Ferdinando Buscaglione, 1959 yılında bu şarkıyı besteledi. Ancak, bu isim daha çok romantizmden uzak bir rock şarkıcısıydı. Buna rağmen artık değişen dünyada daha romantik şarkılara imza atmak istiyordu. En azından bundan daha çok para kazanabileceğini düşünüyordu. Buscaglione, bu eserini Portofino’ya çok yakın olan Santa Margherita’da bestelemiştir. Ünlü besteci bir gün müzisyen arkadaşı Leo Chiosso ile deniz kıyısında kumsalda oturuyorlardı. Arkadaşına bu melodiyi mırıldanır. Chiosso da bu melodiyi çok beğenir ve üzerine söz yazmaya başlarlar. Ancak parçayı kaydececek bir cihazları yoktur. Buradan hemen kalkarlar ve içinde piyano olduğunu bildikleri bir restoranın yolunu tutarlar.
Restoran sahibi ise önce bu mayolu ve ayakları kum içinde olan iki ismi içeri sokmak istemez. Ancak, sonrasında bu kişileri tanır ve onları içeri kabul eder. Şarkı da burada çalınıp kaydedilir. Artık bu efsane şarkı bestelenmiş olur.
İşin ilginç tarafı Leo Chiosso, tüm besteleri arasında en sıradan bulduğu şarkıdır. Ancak bugün bile tüm dünyanın halen dilinde olan bir parçadır.
Sözleri ise bu küçük kasabada yaşanmış bir tutkulu yaz aşkını anlatmaktadır.
İnsanın içinde ağlama isteği uyandıran güzellikler, ister tabiatın armağanı olsun ister insan elinden çıkma sanat eserleri, aynıdır. İnsanın içini sevinçle yıkayan her güzellik ağlatır. Yeter ki gözleriniz hak edilmiş güzelliklere ağlamayı bilsin. Murathan Mungan,
Bir insan bir yere bakıyorsa; orada ilgilendiği bir şey vardır. Bir insan bir yere hiç bakmıyorsa; orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır. – Sigmund Freud
“Dünyada bana sevgi kadar anlaşılmaz gelen hiçbir şey yoktur; ne insan, ne Şeytan ne de başka bir şey; çünkü sevgi her şeyden daha çok işler ruha. Yüreği böylesine kaplayan, böylesine bağlayan hiçbir şey yoktur. Bu nedenle, onu yöneten silahlar olmayınca, ruh, derin bir uçuruma atılırcasına sevgiye atılır.”
SIRILSIKLAM İçimin sıcağı Sensizliğin karanlığını Yetmiyor aydınlatmaya Doğan güneş ki Özlemlerimi görüp de Batmaya utanıyor Sen kokan bir kış akşamında Toprak yağmura Ben sana sırılsıklam
İçeri girer girmez neşeyle bağırdı: -Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu? – Görmüyor musun ? Telefonla konuşuyorum. Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Her şey erteleniyordu, telefon ve araba söz konusu olduğunda… Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu.
…Nerelere gitseydi? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti: -Sana yardım edeyim mi ? dedi, en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı: -Hayırdır? Bir yaramazlık mı var? Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten.
Yorgunluk nasıl bir şeydi ? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır : -‘Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..’ diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu. —Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor. —Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.
Bu kelimeden nefret ediyordu.’Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken’…. —Anneciğim sen yorulma, diye… —Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.
Hani siz yoruluyorsunuz ya…Eeee….Ben de oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem? Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.
—Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla. Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavsanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı.
”Bak deli tavşan” diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı. Sonra ışıklar geldi.
Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti. Birden kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşçasına aralanan gözleriyle mırıldandı; — İşin bitince beni sever misin anne? dedi. Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı…
Oturur bir gece yarısı, bir adamın bir kadına yazdığı şiir olursun. O şiir öyle güzel olmuştur ki içinde ruh bulursun. Ahh o adamlar iyi ki aşık olmuşlar. Ahh o kadınlar aşk'a ne çok yakışmışlar... - Cemal Süreya
Severek dinlediğim müzik inanılmaz güzel
Şarkının Hikayesi;
Ferdinando Buscaglione, 1959 yılında bu şarkıyı besteledi. Ancak, bu isim daha çok romantizmden uzak bir rock şarkıcısıydı. Buna rağmen artık değişen dünyada daha romantik şarkılara imza atmak istiyordu. En azından bundan daha çok para kazanabileceğini düşünüyordu. Buscaglione, bu eserini Portofino’ya çok yakın olan Santa Margherita’da bestelemiştir. Ünlü besteci bir gün müzisyen arkadaşı Leo Chiosso ile deniz kıyısında kumsalda oturuyorlardı. Arkadaşına bu melodiyi mırıldanır. Chiosso da bu melodiyi çok beğenir ve üzerine söz yazmaya başlarlar. Ancak parçayı kaydececek bir cihazları yoktur. Buradan hemen kalkarlar ve içinde piyano olduğunu bildikleri bir restoranın yolunu tutarlar.
Restoran sahibi ise önce bu mayolu ve ayakları kum içinde olan iki ismi içeri sokmak istemez. Ancak, sonrasında bu kişileri tanır ve onları içeri kabul eder. Şarkı da burada çalınıp kaydedilir. Artık bu efsane şarkı bestelenmiş olur.
İşin ilginç tarafı Leo Chiosso, tüm besteleri arasında en sıradan bulduğu şarkıdır. Ancak bugün bile tüm dünyanın halen dilinde olan bir parçadır.
Sözleri ise bu küçük kasabada yaşanmış bir tutkulu yaz aşkını anlatmaktadır.
Sevenlerine gelsin
İnsanın içinde ağlama isteği uyandıran güzellikler, ister tabiatın armağanı olsun ister insan elinden çıkma sanat eserleri, aynıdır. İnsanın içini sevinçle yıkayan her güzellik ağlatır. Yeter ki gözleriniz hak edilmiş güzelliklere ağlamayı bilsin. Murathan Mungan,
Bir insanı, hiçbir sebep yokken yüreğinizde sıcacık hissediyorsanız, işte bu gerçek sevgidir. -Erich Fromm
Hiçbir yararı olmayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir. – George Orwell
Bir insan bir yere bakıyorsa; orada ilgilendiği bir şey vardır. Bir insan bir yere hiç bakmıyorsa; orada ilgilendiği bir şey kesinlikle vardır. – Sigmund Freud
Hayatın bu çirkin oyunlarına rağmen hala gülmeyi başarabilen insan, hayatın felsefesini çözmüş demektir.
Aldous Huxley
“Dünyada bana sevgi kadar anlaşılmaz gelen hiçbir şey yoktur; ne insan, ne Şeytan ne de başka bir şey; çünkü sevgi her şeyden daha çok işler ruha. Yüreği böylesine kaplayan, böylesine bağlayan hiçbir şey yoktur. Bu nedenle, onu yöneten silahlar olmayınca, ruh, derin bir uçuruma atılırcasına sevgiye atılır.”
UMBERTO ECO, GÜLÜN ADI
Bir sıkıntının geçeceğine güven, ona dayanmanın tek çaresiydi. Nar Ağacı – Nazan Bekiroğlu
Turhan Sıradağlar 24.04.2023 - 10:21- 24.04.2023 - 10:22 mesajlarınız
Merhaba Turhan bey
Şiirimi mekana taşıyıp çok güzel bir müzikle de süslemişsiniz
Severek izlediğim bir parçadır çok teşekkür ederim
MOLLA REJİMLERİNİN DEĞİRMENİNE
BİLEREK YA DA BİLMEYEREK SU TAŞIYAN KADINLARA KISSADAN HİSSELER / 13a
"Afganistan dün"
"Bir Zamanlar Afganistan"
(DEVAMI
-Afganistan Bugün-
aşağıdaki mesajda)
MOLLA REJİMLERİNİN DEĞİRMENİNE
BİLEREK YA DA BİLMEYEREK SU TAŞIYAN KADINLARA KISSADAN HİSSELER / 13b
"Afganistan bugün"
"Kadının Adı Her Yerden Siliniyor"
SIRILSIKLAM
İçimin sıcağı
Sensizliğin karanlığını
Yetmiyor aydınlatmaya
Doğan güneş ki
Özlemlerimi görüp de
Batmaya utanıyor
Sen kokan bir kış akşamında
Toprak yağmura
Ben sana sırılsıklam
YASEMİN ELBEK
Günaydın Tuba hanım,
Barış Manco iyi gitti sabah sabah...
Teşekkürler...
Ben teşekkür ederim güzel ve özel paylaşımlarınız için.
Günaydın..
Sevgi açlığı üzerine buruk.bir öykü idi. Hele konu çocuk olunca etki katlandı. Tşk paylaşım için...
Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olamazsa,insan da acı çekmeden olgunlaşamaz.
Konfücyüs
Müsait Olduğunda Beni Sever misin Anne?
İçeri girer girmez neşeyle bağırdı:
-Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?
– Görmüyor musun ? Telefonla konuşuyorum.
Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu.
Her şey erteleniyordu, telefon ve araba söz konusu olduğunda… Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu.
…Nerelere gitseydi? Annesi kapattı telefonu.
Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti:
-Sana yardım edeyim mi ? dedi, en sevimli halini takınarak. Annesi manalı manalı baktı:
-Hayırdır? Bir yaramazlık mı var? Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten.
Yorgunluk nasıl bir şeydi ? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır :
-‘Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..’
diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
—Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.
—Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.
Bu kelimeden nefret ediyordu.’Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken’….
—Anneciğim sen yorulma, diye…
—Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.
Hani siz yoruluyorsunuz ya…Eeee….Ben de oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem?
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
Işıklar söndü birden.
Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.
—Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını.
Deli tavsanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak
tavşan kafası yaptı.
”Bak deli tavşan” diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür
dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça
kanepeden aşağı sarktı.
Sonra ışıklar geldi.
Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti. Birden kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı.
Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini.
Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşçasına aralanan gözleriyle mırıldandı;
— İşin bitince beni sever misin anne? dedi.
Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı…
Merhaba Turhan bey
Ne demişler Baskın basanındır:))elimizden geldiğince işte
Teşekkür ederim ince düşünceniz için
Güzel akşamlar dilerim
Saygılar
Sevgili Tuba
Tam bayram şenliği gülen çocuklar bu güzel paylaşımın için teşekkür ederim:)
Sevgiler
Tuba hanım merhaba,
Katkı için tşk ama link'i açmayı beceremedim :(((
Neydi ki?
Yasemin hanım merhaba,
Yine baskın vermişsiniz "düşün ordusu"yla :))
Mekan'a anlam zenginliği katan bir "ordu" bu.
Saygı emeğinize...
Sayın Nal
Bakış açınızdır söylediğiniz sizi bağlar ben sözü paylaştım sadece
https://pin.it/6e6akn7.
Çiçeğin dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var diye sevinelim. - Johann Wolfgang
Üzülme! Kaldır başını ve gökyüzüne bak. Hangi gecenin siyahı, maviye boyanmadı? - Neşe Ağaoğlu
Oturur bir gece yarısı, bir adamın bir kadına yazdığı şiir olursun. O şiir öyle güzel olmuştur ki içinde ruh bulursun. Ahh o adamlar iyi ki aşık olmuşlar. Ahh o kadınlar aşk'a ne çok yakışmışlar... - Cemal Süreya