsun bozgun demektir. Ruhi kuvvet nedir? Milli üstünlük inancı, büyümek isteği, yani milli ülküdür. Milli ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de, aykırılıkları yok etmek özelliğine maliktir. Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip haline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır. Dedikleri gibi hayal olsaydı, hiç gerçekleşir miydi? Bununla beraber yirminci yüzyıl bir mucizeler zamanı olmuş, olmaz sanılanlar mümkün kılınmıştır. Bu bakımdan da Türk ülküsünün gerçekleşmesini ummak, insanlar için, haktır.Türk ülküsü, Türk büyüklüğü ve Türk kudreti isteği ve inancıdır. İnancın ne büyük ruhi amil olduğunu anlatmaya lüzum yok. İmanla, ümitsiz hastalar bile iyileşiyor. Bir ülkünün çerçevesinde toplanmak ve onun için ölümü bile göze alarak savaşmak ne güzel şeydir! İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan ayrılabiliyorlar. Milli bir ülkü olmadıktan sonra, insanın hayvandan ne farkı kalır? Hayvan, ölümden ve ızdıraptan kaçar, kuvvetliden korkar. Ölümden korkmayan, ızdıraptan kaçmayan, kuvvetli ile savaşı göze alan yaratık, ancak ülkücü insandır. Bir zamanlar, dinler, insanları hayvan olmaktan kurtarmak için çalıştı, onlara Tanrı'dan öğütler verdi. Bugünkü ülküler tamamıyla millidir. Dini inancı da içine almış olan milli ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bu duygu ve düşüncedir. Bugünkü kaba maddecilik arasında, Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş gibi görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman, o, yine parlayacaktır. Onun için Türk ülküsüne sarılmaya mecburuz. Bütün Doğu milletlerini yendiği halde, yalnız Türklerle başa çakamayan Batı'nın içine sinmiş düşmanlığı ve hıncı karşısında, bizim silahımız, Türk ülküsüdür. Arab'ı, Acem'i, Hind'i, Çin'i yenilirken, tek başına Avrupa'ya dalan ve yüzyıllarca tek başına bütün Avrupa milletlerine karşı Tanrının adının savunan Asya arslanları, zaman zaman gaflet uykusuna dalmışlar, fakat sonra sıçrayıp şahlanmışlardır. Bu seferki dalgınlık biraz tehlikeli gibi görünüyor. Çünkü, içinde yabancıya hayranlık unsuru var. Tehlikeler nereden gelirse gelsin, ne kadar büyük olursa olsun, tek çare ve tek ilacı 'Türk ülküsüdür'. Bir şair: Bu toprak için, Bu bayrak için, Ölelim.. Fakat bilelim.Diyor. Güzel bir düşünce. Türk ülküsünün yoluna girdiğimiz gün, bu şiiri biraz değiştirerek söyleyeceğiz:Bu toprak için, Bu bayrak için, Ölelim. Ne düşünelim, ne de bilelim! (10 Kasım 1955) Atsız
Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi. Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir. Türk olmak; - Kıbrıs'ta, - Hocalı'da, -Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırımına uğrayıp, karşılığında yapmadığın soykırımıyla suçlanmaktır.
Türk olmak; - faşist olmaktır, vatanına, milletine, bayrağına, tarihine sahip çıktığında. - demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, milletine, bayrağına, tarihine sövüldüğünde.
Türk olmak; - lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır. - Avrupa'da hor görülmektir Türk olmak, - ataların bir çok asır önce Viyana'yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir- tabii ki - sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.
Türk olmak; - Selanik'te Pontus Anıtı'nın, - Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve - Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. - üç kıtadan dönüp, - bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. - sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, - aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Türk olmak; - arabaya koşulan ilk atın vatanında, - ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, - yazının bulunduğu, - paranın icat edildiği, - her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, - kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; - Truva'dan bu yana, - Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, - tarihten eski bu topraklarda, - bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, - bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.- - Doğu Roma'yı da - Batı Roma'yı da yıkıp, - yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır, Türk olmak.
Türk olmak, - Mostar'da köprüdür, - Kerkük'te kaledir, - İstanbul'da Kızkulesi'dir, - Anadolu'da buğdaydır, - Çukurova'da pamuktur, -Güneydoğu'da tütün, - Ege'de üzüm, - Karadeniz'de fındık, - Trakya'da ayçiçeğidir.
Türk olmak; - Çanakkale'de ölmektir. - Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir, - onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır. - düşmanın ardından rahmet okumak, - kanlısından helallik almaktır. - sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. - kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. - balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. - yağmura 'rahmet', - kara 'bereket' diye bakmaktır.
Türk olmak; - harap bir ülkede, - zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, - tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, - paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, - yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak; - askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, - belki de dönmeyeceğini bilerek.
Türk olmak; - annenin şehit oğlunun ardından 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim.' demesidir. - Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağ olsun! ' demesidir.
Türk olmak; - 'Türk çayinda radyasyon olmaz! ' yalanları ile, - 'Gusul abdesti alana AIDS bulaşmaz! ' dolanları ile yaşamaktır. - her hükumetin enkaz devraldığı ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak; - ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. - Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. - Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.
Türk olmak; - Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir. - Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak; - milli maçta ağlamaktır. - Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.
Türk olmak; - aşkını ölesiye sevmektir. - aşkı için ölmektir, öldürmektir. - sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir. - en güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. - Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.
Türk olmak; - Yunus'u bilmektir, - Asık Veysel'i sevmektir. - Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî'yi - tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak; - saz çaldığında, - ney üflendiğinde, - kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, - yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü'nde... - Kendisine verilere 'Nasip', - verilmeyenlere 'Kısmet' diyebilmektir. - her işin 'Hayırlısına' inanmaktır ve - ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak; - Asya'da batılı, - Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir. - Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevmektir. - Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, - silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.
Türk olmak; - mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, - milyon kişinin bir araya gelmesidir. - tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.
Türk olmak; - buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken, - daha ağır buhranda sıraya girerek, - sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.
Türk olmak; - en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, - en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.
Zor iştir Türk olmak. Türk olmak; - Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamd etmek, - her çıkan başak için şükretmektir.
Türk olmak; medeniyetler mozaiği Anadolu'da dik durabilmek ve büyük önder Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti, ilelebet payidar kılıp 'ne mutlu Türkü'm' diyebilmektir.
Türk olmak, Osmanlı’nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi. Kosova’da ve Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da soykırıma uğrayıp, yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıktığında. Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıkmadığında.
Türk olmak lisanının Avrupa’da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini anlatamamaktır.
Avrupa’da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir sürü asır önce Viyana’yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir, sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana’yı yakmadığın için.
Türk olmak Selanik’te Pontus Anıtı’nın, Viyana’da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icad edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; Troya’dan bu yana, Sümer’den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.
Doğu Roma’yı da Batı Roma’yı da yıkıp, yeni Roma olan AB’ye girmeye çalışmaktır Türk olmak. Türk olmak, Mostar’da köprüdür, Kerkük’te kaledir, İstanbul’da Kızkulesi’dir, Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Ege’de tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir.
Türk olmak Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanene taşımaktır.
Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.
Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, annenin ardından “bir oğlum daha olsun, onu da göndereceğim” demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken “vatan sağ olsun” demesidir.
Türk olmak “Türk çayında radyasyon olmaz” yalanları ile, “gusül abdesti alana aids bulaşmaz” dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a aşık olmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir tez tutamadan, toprağa girmektir.
En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak. Türk olmak Yunus’u bilmektir, Aşık Veysel’i sevmektir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi ve Hoca Yesevî –tek bir satırını okumasa da- yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü’nde...
Hayatın sana verdiklerine “nasip”, vermediklerine “kısmet” demektir. Her işin “hayırlısına” inanmaktır ve “feleğe” küfretmektir ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak, Asya’da batılı, Avrupa’da doğulu diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.
Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.
Türk olmak, buhran zamanında Arjantin’de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.
Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.
Zor iştir Türk olmak. Türk olmak Anadolu’da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu’da dik durabilmektir.
kredi çektiği bankayı aynı krediyle satın almak.. sonrada borçlarını sıfırlamakla kalmayıp bankanın içini bi gecede boşaltmak hepsiniden daha ilginç olan yanıysa bunları yaparken cumhurbaşkanından yardım almak.. (ankarada dayınmı var..)
VEE SIMDI GELELIM TÜRK OLMANIN FAYDALARI ;) - 2050 yilinda dünyanin tek hakimi olabilirsiniz(Cünkü herkes uzaya cikmis olacak) ... - Eger dünyanin hakimi olursaniz, uzaydan gelebilecek UFO lara tas atip onlari korkutup, kacirabilirsiniz(USAK da yasanmistir) .. - Restoran, lokanta gibi yerlerde masalari birlestirebilir ortaya bir salata söyleyebilir, masanin kisa bacaginin altina katlanmis kagit koyabilirsiniz... - Otobüs, ucak, hastahane, vb. gibi cep telefonu kullanmanin yasak oldugu yerlerde gizli gizli cep telefonu ile konusabilir, plajda cep telefonunuzu mayonuza sikistirabilir ve hersey cok normalmis gibi davranabilirsiniz.. -issizlik, üretimsizlik, sosyal esitsizlik, trafik canavari, enflasyon ve sonu gelmeyen zamlarla canla basla mücadele ederek, ' ülke yönetmecilik 'oynayan siyasetçilere yillarca katlanarak ' Varolmanin dayanilmaz eziyeti 've'insanoglunun dayaniklilik gücü' konularinda bilimsel arastirmalara katkida bulunabilirsiniz...
Her hangi bir ırka mensup olmak,gurur vesilesi olacak şey değildir.Öyle olsaydı biz Allah'ın adaletine inanmış olmayacağız:Çünkü Allah hiç bir ırkı bir diğerine üstünlük kursun diye var etmedi.Kürt olmak ve Arap olmak ne kadar gurur vesilesi değilse Türk olmak da öyledir.
Osman bey, sabah 07.00'de Casio masa saatinin alarmiyla gözlerini açti. Puffy yorganini kaldirdi. Hugo Boss pijamalarini çikartip Adidas terliklerini giydi.. WC'ye uğradiktan sonra banyoya geçti. Blendax şampuani ve Protex sabunuyla duşunu aldi. Colgate ile dişlerini firçaladi. Rowenta ile saçlarini kuruttu. Bill's gömleğini ve Pierre Cardin takim elbisesini giydi.
Lipton çayini içti. Sony televizyonda medya özetlerini ve flash haberleri izledi. Citizen kol saatine bakti. Aile fertlerine 'çav' deyip Hyundai otomobiline bindi. Blaupunkt radyosunu açarak, rock müziği buldu. Ağzina bir Polo şeker atti. Şehrin göbeğindeki Mega Center'da çaliştiği HSBC Bank'taki odasina girdi. Casper bilgisayarini çaliştirdi. Microsoft Excel'e girdi. Ofisboy'dan Nescafe'sini istedi.
Saat 10.00'a doğru açliğini yatiştirmak için Grissini yedi. Öğlen Wimpy's Fast Food kafeteryasinda ayaküstü Coca Cola ve hamburgeri mideye indirdi.
Akşamüzeri iş çikişi Image Bar'a uğrayip JB 'sini yudumladi, sonra köşedeki Shopping Center'a uğradi. Eşinin sipariş ettiği Persil Supra deterjan, Ace çamaşir suyu, Palmolive şampuan ve Johnsson kolonyayi alarak kasaya yanaşti. Bonus kartiyla faturayi ödedi.
Akşam evde bir gazetenin verdiği TV Guide'a göz atan Osman bey, kanallar arasinda zapping yaparak, First Class, Top Secret, Paparazzi gibi programlar izledi. Ayni anda Outdoor dergisini kariştirdi. Saat 22.00'ye doğru Show'da Türk Dili üzerine panel başladi. Uykusu gelen Osman bey, televizyonu kapatip yatak odasina geçerken, kendini mutlu hissetti. 'Ne mutlu Türk'üm diyene! ' diye gerindi ve uyudu. Hâlâ uyuyor...
ana gibi yar olmaz diyen,kapısı yoksula muhtaca açık,savasta dusmana merhamet eden.yıllardır kendini sırtından vuran sözde vatandaslara bile kucak açan asil millet.bu milletin bir ferdi olmak.allah ın en buyuk mukafatı
her nekadar melezde olsam babam türk olduğu için gurur duyuyorum.annemin vatanı içinde en az türk olduğum kadar gurur duyuyorum.sanırım ben çok şanslıyım :)
tarihi yazandır TÜRK.
Şandır, onurdur, gururdur, özeldir, güzeldir Türk olmak...
Karşımıza çıkması muhtemel felsefik yaklaşımlara rağmen burdan söylemek ayrıca güzeldir, özellikle bu ara inadına inadına
'Türk Olmak'...
türk olmanın çilesi
Yüzyıllar boyunca vatan edindikleri topraklardan bin bir türlü işkence ve zorlukla uzaklaştırılan, yollarda milyonlarcası ölen Türklerin son 150 yılı büyük acılarla dolu. Bu büyük sürgün sırasında 5,5 milyon Türk ve Müslüman hayatını kaybetti. 10 milyona yakını evinden, yurdundan oldu. 150 yılda yaşanan acılar, ‘Sürgün ve Ölüm’ belgeseliyle ilk kez gün yüzüne çıkıyor.
Türklerin başta Balkanlar olmak üzere Kafkasya, Kırım ve Doğu Türkistan’dan tehciri, ilk kez bu kadar kapsamlı bir çalışmayla dile geliyor. ‘Sürgün ve Ölüm’ adını taşıyan belgeselde, Osmanlı’nın son 150 yıllık döneminde soykırım, baskı ve işkence yapılarak göçe zorlanan insanların dramı anlatılıyor.
Ahmet Okur’un yönettiği belgesel filmin senaryosu Cemil Yavuz’a, müzikleri Ali Otyam’a ait. Üç yılda 130 kişilik ekiple çekilen film için özel araçla Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Romanya, Ukrayna, Kırım, Avusturya, Moldova ve Macaristan’da 114 bin km yol kat edildi. 13 ülke, 53 şehir ve 169 köyde çekimler gerçekleştirildi. 9 bölümden oluşan belgesel için göçü yaşayan 350 kişiyle röportaj yapıldı.
Aralarında Prof. Dr. Kemal Kapat, Prof. Dr. Yusuf Hamzaoğlu, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ve Prof. Dr. Mehmet Saray gibi isimlerin bulunduğu birçok bilim adamının görüşüne başvuruldu.
93 Harbi, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı... Osmanlı, bu savaşlarda yenilmekle kalmadı; çok önemli toprak kayıpları yaşadı. Bu toprak kayıpları da toplumsal travmaları getirdi. Üç kıtada hüküm süren Osmanlı, Rumeli’yi yani Balkanlar’ı kaybetmenin ızdırabını hissetti en çok da..
Balkanlar’dan tehcir edilen insanların yaşadığı acılar, üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ hissediliyor. Göç aslında Türk insanına çok yabancı bir kavram değil; bu, vatanlarından zorla sürülmenin acısı...
Yaşadıkları topraklarda baskı ve zulum gördükleri için göç etmek zorunda kalan milyonlarca Türk ve Müslüman Anadolu’ya sığındı.
Göç rüzgârı ilk Kırım’dan esti
1349’da Rumeli’ye ayak basan Osmanlılar için 1683’te Viyana Kuşatması’ndan sonra tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Bu kuşatmadan yaklaşık 100 yıl sonra 1774’te Kırım kaybedildi. Sadece 1783-84 tarihleri arasında 80 bine yakın Kırımlı, Kırım’dan kaçarak Osmanlı’ya sığındı. 19. yüzyıl Osmanlı için felaketler yüzyılıydı.
1856-1864 yılları arasında yaklaşık 500 bin Kafkas Müslüman da Osmanlı topraklarına göç etti. 1864’ten sonrasını da sayarsak bu şekilde Kafkasya’dan göçe zorlanan 1 milyon 200 bin Kafkasyalıdan ancak 800 bin kadarı Osmanlı topraklarına ulaşabildi. Ama asıl büyük göç ya da sürgün 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 savaşından sonra yaşandı. Balkanlar’da sonuç felaketti. Balkan savaşında 1 milyon 253 bin insan muhacir durumuna düşmüş, 261 bin 937 kişi yani eski nüfusun yüzde 17’si katledilmiş ya da sürgünlerde ölmüştü. Savaştan önce Rumeli’de 2 milyon 315 bin Müslüman nüfus yaşıyordu.
Savaşlar ve göç yollarında bu insanların 632 bini hayatını kaybetti. Sonuçta Balkanlar’da kalan Türk nüfusu bir milyon 445 bine düştü. Hakimiyet kurduğu yerlerde asimilasyon yerine insanî bir politika izleyen Osmanlı, doğduğu topraklara kağnıların üzerinde geri dönüyordu.
Kafkaslar ve Balkanlar’da yaşanan acılardan yıllar sonra Doğu Türkistan’da da Rusya ve Çin’in baskısından ve işkencesinden bunalan Türkler zorunlu bir göç yaşadı. Daha doğrusu anavatanını terk etmek zorunda kaldı. Doğu Türkistanlıların bir kısmı, 1930 ve 40’lı yıllarda ata topraklarını bırakarak, kafileler halinde insanlık tarihinin en zorlu yolculuklarından birine çıktılar.
Kızgın çölleri, geçit vermez Himalaya Dağları’nı aşarak, savaşa savaşa, öle öle, azala azala Hindistan’a ulaştılar. Yola çıktıktan yaklaşık yirmi yıl sonra Menderes’in davetiyle Hindistan’dan Türkiye’ye geçtiklerinde sayıları milyonlardan sekiz yüz bine düşmüştü.
Türklerin yaşadıkları acılar, 20. yüzyılın ortalarında bile devam etti. Daha önceki göçlerden dolayı sayıları bir hayli azalan Kırımlı Türkler ve Müslümanlar bu sefer Stalin’in zulmüne uğruyordu. Stalin, 1944 yılında Kırım Türklerinin hepsini sürme kararı verdi.
Bir gece vakti yataklarından kaldırılarak hazırlanmaları için sadece 15 dakika verilen bu zavallılar, yanlarında birkaç parça eşya ile hayvan vagonlarına tıkıldılar. Yolda çoğunluğu hayatını kaybetti, hayatta kalabilenler ise Sibirya içlerine kadar götürüldüler.
Avrupa’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni rejimler kuruldu, ama Türklere ve Müslümanlara karşı tavır değişmedi. Burada yapılanlardan dolayı Türkler 1950 ve 1980’lerde büyük göç dalgalarıyla Türkiye’ye geldiler. 1989’da ise II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göç dalgası yaşandı. Bulgaristan’dan 313 bin Türk doğduğu toprakları terk edip Türkiye’ye geldi.
1990’lı yılların ortasında Bosna’da yüz binlerce Müslüman Boşnak öldürüldü. Sadece Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki Srebrenitsa’da Sırplar 12 bin silahsız insanı vahşice öldürdü. 2001 yılında da Müslüman Arnavutlar ve Kosovalılar sıkıntıya düştüler. Türkiye, hem onlardan göçmek isteyenleri kabul etti hem de güvenliklerini sağlamak için askerî gücüyle oraya gitti.
Fakat geçtiğimiz 150 yıllık süreçte, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla başlayan göçler sırasında çok acılar yaşandı. Ama maalesef yaşananları ancak yaşayanlar bildi. Dünya, Türklerin, onların akrabalarının ve diğer Müslümanların çektiklerine kayıtsız kaldı. 1800’lü yılların başından günümüze kadar en vahşi yöntemlerle öldürülen beş milyondan fazla insanımızın hesabını soran olmadı.
Şimdi ise bugüne kadar hep içimizde ‘dindirdiğimiz’ bu büyük acıyı, insanlık ayıbını dünya kamuoyuna anlatacak bir film var karşımızda. Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, yapımcılığını üstlendiği belgeseli Zeytinburnu’nda yaşayan insanlara vefa borcu olarak görüyor.
Çünkü Zeytinburnu, Balkanlar’dan, Kırım ve Doğu Türkistan’dan binbir çileyle göç eden muhacirlerin kurduğu bir semt. Sözde Ermeni soykırımına atfen “Son 150 yıllık tarihi incelediğimizde en az yüzü kızaracak olan, hatta yüzü kızarmayacak olan bizleriz.” diyen Aydın, “O zamanlar dehşetli savaşlar yaşanıyormuş, dolayısıyla herkes sıkıntı çekmiş. Ama en çok sıkıntı çeken Türkler ve Müslümanlar olmuş. Çok büyük acılar çekmişler.” diyor.
Balkanlar’dan ve Kırım’dan göç eden yüz binlerce muhacir İstanbul sokaklarını doldurmuştu. Sirkeci ve Zeytinburnu garlarının yanı sıra Tuzla, zorlu bir yolculukla gelenlerin konakladığı yerlerdi.
Torunlar, geldikleri yeri tanımıyor
Tüm bu bilgiler ve belgesel, akıllara, bu kara lekenin neden yabancı hatta Türk tarih kitaplarında hakkıyla anlatılamadığı, insanların vicdanlarında gereken yankıyı bulamadığı sorusunu getiriyor. Cevabı, belgesel için yüzlerce göçmenle ve uzmanla görüşen yönetmen Ahmet Okur veriyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin göçmenleri karşılama, yerleştirme, onlara sosyal imkanlar ve iş olanakları sağlama açısından Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok daha başarılı olduğu söylenebilir. Türkiye’dekiler göçmenlere kendi insanları olduğu için hiçbir sıkıntı hissettirmemiş. Anlatılmamasının sebebi bu toplumsal dayanışma olmuş.
Problem olmayınca yaşananlar yeni nesil tarafından zamanla unutulmuş. Dedesinin, babasının göç hikayesini bilmeyenler var. Ama Yunanistan’a gidenler İstanbul’u ve Türkçeyi unutmamışlar. Araştırma için Yunanistan’daydım. Bir şey almam gerekiyordu, yoldan geçen bir kadına İngilizce almam gereken şeyi nereden bulabileceğimi sormaya çalıştım. Kadın yüzüme baktı ve Türkçe olarak “Neden Türkçe konuşmuyorsun? ” dedi. Anne ve babası İstanbul’dan göç etmişler.O, Yunanistan’da doğmuş; ama Türkçe konuşmayı öğrenmiş. Buradan gidenler hâlâ oraya adapte olamamışlar. Ama Türkiye’de böyle bir sorun yok.” diyor.
Tesadüftür. Alman da olunabilirdi.
Türk Ülküsü
Dünya bir çarpışma alanıdır. Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma düzeni içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne erişmişlerdir. Bunun, neden, niçin böyle olduğu hakkındaki yüksek felsefi düşünceleri bir yana bırakıp gerçeği olduğu gibi kabul edersek, çarpışmaya hazır bulunmanın en hayati prensip olduğu sonucuna kendiliğinden varırız.
İnsanlar arasındaki çarpışma, birleşip düzene girmiş topluluklar arasında oluyor. Bu topluluklara millet diyoruz. Milletler, binlerce yıldan beri var. Amansız boğuşmalarda bazıları ortadan kalkmış, bazıları sonradan kurulmuş, fakat milletler her zaman var olmuş, her zaman birbiriyle savaşmıştır.
Savaşmak, yaşamak için gereklidir. Çünkü, milli çıkarların çatıştığı davaları bitirmek için, savaştan başka çare bulunamamıştır. Milletleri savaşa hazır bulunduran iki vasıta vardır. Biri maddidir, buna 'teknik' diyoruz. Biri ruhidir, 'ülkü' adını veriyoruz.
Uzun tarih göstermiştir ki, eşit maddi kuvvetler arasındaki çarpışmayı ruhi yönden üstün olan kazanır. Ruhi kuvvet, teknik kuvveti yaratabilir. Ruhi kuvvetten yoksunluk ise, maddi güç ne kadar büyük olursa olsun bozgun demektir.
Ruhi kuvvet nedir?
Milli üstünlük inancı, büyümek isteği, yani milli ülküdür. Milli ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de, aykırılıkları yok etmek özelliğine maliktir. Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip haline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır. Dedikleri gibi hayal olsaydı, hiç gerçekleşir miydi?
Bununla beraber yirminci yüzyıl bir mucizeler zamanı olmuş, olmaz sanılanlar mümkün kılınmıştır. Bu bakımdan da Türk ülküsünün gerçekleşmesini ummak, insanlar için, haktır.Türk ülküsü, Türk büyüklüğü ve Türk kudreti isteği ve inancıdır. İnancın ne büyük ruhi amil olduğunu anlatmaya lüzum yok. İmanla, ümitsiz hastalar bile iyileşiyor.
Bir ülkünün çerçevesinde toplanmak ve onun için ölümü bile göze alarak savaşmak ne güzel şeydir! İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan ayrılabiliyorlar. Milli bir ülkü olmadıktan sonra, insanın hayvandan ne farkı kalır? Hayvan, ölümden ve ızdıraptan kaçar, kuvvetliden korkar.
Ölümden korkmayan, ızdıraptan kaçmayan, kuvvetli ile savaşı göze alan yaratık, ancak ülkücü insandır.
Bir zamanlar, dinler, insanları hayvan olmaktan kurtarmak için çalıştı, onlara Tanrı'dan öğütler verdi. Bugünkü ülküler tamamıyla millidir. Dini inancı da içine almış olan milli ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bu duygu ve düşüncedir.
Bugünkü kaba maddecilik arasında, Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş gibi görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman, o, yine parlayacaktır. Onun için Türk ülküsüne sarılmaya mecburuz. Bütün Doğu milletlerini yendiği halde, yalnız Türklerle başa çakamayan Batı'nın içine sinmiş düşmanlığı ve hıncı karşısında, bizim silahımız, Türk ülküsüdür.
Arab'ı, Acem'i, Hind'i, Çin'i yenilirken, tek başına Avrupa'ya dalan ve yüzyıllarca tek başına bütün Avrupa milletlerine karşı Tanrının adının savunan Asya arslanları, zaman zaman gaflet uykusuna dalmışlar, fakat sonra sıçrayıp şahlanmışlardır.
Bu seferki dalgınlık biraz tehlikeli gibi görünüyor. Çünkü, içinde yabancıya hayranlık unsuru var. Tehlikeler nereden gelirse gelsin, ne kadar büyük olursa olsun, tek çare ve tek ilacı 'Türk ülküsüdür'.
Bir şair: Bu toprak için,
Bu bayrak için,
Ölelim..
Fakat bilelim.Diyor. Güzel bir düşünce. Türk ülküsünün yoluna girdiğimiz gün, bu şiiri biraz değiştirerek söyleyeceğiz:Bu toprak için,
Bu bayrak için,
Ölelim.
Ne düşünelim, ne de bilelim!
(10 Kasım 1955)
Atsız
Gururlu olmaktır...
Gurur, her Türk'ün yaradılışındadır...
...
TÜRK OLMAK
Aslında çok şeydir, Türk olmak.
Türk olmak,
Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi.
Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak;
- Kıbrıs'ta,
- Hocalı'da,
-Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırımına uğrayıp, karşılığında yapmadığın soykırımıyla suçlanmaktır.
Türk olmak;
- faşist olmaktır, vatanına, milletine, bayrağına, tarihine sahip çıktığında.
- demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, milletine, bayrağına, tarihine sövüldüğünde.
Türk olmak;
- lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.
- Avrupa'da hor görülmektir Türk olmak,
- ataların bir çok asır önce Viyana'yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir- tabii ki - sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.
Türk olmak;
- Selanik'te Pontus Anıtı'nın,
- Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve
- Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir.
- üç kıtadan dönüp,
- bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir.
- sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır,
- aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Türk olmak;
- arabaya koşulan ilk atın vatanında,
- ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta,
- yazının bulunduğu,
- paranın icat edildiği,
- her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta,
- kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak;
- Truva'dan bu yana,
- Sümer'den bu yana serpilerek gelse de,
- tarihten eski bu topraklarda,
- bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen,
- bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.-
- Doğu Roma'yı da
- Batı Roma'yı da yıkıp,
- yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır, Türk olmak.
Türk olmak,
- Mostar'da köprüdür,
- Kerkük'te kaledir,
- İstanbul'da Kızkulesi'dir,
- Anadolu'da buğdaydır,
- Çukurova'da pamuktur,
-Güneydoğu'da tütün,
- Ege'de üzüm,
- Karadeniz'de fındık,
- Trakya'da ayçiçeğidir.
Türk olmak;
- Çanakkale'de ölmektir.
- Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir,
- onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.
- düşmanın ardından rahmet okumak,
- kanlısından helallik almaktır.
- sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır.
- kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir.
- balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır.
- yağmura 'rahmet',
- kara 'bereket' diye bakmaktır.
Türk olmak;
- harap bir ülkede,
- zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip,
- tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile,
- paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen,
- yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak;
- askere davul-zurna ile uğurlanmaktır,
- belki de dönmeyeceğini bilerek.
Türk olmak;
- annenin şehit oğlunun ardından 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim.' demesidir.
- Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağ olsun! ' demesidir.
Türk olmak;
- 'Türk çayinda radyasyon olmaz! ' yalanları ile,
- 'Gusul abdesti alana AIDS bulaşmaz! ' dolanları ile yaşamaktır.
- her hükumetin enkaz devraldığı ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak;
- ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir.
- Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır.
- Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.
Türk olmak;
- Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir.
- Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak;
- milli maçta ağlamaktır.
- Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.
Türk olmak;
- aşkını ölesiye sevmektir.
- aşkı için ölmektir, öldürmektir.
- sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir.
- en güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir.
- Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak.
Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.
Türk olmak;
- Yunus'u bilmektir,
- Asık Veysel'i sevmektir.
- Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî'yi
- tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak;
- saz çaldığında,
- ney üflendiğinde,
- kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında,
- yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü'nde...
- Kendisine verilere 'Nasip',
- verilmeyenlere 'Kısmet' diyebilmektir.
- her işin 'Hayırlısına' inanmaktır ve
- ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak;
- Asya'da batılı,
- Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir.
- Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevmektir.
- Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da,
- silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.
Türk olmak;
- mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken,
- milyon kişinin bir araya gelmesidir.
- tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.
Türk olmak;
- buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken,
- daha ağır buhranda sıraya girerek,
- sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.
Türk olmak;
- en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak,
- en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.
Zor iştir Türk olmak.
Türk olmak;
- Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamd etmek,
- her çıkan başak için şükretmektir.
Türk olmak;
medeniyetler mozaiği Anadolu'da dik durabilmek ve büyük önder Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti, ilelebet payidar kılıp 'ne mutlu Türkü'm' diyebilmektir.
Asım YILDIRIM
harpte kazanıp masada kaybetmek..
Aslında çok şeydir, Türk olmak.
Türk olmak, Osmanlı’nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi. Kosova’da ve Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da soykırıma uğrayıp, yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıktığında. Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıkmadığında.
Türk olmak lisanının Avrupa’da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini anlatamamaktır.
Avrupa’da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir sürü asır önce Viyana’yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir, sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana’yı yakmadığın için.
Türk olmak Selanik’te Pontus Anıtı’nın, Viyana’da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icad edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; Troya’dan bu yana, Sümer’den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.
Doğu Roma’yı da Batı Roma’yı da yıkıp, yeni Roma olan AB’ye girmeye çalışmaktır Türk olmak. Türk olmak, Mostar’da köprüdür, Kerkük’te kaledir, İstanbul’da Kızkulesi’dir, Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Ege’de tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir.
Türk olmak Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanene taşımaktır.
Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.
Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, annenin ardından “bir oğlum daha olsun, onu da göndereceğim” demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken “vatan sağ olsun” demesidir.
Türk olmak “Türk çayında radyasyon olmaz” yalanları ile, “gusül abdesti alana aids bulaşmaz” dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a aşık olmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir tez tutamadan, toprağa girmektir.
En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak. Türk olmak Yunus’u bilmektir, Aşık Veysel’i sevmektir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi ve Hoca Yesevî –tek bir satırını okumasa da- yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü’nde...
Hayatın sana verdiklerine “nasip”, vermediklerine “kısmet” demektir. Her işin “hayırlısına” inanmaktır ve “feleğe” küfretmektir ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak, Asya’da batılı, Avrupa’da doğulu diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.
Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.
Türk olmak, buhran zamanında Arjantin’de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.
Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.
Zor iştir Türk olmak. Türk olmak Anadolu’da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu’da dik durabilmektir.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
düğüne giderken ağlamak ölüye giderken oynamak....
kredi çektiği bankayı aynı krediyle satın almak..
sonrada borçlarını sıfırlamakla kalmayıp bankanın içini bi gecede boşaltmak hepsiniden daha ilginç olan yanıysa bunları yaparken cumhurbaşkanından yardım almak..
(ankarada dayınmı var..)
VEE SIMDI GELELIM TÜRK OLMANIN FAYDALARI ;)
- 2050 yilinda dünyanin tek hakimi olabilirsiniz(Cünkü herkes uzaya cikmis olacak) ...
- Eger dünyanin hakimi olursaniz, uzaydan gelebilecek UFO lara tas atip onlari korkutup, kacirabilirsiniz(USAK da yasanmistir) ..
- Restoran, lokanta gibi yerlerde masalari birlestirebilir ortaya bir salata söyleyebilir, masanin kisa bacaginin altina katlanmis kagit koyabilirsiniz...
- Otobüs, ucak, hastahane, vb. gibi cep telefonu kullanmanin yasak oldugu yerlerde gizli gizli cep telefonu ile konusabilir, plajda cep telefonunuzu mayonuza sikistirabilir ve hersey cok normalmis gibi davranabilirsiniz..
-issizlik, üretimsizlik, sosyal esitsizlik, trafik canavari, enflasyon ve sonu gelmeyen zamlarla canla basla mücadele ederek, ' ülke yönetmecilik 'oynayan siyasetçilere yillarca katlanarak ' Varolmanin dayanilmaz eziyeti 've'insanoglunun dayaniklilik gücü' konularinda bilimsel arastirmalara katkida bulunabilirsiniz...
ferrariye lpg taktırmak
Her hangi bir ırka mensup olmak,gurur vesilesi olacak şey değildir.Öyle olsaydı biz Allah'ın adaletine inanmış olmayacağız:Çünkü Allah hiç bir ırkı bir diğerine üstünlük kursun diye var etmedi.Kürt olmak ve Arap olmak ne kadar gurur vesilesi değilse Türk olmak da öyledir.
gurur kaynağı :)
Tanrıtanımazların Üzerine Rakip Kullar... TÜRK
Osman bey, sabah 07.00'de Casio masa saatinin alarmiyla gözlerini açti. Puffy yorganini kaldirdi. Hugo Boss pijamalarini çikartip Adidas terliklerini giydi.. WC'ye uğradiktan sonra banyoya geçti. Blendax şampuani ve Protex sabunuyla duşunu aldi. Colgate ile dişlerini firçaladi. Rowenta ile saçlarini kuruttu. Bill's gömleğini ve Pierre Cardin takim elbisesini giydi.
Lipton çayini içti. Sony televizyonda medya özetlerini ve flash haberleri izledi. Citizen kol saatine bakti. Aile fertlerine 'çav' deyip Hyundai otomobiline bindi. Blaupunkt radyosunu açarak, rock müziği buldu. Ağzina bir Polo şeker atti. Şehrin göbeğindeki Mega Center'da çaliştiği HSBC Bank'taki odasina girdi. Casper bilgisayarini çaliştirdi. Microsoft Excel'e girdi. Ofisboy'dan Nescafe'sini istedi.
Saat 10.00'a doğru açliğini yatiştirmak için Grissini yedi. Öğlen Wimpy's Fast Food kafeteryasinda ayaküstü Coca Cola ve hamburgeri mideye indirdi.
Akşamüzeri iş çikişi Image Bar'a uğrayip JB 'sini yudumladi, sonra köşedeki Shopping Center'a uğradi. Eşinin sipariş ettiği Persil Supra deterjan, Ace çamaşir suyu, Palmolive şampuan ve Johnsson kolonyayi alarak kasaya yanaşti. Bonus kartiyla faturayi ödedi.
Akşam evde bir gazetenin verdiği TV Guide'a göz atan Osman bey, kanallar arasinda zapping yaparak, First Class, Top Secret, Paparazzi gibi programlar izledi. Ayni anda Outdoor dergisini kariştirdi. Saat 22.00'ye doğru Show'da Türk Dili üzerine panel başladi. Uykusu gelen Osman bey, televizyonu kapatip yatak odasina geçerken, kendini mutlu hissetti.
'Ne mutlu Türk'üm diyene! ' diye gerindi ve uyudu. Hâlâ uyuyor...
(alıntı) kaynak nizari..- ;)) .
türk olmak bir şeref ve hayatta utanmadan,çekinmeden söyleyeceğim tek şey:BEN TÜRKÜM
TÜRK OLUNMAZ DOĞULUR, BU SEBEBPLE AŞAGILIK ALT KİMLİKLERDEN T.C KİMLİKLERİNİ ALALIM GERİYE
ana gibi yar olmaz diyen,kapısı yoksula muhtaca açık,savasta dusmana merhamet eden.yıllardır kendini sırtından vuran sözde vatandaslara bile kucak açan asil millet.bu milletin bir ferdi olmak.allah ın en buyuk mukafatı
her nekadar melezde olsam babam türk olduğu için gurur duyuyorum.annemin vatanı içinde en az türk olduğum kadar gurur duyuyorum.sanırım ben çok şanslıyım :)
BENCE BİR AYRICALIK
Gurur duyduğum şey.