'Artık büyüdünüz ve oldukça ‘tuhaf’sınız. Aramayı unutmak ve gitgide ‘tuhaf’laşmak bir yetişkinlik hastalığıdır belki.' Küçük Prens'in de dediği gibi tuhafız işte... Yarın bodrumda sahnelenecek bense sadece sahnelendiğini bileceğim... Hiç adil değil!
Horozlar öttü! Mehmetle çeşmenin başına oturduk; Annem - hadi gidin başka yerde oturun dedi; gittik bakkalın önüne oturduk! Mehmet amca gelin kahvede oturun dedi gittik kahvede oturduk! Sonra tiyatro geliyor dediler, Tiyatroda ne? dedik; babam kızdı -sus otur dedi, oturduk!
'Güney Amerika'da bir taşra tiyatrosunda kötü adamı oynayanoyuncu,rolünü öyle kusursuz oynar ki,oyunu izleyen köylülerden biri öfkeyle silahını çekip oyuncuyu vurur.Köylü idam cezasına çarptırılır.böylece kurban da suçlu da aynı anda toprağa verilir.Her ikisinin de mezar taşında şöyle yazılıdır.Burada dünyanın en iyi oyuncsu ile en iyi seyircisi yatmaktadır.
Her insan kendi dünyasında yaşamı boyunca TİYATRO oyunu sergiler ve her kez kendi oyununda baş rol oynar, diğerleri yardımcı oyunculardır. bu tiyatro oynunda çevrendekiler bir bir oyuna girer ve ayrılırlar kendi oyunuda bazı insanlara çok önemli rol üstlenir (AŞIK OLMAK) ve inanın haberleri bile yoktur oysa sen onların oynunda basit bir fügüransındır önemli bile değilsinizdir. YAŞAMIN KENDİSİ ZATEN BİR OYUN VE TİYATRODUR SAYGILARIMLA
Sanat dalları içerisinde en güzel ve zor olanlarından biri. Sinema gibi perdeye yansıyan görüntü değil, bire bir insanların canlı sunumlarıdır. Zor yanıda budur.
düşündüren karikatürler başlığı altında anlamlı çizgiler vardı... bunlardan biri tiyatroda seyircinin önemini vurguluyordu... uçurumda (denge kurma amaçlı yerleştirilmiş) bir tahtanın bir (uçurum) ucunda sahne,diğer ucunda seyirci...'seyirci olmazsa,tiyatro olamaz'....demek istiyor karikatür...
ben maviş tiyatro benım butun hayatım. onunla mutlu oluyorum ılerıkı zamanlarda guzel bı tiyatrocu olmak ıstıyorum ve bunun ıcın elımden gelenı yapacagım gelecegın tıyatrocusu benım.harbıkızmavısten sevgılerle
tiyatro çeşiti tiyatro gösterilenizleyici önünde oynadıgı yere denir bence tiyatro çagdaşlıgı bana hissettiriyor yazan cengiz kavlak 4311 6c de okuyorum
Mesut Yılmaz: Benim dürüst parti lideri imajım Her şeyden önemlidir. Ben başka liderler gibi halkı kandırmak amacıyla tasarlanmış oyunlara girmem. Bu benim için sıkınılacak bir görünümdür. Ekonomiyle ve borsayla görevim gerektiği kadar ilgiliyim. Halkımla içli dışlıyım ve bu ilişkilerim sayesinde toplumda değerli bir yerim var. Sanılmasın ki yakın çevremi ihya ederim...
imdat! tiyatro, yetiş imdadıma! uyuyorum. uyandır beni karanlıkta kayboldum, yol göster bana ya da bir ışık yak tembelim, utandır beni yorgunum, kaldır beni ilgisizim, vur bana aldırış etmiyorum, yok et bu halimi korkuyorum, cesaret ver bana cahilim, öğret bana canavarım, insancıllaştır beni yüksekten atıyorum, gülmekten öldür beni edepsizim, alaşağı et beni kafasızım, değiştir beni yaramazım, cezalandır beni baskın ve zalimim, savaş benimle ukalayım, alay et benimle avamım, eğit beni suskunum, çöz beni artık hayal kurmuyorum, bir korkak ya da budala gibi davran bana unuttum, bana hafıza yükle kendimi yaşlı ve tükenmiş hissediyorum, çocukluğu coştur benim için ağırım, müzik ver bana üzgünüm, mutluluk getir bana sağırım, fırtınada acılara çığlık attır kışkırtıldım, bilgeliği göster bana zayıfım, dostluğun ışığını yak körüm, bütün işıkları bir araya topla çirkinliğin boyunduruğu altındayım, galebe güzelliğin girmesini sağla nefretle kuşatıldım, sevginin tüm gücünü ver bana
‘Tiyatro nedir? ’ diye sordum ve ‘Sahnede oynanan ve insanları eğlendiren bir sanat dalı’ dediler bana yine tiyatroya salt eğlenmek için giden arkadaşlarım. Peki bu mu gerçekten tiyatronun görevi? Tiyatro bu mu? Maalesef Türkiye’de genel tiyatro tanımı böyle yapılıyor. Bu amaçla tiyatroya gidiyor üniversiteli de dahil tüm öğrenciler, öğretmenler, doktorlar… Kısacası toplumumuz bireylerinin çoğu… Onun içindir ki salt güldürme amaçlı oyunlar ilgi görüyor. Sadece gülmek ve eğlenmek için bu oyunlar seçiliyor. Peki neden bu böyle? Türkiye’de insanların böyle düşünmelerine neden olan nedir? Tiyatro sadece anlık eğlenceler sunmak için mi vardır? Shakespeare tiyatro için ‘ İnsanı insana insanla ve insanca anlatan sanat’ tanımını kullanmıştır. Tiyatro salt güldürmek için varsa, peki Shakespeare neden böyle bir tanım kullanmıştır? Tiyatro insana ne anlatır? Tiyatro nedir? Tiyatro bir sanat, bir düşünce, bir felsefe... Yani sadece sahnede olup biten değil, yaşamın her anında, istenildiğinde kullanılabilen bir düşünce biçimidir. Güldürür, ağlatır, düşündürür, kuşkulandırır, arayışa yönlendirir. Bazen direk olarak doğru olanı gösterir, bazen ipucu verir, yol gösterir ve seyirciyi uyandırarak doğruyu kendisinin bulmasını sağlar. Silkeler bireyi, uyandırır toplumu… Peki Türkiye’de neden gerçek tiyatro tercih edilmiyor da sadece eğlencelik oyunlar tercih ediliyor? Çünkü Türkiye insanı, her açıdan tembel yetiştiriliyor. Düşünmeye yönelik her işten uzak kalıyor bu yüzden. Her şeyin kolayına kaçıyor. Yapan değil izleyen olmayı tercih ediyor. Bırakın izlediğinden bir ders almayı, herhangi bir sorunun çözümünü bile izlemeyi istemiyor. Peki neden? Toplum olarak siyasette kesin bir tercihimiz yok. Bir dönem sağcı kesim geliyor yönetime, bir sonraki dönem dinci kesim, daha sonrakinde solcu kesim… Bu da aslında toplumca ne kadar tutarsız olduğumuzu gösteriyor. Tiyatro da insanı insana anlattığı için yaşadığı ortamdan etkilenmek zorundadır. Dünya tiyatrosuna baktığımızda siyaseti kesin bir düzene girmiş ülkeler tiyatroda öncü konumdadır. Tiyatronun asal görevi bireyi ve toplumu uyandırmaktır. Peki Türkiye’de bu amaç topluma nasıl öğretilir? Tiyatro nasıl olur da bu ülkenin gelişmesine, belirli bir düzene oturmasına yardımcı olur? Öncelikle eğitim sistemi bir düzene girmeli ve tiyatro bu sistemin temel taşlarında biri olmalıdır. Okul öncesinden başlayarak okullara tiyatro dersi koyulmalıdır. Kuram olarak değil öncelikle uygulama olarak öğrencilere ve öğretmenlere verilmelidir. Etkin ve yaratıcı drama doğru olarak öğrencilere uygulatılmalıdır. Böylece temelde, kişiye, takım çalışmasının ve paylaşmanın önemi, topluma yararlı bir birey olarak katılma yolları öğretilir. Üretmeyi öğretir. Balık vermez, balık tutmayı öğretir. Ezberci sistem ortadan kalkar. Uyuşuk beyinler yetişmez! Dramanın asal amacı budur. Türkiye’de okullara resmi olarak tam bir tiyatro dersi en son 1915 yılında koyulmuş ve 2 yıl kadar sürmüş, sonra tekrar kaldırılmıştır. Oysa tiyatroda öncü olan ülkelerde tiyatro dersi etkin ve düzenli bir biçimde devam etmektedir. Türkiye’de de yeni müfredatta drama dersi koyulacakmış. Peki kim verecek bu dersi? Okuldaki, eski sistemle yetişen öğretmenimiz bu işi yapamıyor. Yeni bir eğitim almaya yanaşmıyorlar. Hoş, yeni sistemde de drama formasyon eğitiminde hiç yer almıyor. Ders içinde de 5 dakika içinde anlatılıp bitiriliyor. DRAMA… Biliyorum, yaşadım. Bu yöntem sadece okullarda değil, insan topluluğunun olduğu her yerde uygulanabilir. Spor okulları bu yöntemi kullanmaya başladı. Akıllıca… Çünkü çocuk kendini ilk keşfetmeye başladığında hep rekabet ister. En başta kendisiyle yarışmak ister. Hep daha hızlı olmak, daha iyi olmak ister. Bunun için bireysel sporları tercih eder. Ama Türkiye’de en çok izlenilen ve ilgi gören spor dalları sırasıyla; futbol, basketbol ve voleyboldur. Görülüyor ki bu spor dalları başlı başına takım oyununu gerektiriyor. Bunun için spor okulları bu spor derslerinin yanında drama eğitimi veriyor öğrencilere ve nasıl takım olunacağını öğretiyor. Aynı şekilde, gelişmiş şirketler de çalışanları arasında tiyatro ve drama etkinlikleri düzenliyor. Böylece çalışanlar arasında paylaşım ve takım ruhu güçlenmiş oluyor. Bunun gibi birçok yerde tiyatro ve dalları uygulanıyor. Önemli olan sadece toplu olarak ortak bir iş yapmak değil, yapılan işteki dramatik olan yanı paylaşmak ve birlikte yaşamaktır. Yine de en doğru olan, temelde yani okul öncesinde verilen drama eğitimidir. Özel anaokulları ve ticari okulların birçoğu bunu yapıyor! Sonuç olarak birey öncelikle kendisi uyguladığı için tiyatroyu tanıyor ve aslında gerçek amacının ne olduğunu öğreniyor. Tiyatroya faydalı tarafı: tiyatro oyununu neden ve nasıl izlemesi gerektiğini öğreniyor. Bu uygulamalar, yararlı toplumlaşmayı öğrettiği gibi iyi seyirci olmayı da öğretiyor. Her alanda uygulanmalıdır. Tiyatro salt eğlence değil, aynı zamanda tüm duygulara ve beyne hitap ederek bireyi çalışan, üreten ve düşünen kişi olmaya iten bir sanat dalıdır.
Geçenlerde(03 Kasım 2006 Cuma günü) Trabzon Lisesi öğrencileriyle Trabzon Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesi’nde Turgut Özakman’ın yazmış olduğu Ocak adlı oyunu büyük bir keyifle seyrettik. Salon ağzına kadar Trabzon Lisesi öğrencileriyle doluydu. Suare sadece bu okulun öğrencilerine mahsustu. Boş koltuk yoktu, hatta aralar bile dolmuştu. Öğrencilerin yüreklerinde büyük bir sanat sevgisi taşıdıkları her hallerinden belliydi.
Trabzon’da Devlet Tiyatrolarının olmasının bu şehirde yaşayanlar için büyük bir şans olduğunu her zaman söylerim. Gerçekten de öyle değil midir? Bu şansa sahip şehir sayısı bugün itibariyle sadece 13’tür.(Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Antalya, Trabzon, Konya, Sivas, Diyarbakır, Van, Erzurum, Gaziantep) Bunun kıymetini bilmeliyiz. Tiyatrocular boş koltuklara oynamamalıdır. Marifetin iltifata tabi olduğunu unutmamalıyız.
Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler adlı eseriyle geçen yıl adından çok söz ettirdi. Buna rağmen onun asıl ünlü olduğu alan tiyatrodur. Onlarca oyunu Devlet Tiyatrolarının ve özel tiyatroların repertuarındadır. Son seyrettiğimiz ‘Ocak’ adlı oyun da onun değerli tiyatro eserlerinden birsidir. Dilerseniz size öncelikle oyunun konusundan bahsedeyim:
“Oyunda dört çocuk, anne, baba ve büyükanneden oluşan bir emekçi ailesinde yokluğun, yoksulluğun baskısının yol açtığı çatışmalar sergilenmektedir. Bir otomobil tamircisi olan Tarık ve karısı Safiye’nin amacı, tüm sorunlara rağmen aileyi bir arada tutmaktır. Çok çalışmasına karşın ekonomik durumunu bir türlü düzeltemeyen Tarık, sürekli olarak zengin olma hayalleri kurar. Evin geçimini sağlayabilmek için babasına tek yardım eden çocuk, ortanca oğul Fazıl’dır. Babası ne kadar hayalperestse Fazıl o kadar gerçekçidir. Evin içinde bütün yükü omuzlayan Safiye ise gerçekçi bir insan olmasına rağmen, çaresizlikten, zaman zaman kurulan hayallere katılır.
Evlendirilmeyi bekleyen ve topal olan evin tek kızı Sevda, bunamış büyükanne ve okula giden en küçük oğul Özcan bakıma muhtaç insanlardır. Ailenin eve gelen parayla kıt kanaat geçinebilmesine, yarına güvenle bakamamanın ezikliği içinde olmasına rağmen, en büyük oğul Nihat bir işe girip çalışmaz. O sorumsuz, boş verici, hayalci bir insandır. Fazıl ve Safiye dışında tüm aile bireyleri birtakım hayaller kurmakta ve onlarla avunmaktadır. Hayallerle yaşamaktan dolayı yapılan ya da yapılabilecek olan hataları önlemeye çalışan Fazıl, bu yüzden hemen hemen ailenin tüm bireyleriyle çatışma halindedir. Hatta Fazıl, bunak olduğunu bildiği halde büyükannesinin kendisini bir paşa karısı sanmasına ve sürekli olarak etrafındakilere ‘uşaklar’ diye bağırmasına bile sinirlenir.
Safiye ise ocağın dağılmaması, ailenin bir arada kalabilmesi için çatışmaları gidermeye, ilişkileri yumuşatmaya çalışır. Safiye, kızının sevdiği çocukla parasızlık yüzünden evlenemeyeceğini anladığında en zor günler için sakladığı bileziğini satıp parasını kızına vermeyi düşünür ve bu düşüncesini kızıyla paylaşır. Bu arada yine olmayacak bir hayalin peşinde koşan Tarık, bir hurda otomobili alıp tamir etmeyi ve onunla çalışarak zengin olmayı tasarlamaktadır. Kocasının coşkusuna ve çaresizliğine dayanamayan Safiye, Fazıl’ın karşı çıkmasına rağmen, bileziği, kızı yerine kocasına verir. Bunun üzerine evlenebilmek için hiçbir umudu kalmadığını düşünen Sevda, sevdiği çocukla kaçar.
Fazıl, kardeşinin kaçacağını önceden anlamasına rağmen çaresizlikten kız kardeşinin gitmesine izin verir; alınan hurdanın da bir işe yaramaması üzerine bir hayli zor günler yaşar. Bu arada Nihat da babasıyla birlikte çalışmaya başlar ancak yine de ucu ucuna geçinebilmektedirler. Üzüntüsünden hasta olup yatağa düşen Safiye’nin işlerini evin erkeklerinin üstlendiği, ama bir türlü işin içinden çıkamadıkları görülür.
Ev içinde düzen bozulmuştur. Yeni alınan araba sürekli arıza yaptığı için para kazanamamaktadırlar. Sevda’nın yokluğu da derin bir üzüntüye neden olmuştur. Bu umutsuz tablo, perde sonuna doğru Sevda’nın eve geri dönmesiyle değişir. Bu dönüş işlerin iyiye gitmeye başlayacağının bir göstergesidir. Hemen mutfağa giren Sevda, büyük bir beceriyle işleri yapar ve annesinin hastalığının yarattığı boşluğu doldurur. Evin düzeninin yeniden kurulmasını sağlar. Oyun, Tarık’ın çiftlik alma hayalini anlatmasıyla son bulur...”
Rejisörlüğünü Ensar Kılıç’ın, Rejisör Yardımcılığını Fatih Dokgöz’ün, Reji Asistanlığını Fatih Yurdakul’un yaptığı, dekorunu Sertel Çetiner’in oluşturduğu, kostümünü Özge Şenol’un düzenlediği, ışık tasarımını Burhanettin Yazar’ın tasarladığı oyunda Dilek Güven(Safiye) , Ufuk Şener(Nihat) , Fatih Dokgöz(Tarık) , Ozan Karaahmet(Özcan) , Duygu Dokgöz(Babaanne) , Aslı Artuk(Sevda) , Birkan Görgü(Fazlı) rolleriyle sanatseverlerin karşısına çıktılar. Hepsi de rollerinin hakkını fazlasıyla verdiler. Şehrimizde böyle kaliteli oyuncuların varlığı bizleri fazlasıyla mutlu ediyor. Oyunda emeği geçen herkese Trabzonlu tiyatro severler adına şükranlarımı sunuyorum.
Gençlerimiz şiddetten uzak dursun, sanatla kucaklaşsın. Şiddet şiddeti doğurur. Sanat ufkumuzu açar. Tiyatro onları bekliyor. Trabzon Lisesi’nin gelecek vaat eden öğrencileri tiyatroyla ve genel anlamda sanatla iç içe yaşadığı için bu okulda şiddetin esamisi okunmuyor. Tarihi bir okula da zaten bu yakışır. Bunun gerçekleşmesinde okuldaki idarecilerin ve öğretmenlerin payı çok büyüktür. Hepsini kutluyorum.
Tozuna kurban olduğum.Hayaller ve hayatlar..
'Artık büyüdünüz ve oldukça ‘tuhaf’sınız. Aramayı unutmak ve gitgide ‘tuhaf’laşmak bir yetişkinlik hastalığıdır belki.' Küçük Prens'in de dediği gibi tuhafız işte... Yarın bodrumda sahnelenecek bense sadece sahnelendiğini bileceğim... Hiç adil değil!
Tiyatrosu olan bir ülkede kötülükler, çirkinlikler, yanlışlıklar sürüp gitmez.
Horozlar öttü!
Mehmetle çeşmenin başına oturduk;
Annem - hadi gidin başka yerde oturun dedi;
gittik bakkalın önüne oturduk!
Mehmet amca gelin kahvede oturun dedi gittik kahvede oturduk!
Sonra tiyatro geliyor dediler, Tiyatroda ne? dedik; babam kızdı -sus otur dedi, oturduk!
Hayatımda yaşadığım en güzel gündü..
'Güney Amerika'da bir taşra tiyatrosunda kötü adamı oynayanoyuncu,rolünü öyle kusursuz oynar ki,oyunu izleyen köylülerden biri öfkeyle silahını çekip oyuncuyu vurur.Köylü idam cezasına çarptırılır.böylece kurban da suçlu da aynı anda toprağa verilir.Her ikisinin de mezar taşında şöyle yazılıdır.Burada dünyanın en iyi oyuncsu ile en iyi seyircisi yatmaktadır.
Her insan kendi dünyasında yaşamı boyunca TİYATRO oyunu sergiler ve her kez kendi oyununda baş rol oynar, diğerleri yardımcı oyunculardır.
bu tiyatro oynunda çevrendekiler bir bir oyuna girer ve ayrılırlar kendi oyunuda bazı insanlara çok önemli rol üstlenir (AŞIK OLMAK) ve inanın haberleri bile yoktur oysa sen onların oynunda basit bir fügüransındır önemli bile değilsinizdir. YAŞAMIN KENDİSİ ZATEN BİR OYUN VE TİYATRODUR SAYGILARIMLA
Tiyatroculuk,maddi getirisi az olan bir sanat dalıdır.Sebat ve özveri ister.kısacası meşakkatlı bir uğraştır.
Bilinen söylemdir. Tiyatro iki direk bir hevestir.
Sanat dalları içerisinde en güzel ve zor olanlarından biri.
Sinema gibi perdeye yansıyan görüntü değil, bire bir insanların canlı sunumlarıdır.
Zor yanıda budur.
ne lüzumsuz..
TİYATRO YAŞAMIM BİR SAHNESİ...HER KAREDE BİR YASAM....
düşündüren karikatürler başlığı altında anlamlı çizgiler vardı...
bunlardan biri tiyatroda seyircinin önemini vurguluyordu...
uçurumda (denge kurma amaçlı yerleştirilmiş) bir tahtanın bir (uçurum) ucunda sahne,diğer ucunda seyirci...'seyirci olmazsa,tiyatro olamaz'....demek istiyor karikatür...
asker olsaydım ve darbe yapsaydım kaldıracağım ilk şey (o zaman ki hükümetten sonra)
O benim sevgilim...
ben maviş tiyatro benım butun hayatım. onunla mutlu oluyorum ılerıkı zamanlarda guzel bı tiyatrocu olmak ıstıyorum ve bunun ıcın elımden gelenı yapacagım gelecegın tıyatrocusu benım.harbıkızmavısten sevgılerle
tiyatro çeşiti tiyatro gösterilenizleyici önünde oynadıgı yere denir bence tiyatro çagdaşlıgı bana hissettiriyor yazan cengiz kavlak 4311 6c de okuyorum
en sevdiğim sanat dalıdır.
o kadar çok önemi vardır ki hayatımızda bunu anlayanlar ne şanslıdır..
yaşama sebebim
alttaki yazıyı birer satır atlayarak okuyun.....
Mesut Yılmaz:
Benim dürüst parti lideri imajım
Her şeyden önemlidir. Ben başka liderler gibi
halkı kandırmak amacıyla tasarlanmış
oyunlara girmem. Bu benim için sıkınılacak
bir görünümdür. Ekonomiyle ve borsayla
görevim gerektiği kadar ilgiliyim. Halkımla
içli dışlıyım ve bu ilişkilerim sayesinde
toplumda değerli bir yerim var. Sanılmasın ki
yakın çevremi ihya ederim...
hayat!
sahne ve ışıkların altındaki başka bir dünya..
sahnede yer alarak,o dünyanın bir parçası olmak gibisi yok..
vazgeçilmezim!
tiyatro, bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır.
Mustafa kemal
imdat!
tiyatro, yetiş imdadıma!
uyuyorum. uyandır beni
karanlıkta kayboldum, yol göster bana ya da bir ışık yak
tembelim, utandır beni
yorgunum, kaldır beni
ilgisizim, vur bana
aldırış etmiyorum, yok et bu halimi
korkuyorum, cesaret ver bana
cahilim, öğret bana
canavarım, insancıllaştır beni
yüksekten atıyorum, gülmekten öldür beni
edepsizim, alaşağı et beni
kafasızım, değiştir beni
yaramazım, cezalandır beni
baskın ve zalimim, savaş benimle
ukalayım, alay et benimle
avamım, eğit beni
suskunum, çöz beni
artık hayal kurmuyorum, bir korkak ya da budala gibi davran bana
unuttum, bana hafıza yükle
kendimi yaşlı ve tükenmiş hissediyorum, çocukluğu coştur benim için
ağırım, müzik ver bana
üzgünüm, mutluluk getir bana
sağırım, fırtınada acılara çığlık attır
kışkırtıldım, bilgeliği göster bana
zayıfım, dostluğun ışığını yak
körüm, bütün işıkları bir araya topla
çirkinliğin boyunduruğu altındayım, galebe güzelliğin girmesini sağla
nefretle kuşatıldım, sevginin tüm gücünü ver bana
en cok sevdigim sanat dali..
İnsanı insana insanla insanca anlatan sanat dalıdır...veya
iki kalas bi hevesten oluşan sanat dalıdır..
Sahne bir dünya..
Ve ben de dünyadan bakıyorum hep
seyirci kalanlara..
TÜRKİYE’DE TİYATRO
‘Tiyatro nedir? ’ diye sordum ve ‘Sahnede oynanan ve insanları eğlendiren bir sanat dalı’ dediler bana yine tiyatroya salt eğlenmek için giden arkadaşlarım. Peki bu mu gerçekten tiyatronun görevi? Tiyatro bu mu?
Maalesef Türkiye’de genel tiyatro tanımı böyle yapılıyor. Bu amaçla tiyatroya gidiyor üniversiteli de dahil tüm öğrenciler, öğretmenler, doktorlar… Kısacası toplumumuz bireylerinin çoğu… Onun içindir ki salt güldürme amaçlı oyunlar ilgi görüyor. Sadece gülmek ve eğlenmek için bu oyunlar seçiliyor. Peki neden bu böyle? Türkiye’de insanların böyle düşünmelerine neden olan nedir? Tiyatro sadece anlık eğlenceler sunmak için mi vardır?
Shakespeare tiyatro için ‘ İnsanı insana insanla ve insanca anlatan sanat’ tanımını kullanmıştır. Tiyatro salt güldürmek için varsa, peki Shakespeare neden böyle bir tanım kullanmıştır? Tiyatro insana ne anlatır?
Tiyatro nedir? Tiyatro bir sanat, bir düşünce, bir felsefe... Yani sadece sahnede olup biten değil, yaşamın her anında, istenildiğinde kullanılabilen bir düşünce biçimidir. Güldürür, ağlatır, düşündürür, kuşkulandırır, arayışa yönlendirir. Bazen direk olarak doğru olanı gösterir, bazen ipucu verir, yol gösterir ve seyirciyi uyandırarak doğruyu kendisinin bulmasını sağlar. Silkeler bireyi, uyandırır toplumu…
Peki Türkiye’de neden gerçek tiyatro tercih edilmiyor da sadece eğlencelik oyunlar tercih ediliyor? Çünkü Türkiye insanı, her açıdan tembel yetiştiriliyor. Düşünmeye yönelik her işten uzak kalıyor bu yüzden. Her şeyin kolayına kaçıyor. Yapan değil izleyen olmayı tercih ediyor. Bırakın izlediğinden bir ders almayı, herhangi bir sorunun çözümünü bile izlemeyi istemiyor. Peki neden?
Toplum olarak siyasette kesin bir tercihimiz yok. Bir dönem sağcı kesim geliyor yönetime, bir sonraki dönem dinci kesim, daha sonrakinde solcu kesim… Bu da aslında toplumca ne kadar tutarsız olduğumuzu gösteriyor. Tiyatro da insanı insana anlattığı için yaşadığı ortamdan etkilenmek zorundadır. Dünya tiyatrosuna baktığımızda siyaseti kesin bir düzene girmiş ülkeler tiyatroda öncü konumdadır.
Tiyatronun asal görevi bireyi ve toplumu uyandırmaktır. Peki Türkiye’de bu amaç topluma nasıl öğretilir? Tiyatro nasıl olur da bu ülkenin gelişmesine, belirli bir düzene oturmasına yardımcı olur?
Öncelikle eğitim sistemi bir düzene girmeli ve tiyatro bu sistemin temel taşlarında biri olmalıdır. Okul öncesinden başlayarak okullara tiyatro dersi koyulmalıdır. Kuram olarak değil öncelikle uygulama olarak öğrencilere ve öğretmenlere verilmelidir. Etkin ve yaratıcı drama doğru olarak öğrencilere uygulatılmalıdır. Böylece temelde, kişiye, takım çalışmasının ve paylaşmanın önemi, topluma yararlı bir birey olarak katılma yolları öğretilir. Üretmeyi öğretir. Balık vermez, balık tutmayı öğretir. Ezberci sistem ortadan kalkar. Uyuşuk beyinler yetişmez! Dramanın asal amacı budur.
Türkiye’de okullara resmi olarak tam bir tiyatro dersi en son 1915 yılında koyulmuş ve 2 yıl kadar sürmüş, sonra tekrar kaldırılmıştır. Oysa tiyatroda öncü olan ülkelerde tiyatro dersi etkin ve düzenli bir biçimde devam etmektedir. Türkiye’de de yeni müfredatta drama dersi koyulacakmış. Peki kim verecek bu dersi? Okuldaki, eski sistemle yetişen öğretmenimiz bu işi yapamıyor. Yeni bir eğitim almaya yanaşmıyorlar. Hoş, yeni sistemde de drama formasyon eğitiminde hiç yer almıyor. Ders içinde de 5 dakika içinde anlatılıp bitiriliyor. DRAMA… Biliyorum, yaşadım.
Bu yöntem sadece okullarda değil, insan topluluğunun olduğu her yerde uygulanabilir. Spor okulları bu yöntemi kullanmaya başladı. Akıllıca… Çünkü çocuk kendini ilk keşfetmeye başladığında hep rekabet ister. En başta kendisiyle yarışmak ister. Hep daha hızlı olmak, daha iyi olmak ister. Bunun için bireysel sporları tercih eder. Ama Türkiye’de en çok izlenilen ve ilgi gören spor dalları sırasıyla; futbol, basketbol ve voleyboldur. Görülüyor ki bu spor dalları başlı başına takım oyununu gerektiriyor. Bunun için spor okulları bu spor derslerinin yanında drama eğitimi veriyor öğrencilere ve nasıl takım olunacağını öğretiyor. Aynı şekilde, gelişmiş şirketler de çalışanları arasında tiyatro ve drama etkinlikleri düzenliyor. Böylece çalışanlar arasında paylaşım ve takım ruhu güçlenmiş oluyor. Bunun gibi birçok yerde tiyatro ve dalları uygulanıyor. Önemli olan sadece toplu olarak ortak bir iş yapmak değil, yapılan işteki dramatik olan yanı paylaşmak ve birlikte yaşamaktır. Yine de en doğru olan, temelde yani okul öncesinde verilen drama eğitimidir. Özel anaokulları ve ticari okulların birçoğu bunu yapıyor!
Sonuç olarak birey öncelikle kendisi uyguladığı için tiyatroyu tanıyor ve aslında gerçek amacının ne olduğunu öğreniyor. Tiyatroya faydalı tarafı: tiyatro oyununu neden ve nasıl izlemesi gerektiğini öğreniyor. Bu uygulamalar, yararlı toplumlaşmayı öğrettiği gibi iyi seyirci olmayı da öğretiyor. Her alanda uygulanmalıdır. Tiyatro salt eğlence değil, aynı zamanda tüm duygulara ve beyne hitap ederek bireyi çalışan, üreten ve düşünen kişi olmaya iten bir sanat dalıdır.
Şimdi birden bire aklıma Marguerite Duras'ın Ayrılık Müziği isimli unutulmaz tiyatro oyunu geldi... :)))
ÖĞRENCİLERLE “OCAK” KEYFİ
M.NİHAT MALKOÇ
Geçenlerde(03 Kasım 2006 Cuma günü) Trabzon Lisesi öğrencileriyle Trabzon Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesi’nde Turgut Özakman’ın yazmış olduğu Ocak adlı oyunu büyük bir keyifle seyrettik. Salon ağzına kadar Trabzon Lisesi öğrencileriyle doluydu. Suare sadece bu okulun öğrencilerine mahsustu. Boş koltuk yoktu, hatta aralar bile dolmuştu. Öğrencilerin yüreklerinde büyük bir sanat sevgisi taşıdıkları her hallerinden belliydi.
Trabzon’da Devlet Tiyatrolarının olmasının bu şehirde yaşayanlar için büyük bir şans olduğunu her zaman söylerim. Gerçekten de öyle değil midir? Bu şansa sahip şehir sayısı bugün itibariyle sadece 13’tür.(Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Antalya, Trabzon, Konya, Sivas, Diyarbakır, Van, Erzurum, Gaziantep) Bunun kıymetini bilmeliyiz. Tiyatrocular boş koltuklara oynamamalıdır. Marifetin iltifata tabi olduğunu unutmamalıyız.
Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler adlı eseriyle geçen yıl adından çok söz ettirdi. Buna rağmen onun asıl ünlü olduğu alan tiyatrodur. Onlarca oyunu Devlet Tiyatrolarının ve özel tiyatroların repertuarındadır. Son seyrettiğimiz ‘Ocak’ adlı oyun da onun değerli tiyatro eserlerinden birsidir. Dilerseniz size öncelikle oyunun konusundan bahsedeyim:
“Oyunda dört çocuk, anne, baba ve büyükanneden oluşan bir emekçi ailesinde yokluğun, yoksulluğun baskısının yol açtığı çatışmalar sergilenmektedir. Bir otomobil tamircisi olan Tarık ve karısı Safiye’nin amacı, tüm sorunlara rağmen aileyi bir arada tutmaktır. Çok çalışmasına karşın ekonomik durumunu bir türlü düzeltemeyen Tarık, sürekli olarak zengin olma hayalleri kurar. Evin geçimini sağlayabilmek için babasına tek yardım eden çocuk, ortanca oğul Fazıl’dır. Babası ne kadar hayalperestse Fazıl o kadar gerçekçidir. Evin içinde bütün yükü omuzlayan Safiye ise gerçekçi bir insan olmasına rağmen, çaresizlikten, zaman zaman kurulan hayallere katılır.
Evlendirilmeyi bekleyen ve topal olan evin tek kızı Sevda, bunamış büyükanne ve okula giden en küçük oğul Özcan bakıma muhtaç insanlardır. Ailenin eve gelen parayla kıt kanaat geçinebilmesine, yarına güvenle bakamamanın ezikliği içinde olmasına rağmen, en büyük oğul Nihat bir işe girip çalışmaz. O sorumsuz, boş verici, hayalci bir insandır. Fazıl ve Safiye dışında tüm aile bireyleri birtakım hayaller kurmakta ve onlarla avunmaktadır. Hayallerle yaşamaktan dolayı yapılan ya da yapılabilecek olan hataları önlemeye çalışan Fazıl, bu yüzden hemen hemen ailenin tüm bireyleriyle çatışma halindedir. Hatta Fazıl, bunak olduğunu bildiği halde büyükannesinin kendisini bir paşa karısı sanmasına ve sürekli olarak etrafındakilere ‘uşaklar’ diye bağırmasına bile sinirlenir.
Safiye ise ocağın dağılmaması, ailenin bir arada kalabilmesi için çatışmaları gidermeye, ilişkileri yumuşatmaya çalışır. Safiye, kızının sevdiği çocukla parasızlık yüzünden evlenemeyeceğini anladığında en zor günler için sakladığı bileziğini satıp parasını kızına vermeyi düşünür ve bu düşüncesini kızıyla paylaşır. Bu arada yine olmayacak bir hayalin peşinde koşan Tarık, bir hurda otomobili alıp tamir etmeyi ve onunla çalışarak zengin olmayı tasarlamaktadır. Kocasının coşkusuna ve çaresizliğine dayanamayan Safiye, Fazıl’ın karşı çıkmasına rağmen, bileziği, kızı yerine kocasına verir. Bunun üzerine evlenebilmek için hiçbir umudu kalmadığını düşünen Sevda, sevdiği çocukla kaçar.
Fazıl, kardeşinin kaçacağını önceden anlamasına rağmen çaresizlikten kız kardeşinin gitmesine izin verir; alınan hurdanın da bir işe yaramaması üzerine bir hayli zor günler yaşar. Bu arada Nihat da babasıyla birlikte çalışmaya başlar ancak yine de ucu ucuna geçinebilmektedirler. Üzüntüsünden hasta olup yatağa düşen Safiye’nin işlerini evin erkeklerinin üstlendiği, ama bir türlü işin içinden çıkamadıkları görülür.
Ev içinde düzen bozulmuştur. Yeni alınan araba sürekli arıza yaptığı için para kazanamamaktadırlar. Sevda’nın yokluğu da derin bir üzüntüye neden olmuştur. Bu umutsuz tablo, perde sonuna doğru Sevda’nın eve geri dönmesiyle değişir. Bu dönüş işlerin iyiye gitmeye başlayacağının bir göstergesidir. Hemen mutfağa giren Sevda, büyük bir beceriyle işleri yapar ve annesinin hastalığının yarattığı boşluğu doldurur. Evin düzeninin yeniden kurulmasını sağlar. Oyun, Tarık’ın çiftlik alma hayalini anlatmasıyla son bulur...”
Rejisörlüğünü Ensar Kılıç’ın, Rejisör Yardımcılığını Fatih Dokgöz’ün, Reji Asistanlığını Fatih Yurdakul’un yaptığı, dekorunu Sertel Çetiner’in oluşturduğu, kostümünü Özge Şenol’un düzenlediği, ışık tasarımını Burhanettin Yazar’ın tasarladığı oyunda Dilek Güven(Safiye) , Ufuk Şener(Nihat) , Fatih Dokgöz(Tarık) , Ozan Karaahmet(Özcan) , Duygu Dokgöz(Babaanne) , Aslı Artuk(Sevda) , Birkan Görgü(Fazlı) rolleriyle sanatseverlerin karşısına çıktılar. Hepsi de rollerinin hakkını fazlasıyla verdiler. Şehrimizde böyle kaliteli oyuncuların varlığı bizleri fazlasıyla mutlu ediyor. Oyunda emeği geçen herkese Trabzonlu tiyatro severler adına şükranlarımı sunuyorum.
Gençlerimiz şiddetten uzak dursun, sanatla kucaklaşsın. Şiddet şiddeti doğurur. Sanat ufkumuzu açar. Tiyatro onları bekliyor. Trabzon Lisesi’nin gelecek vaat eden öğrencileri tiyatroyla ve genel anlamda sanatla iç içe yaşadığı için bu okulda şiddetin esamisi okunmuyor. Tarihi bir okula da zaten bu yakışır. Bunun gerçekleşmesinde okuldaki idarecilerin ve öğretmenlerin payı çok büyüktür. Hepsini kutluyorum.
yahudilerin toplumun ahlakını yozlaştırmada kullandıkları bir başka araç artık tiyatroda bile cinsellik ön planda
duygu karmaşası,bir anda birçok duygunun pekala hissedilebildiği an.öğretiyse diğer sanat dallarından 1-0 önde bence.