sahabe ne demek?önce onu öğrenelim istersen ,peygamber efendimizin sohbetinde bulunmuş kimseye sahabe denir. ikincisi hileyi meslek haline getirdiği falan yok iştigal kelimesi meslek uğraş anlamına gelir ki kullandığın kelimenin abartılı ve kasıtlı olduğunu düşünmemek elde değil. peygamber efendimize olan saygıdan dolayı biz onun sohbetinde bulunma şerefine nail olduğundan dolayı hazret diyoruz.bu şeref dahi şu zamanda yasayan kimsede sen de dahi yok. son olarak peygamber efendimizin öğüt ve nasihatleri sahabelerime dil uzatmayın notu bizim için değerli ve önemlidir.
devlet erkanının cenaze namazın da dahi bulunmasını dava konusu yapan zihniyetin tam karşısındayım.(add) köylüye efendi markasını verip ancak köylülerin şüphesiz bir şekilde itibar ve ittiba ettiği dini isslama beyni sulanmış hafızların dini diyen zihniyetin tam karşısındayım.Elhammdülillah.
Bekri Mustafa yoksul bir Mahallede bir caminin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır. Fakat namazı kıldıracak imam ortada yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır. Ve başında kavuğu sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa'yı Hoca zannederek namaz kıldırmasını söylerler.
(Yok ben Hoca değilim) desede dinlemezler, ve zorla öne geçirirler, Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına birşeyler fısıldar.
Cemaat ölüye ne söylediğini merak eder, Bekri Mustafa gülerek cevap verir. Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun, eğer orada bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa imam oldu dersin, onlar durumu anlar dedim....
özür dileyerek başlıyorum: tarihçe sabittir ki hz.Muaviye hile yapmıştır ancak sahabi olması ve peygamber efendimizin sahabelerime sebbetmeyin Yani dil uzatmayın notunu ve uyarısını 1400 yıl öncesinden bize bildirdiği için biz hazreti muaviye diyoruz .ancak ehli sünnet camilerindeki adeta ismini ve şanını ve takvasını ve şüphesiz bir şekilde üstünlüğünü tarihe altın harflerle yazdıran şahsiyetlerine bir vefa olarak ve minnet ve dualarla anılması için ALLAH CC.ve HZ.Muhammed SAV. Efendimiz dışında HAZRET-İ EBUBEKİR EFENDİMİZ,HAZRET-İ ÖMER EFENDİMİZ ,HAZRET-İ OSMAN EFENDİMİZ HAZRET-İ ALİ EFENDİMİZ HAZRET-İ HASAN EFENDİMİZ VE HAZRET-İ HÜSEYİN EFENDİLERİMİZİN İSİMLERİ TAC EDİMİŞTİR.Aklı olan anlar ki, gören gözü olan görür ki, az insafı ve vicdanı olan bilir ki; orada yani ehli sünnet camilerinin tamamında ne muaviyenin ne de bir başkasının ismi tac edilmemiştir.Siz bunu bildiğiniz ve gördüğünüz ve aklettiğiniz ve inkar edemediğiniz halde ehli sünnet düşmanlığını bırakıp musalaha etmeniz gerekmez miydi?
ola ki mecbur kaldın o sofrada bulundun diyelim, sofrayı hangi kul hangi patron veya hangi makam sahibi kurmuş olsa da öncelikle bu sofrayı bize ikram eden Allah'a sükrolsun de ki sofrayı her nasılsa kuran zat öncelikle senin Allah'ı yegane İzzet ve ikram sahibi olarak tanıdığını bildigini anlasın.Kalkarken de sofrayı hangi kişi kurmuş olursa olsun öncelikle , karnımı doyuran Allah'a sükrolsun de ki o zatı muhteremler sadece kendilerinin kul ile Allah arasında ancak bir vesile sebep olduğunu bilsinler anlasınlar.
her sofranın bedeli vardır eğer ki kurulan sofra ile halkın ekseriyetini oluşturan orta dereceli kısmının sofrası arasında büyük bir uçurum var ise ya halkından ve milletinden bihabersin yada o sofraya davet edildiğinde bir nevi kendine itibar ve şeref atfedecek kadar aptalsın.
her sofranın bedeli vardır eğer ki sofranda her şey haddinden fazla bir mükemmelliğe sahipse ve sen de o sofradaki halkın orta derecediki lerinin görmediği ve göremeyeceği nimetler ile muhatap isen ve bu durum yani halkın ekseriyeti yani orta derecedeki halk ile senin sofran arasındaki fark süreklilik arz ediyorsa ya halkın içinde dolaşmiyorsun milletinden bi habersin ve bu durum belki işine geliyordur ya da geldiğin yeri çoktan unutmuş ve şaşalı sofrandaki nimetle muhatap olunca güya şeref ve itibar sahibi olduğunu düşünecek kadar aptalsın.
her sofranın bedeli vardır eğer ki sofranda her şey haddinden fazla bir mükemmelliğe sahipse ve sen de o sofradaki halkın orta derecediki lerinin görmediği ve göremeyeceği nimetler ile muhatap isen ve bu durum yani halkın ekseriyeti yani orta derecedeki halk ile senin sofran arasındaki fark süreklilik arz ediyorsa ya halkın içinde dolaşmiyorsun milletinden bi habersin ve bu durum belki işine geliyordur ya da geldiğin yeri çoktan unutmuş ve şaşalı sofrandaki nimetle muhatap olunca güya şeref ve itibar sahibi olduğunu düşünecek kadar aptalsın.
MİLLET OLARAK KORKARIM Kİ LANETLİK BİR YERE GİDİYORUZ.İNŞALLAH GİDENLERDEN OLMAM.ANCAK BEN DE LANETLİK BİR YERE GİTTİĞİNİ GÖRDÜĞÜM MİLLETİN İÇİNDEYİM YA İLAHEL ALEMİN MİLLETİ EN AZINDAN BELLİ BİR KISMINI EN AZINAN İMAN EDENLERİ BU LANETLİKTEN KURTAR VE BİZE YARDIM ET AMİN.
Ey millet evet ben de şuan mevcut hükümete ancak ikinci turda oy verdim fikir bazında haklıydım ki: 1- osmanlı ecdatlarımıza küfreden bir zihniyete oy verecek değildim. ancak hala eleştirme hakkımın olduğunu düşünüyorum zira hükümetle aramızda koşulsuz şartsız itaat diye bir durum söz konusu değil. bir hayır derneği kurarsın ancak derneğin hayırlarının iğneden ipliğe kurşuna kadar banka hesabı bildirmek zorunluluğu olduğundan hayrın genellikle gizli yapılması efdalken sağır sultanın dahi haberi olur.belki de senin topladığın para dikkat çekecek bir boyuta ulaşırsa ahbab da veya ABB de olduğu gibi bu hayır veya iyiliği sen yapamazsın ancak ben yaparım ve istediğim gibi yaparım durumu ortada.
madem bu insanlardaki hayır ve iyilik damarını ortadan kaldıracak kadar acımasızsınız ve madem bu acımasızlığa millet olarak bizde bir nevi oy verdik destekledik hepimizde kusur mutlaka var.
zira :1 osmanlının sadece vahdettinden abdulhamitten veya bir ki padişahtan ibaret ve zaaf ve hatalarını tüm osmanlıya hakaret derecesine vardıran zihniyetten vazgeçeceksiniz. 2-vatan toprağı savunması denilerek ki;vatanın bir yere gittiği yok devletin de ancak sadece vatan aynı vatan sadece uluslararası toplumda osmanlı torunu ve türk diye bilinen milletin bir osmanlı torunu ve müslüman türk olduğuna inanabilmesi imkansıza varıyor.Dicem şu ki vatan da devlette yerinde duruyor sadece üstündekiler gavura dönmüş.
kısacası milllet biz neredeyiz ve nereye gidiyoruz vefat eden bir liderden(önemli bir lider)diyor ki devlet adamı toprağını koruması lazIm bizim için dürüst doğru olması birşey ifade etmiyor toprağı korusun yeter.Ben de diyorum ki evet toprak senin ve hatta senin nesillerinin toprağı olabilir ama kalkıp baksan ki o nesilde ahlak gitmiş neslin lezbiyen olduktan sonra top ,ibne olduktan sonra toprak senin olsa ne olur olmasa ne olur.Aslında senin toprağın ölümü aklına getirseydin en fazla iki metrelik çukurdur bunu farkettin ancak ölmeden idrak edemedin.
kısacası neredeyiz nereye gidiyoruz ....
son kez soruyorum BİZ KİMİZ ECDATIMIZ KİM KİMİN TORUNLARIYIZ OSMAN BEY DUAYLA EDEPLE İLİMLE KURDUĞU VE BİR NEVİ EDEPLE AHLAKLA KOCA BİR 500 YILA HÜKMEDEN DEVLETİN ÇEKİRDEĞİNİN NERESİNDEYİZ.
Buradaki üyeliğimi askıya almıştım da şuradan şunu demek için açtım. Başka bir siteden şiirimi çalıp erkek rumuzla gelip burada paylaşan arkadaş, bir kadının yazdığı oldukça feminen bir şiiri bir erkek olarak paylaşmak ne bileyim de neresinden tutsak bu işi bilemedim.
- Bir gün bir sabah bir akşam Bir sen değilsin dedim, İlhan Berk, kendi kendime Bir sen değilsin Ne kadar insan yaşıyorsa bu memlekette O kadarız dayanan...
Gözlerinde başlardı gece Yarım kalmış kitaplarda biterdi. Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman Kırılmış aynalardı
Susardın, durmadan susardın Ve kar yağardı
Ocak ağaran saçlarımdı Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı Ve uzaktı yaz bir anaydı Mart'ın izlerini taşırım bedenimde Aynı masalın ikizleri gibiydi günler Nisan saçlarımda ıslanırdı hep
Susardın, durmadan susardın Ve yağmurlar başlardı
Çok bekletti bizi, Hiç vaktinde gelmedi mayıs Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi Temmuz bir düştü belki
Yaraları sarar gibiydi Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi Bir gül suçüstü yakalanırdı Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı
Susardın, durmadan susardın Ve rüzgârlar başlardı
Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim Sürgünlere uğurlardık kendimizi Kalan mı bizdik, giden mi Bilinmezdi Kasım rüzgârda bir yapraktı Ve biraz ıtri Kendi sesiyle irkilirdi Aralık günlerin son neferi
Soluk bir düş geçse de Hiçbir mevsim gözlerin kadar Acımasız kullanmadı neşteri
BİR ÖMÜR YETMEZ Bahtı teninden yanık bir serencamdı Bir ömrün bana giydirdikleri Kaçamadım şerrinden şamarından feleğin Daha tüysüz bir çocukken dilim dağlandı Yasaklarla korumaya alındı bütün düşlerim
Ardımsıra kurallar devriyeler gezerdi Başım üç numara traş trahomlu gözlerim Babamın ters-yüz ceketi gibiydi hayat Acısı bol bir ağıt gibi dururdu bedenimde Ya da sokaklarıma dar gelirdi.
Parçalanmış bir aynada büyüttüm kendi kendimi Kurşun eritilirdi başımda okunmuş sular içerdim Boynumdaki muskaya havaleydi bütün hâllerim
Hem takdir hem tekdirlik bir mektepliydim on beşimde Yağmurlar ve şarkılar kardeş gibiydi Şarapla tanıştığım rüzgâra bulaştığım bir takvimdi Hepsi bir şiirin eskizleriydi belki Sonraki yaralarıma sargı bezleri
Ten çıra olmamıştı yazgım henüz bakirdi Giz yüzle tanıştı sonra boynunu sıktı muska Bir tren yolculuğunda bozdum bekâretini
Sonrası âhir zaman kahır mevsimi Yenildiğim yıllardı kapılar kilitliydi Rüzgârsız kaldım dilim paslandı otuzumda Tezgahlarda boylu boyunca ertelendim yarına Gözlerinin düsturuyla kırdım gecenin çemberini Kaç arkadaş daha silindi kütüğünden Notalara söz oldular şiirlerle kutsandı isimleri
Kırk kere bozmuştum tövbemi kırkıma geldiğimde Sığınacak bir dergâhım da yoktu üstelik Biraz daha büyütmüştüm yaramı Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri Kutlu bir mirastır elbet Bir ömür yetmez anladım Yazmak için bütün sen'leri
Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor Ya da erteletiyorum biletimi son anda Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını
...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?
Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla.
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?
Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla.
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Dünyayı değiştirme iddiasıyla yola çıkanlar, Dünya değişmiyor diye üzülmez, bilakis Dünyanın da kendilerini değiştirememesiyle gururlanırlar. Bunun bir züğürt tesellisi değil de koca bir hakikat olduğunu “zaman” herkese öğretir, geçmişte defalarca yaptığı gibi.???
bir hadisi şerifte vardır ki cehenneme iki nefes hakkı verilmiştir bunlar kış aylarının en soğuğu ile yaz aylarının en sıcağıdır.Madem ki bunu tahattur edip hatırladık bu sıcak günlerde bir nevi cehennemin nefes aldığı günlerde cehennemi hatırlatan bu günlerde cehennemi boş yere yaratmayan Allah'a istiğfar ile yönelerek hem musibetler den hem de en büyük musibet olan cehennem ateşinden Allah'a sığınmalıyız.
sahabe ne demek?önce onu öğrenelim istersen ,peygamber efendimizin sohbetinde bulunmuş kimseye sahabe denir. ikincisi hileyi meslek haline getirdiği falan yok iştigal kelimesi meslek uğraş anlamına gelir ki kullandığın kelimenin abartılı ve kasıtlı olduğunu düşünmemek elde değil.
peygamber efendimize olan saygıdan dolayı biz onun sohbetinde bulunma şerefine nail olduğundan dolayı hazret diyoruz.bu şeref dahi şu zamanda yasayan kimsede sen de dahi yok.
son olarak peygamber efendimizin öğüt ve nasihatleri sahabelerime dil uzatmayın notu bizim için değerli ve önemlidir.
Anladık boncuklu deli İbrahim’in torunusun ...
Osmanlıya hakareti meslek haline getiren zihniyetin tam karşısındayım.Elhamdülillah.
devlet erkanının cenaze namazın da dahi bulunmasını dava konusu yapan zihniyetin tam karşısındayım.(add)
köylüye efendi markasını verip ancak köylülerin şüphesiz bir şekilde itibar ve ittiba ettiği dini isslama beyni sulanmış hafızların dini diyen zihniyetin tam karşısındayım.Elhammdülillah.
Bekri Mustafa yoksul bir Mahallede bir caminin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır. Fakat namazı kıldıracak imam ortada yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır. Ve başında kavuğu sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa'yı Hoca zannederek namaz kıldırmasını söylerler.
(Yok ben Hoca değilim) desede dinlemezler, ve zorla öne geçirirler, Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına birşeyler fısıldar.
Cemaat ölüye ne söylediğini merak eder, Bekri Mustafa gülerek cevap verir. Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun, eğer orada bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa imam oldu dersin, onlar durumu anlar dedim....
özür dileyerek başlıyorum: tarihçe sabittir ki hz.Muaviye hile yapmıştır ancak sahabi olması ve peygamber efendimizin sahabelerime sebbetmeyin Yani dil uzatmayın notunu ve uyarısını 1400 yıl öncesinden bize bildirdiği için biz hazreti muaviye diyoruz .ancak ehli sünnet camilerindeki adeta ismini ve şanını ve takvasını ve şüphesiz bir şekilde üstünlüğünü tarihe altın harflerle yazdıran şahsiyetlerine bir vefa olarak ve minnet ve dualarla anılması için ALLAH CC.ve HZ.Muhammed SAV. Efendimiz dışında HAZRET-İ EBUBEKİR EFENDİMİZ,HAZRET-İ ÖMER EFENDİMİZ ,HAZRET-İ OSMAN EFENDİMİZ HAZRET-İ ALİ EFENDİMİZ HAZRET-İ HASAN EFENDİMİZ VE HAZRET-İ HÜSEYİN EFENDİLERİMİZİN İSİMLERİ TAC EDİMİŞTİR.Aklı olan anlar ki, gören gözü olan görür ki, az insafı ve vicdanı olan bilir ki; orada yani ehli sünnet camilerinin tamamında ne muaviyenin ne de bir başkasının ismi tac edilmemiştir.Siz bunu bildiğiniz ve gördüğünüz ve aklettiğiniz ve inkar edemediğiniz halde ehli sünnet düşmanlığını bırakıp musalaha etmeniz gerekmez miydi?
ola ki mecbur kaldın o sofrada bulundun diyelim, sofrayı hangi kul hangi patron veya hangi makam sahibi kurmuş olsa da öncelikle bu sofrayı bize ikram eden Allah'a sükrolsun de ki
sofrayı her nasılsa kuran zat öncelikle senin Allah'ı yegane İzzet ve ikram sahibi olarak tanıdığını bildigini anlasın.Kalkarken de sofrayı hangi kişi kurmuş olursa olsun öncelikle , karnımı doyuran Allah'a sükrolsun de ki o zatı muhteremler sadece kendilerinin kul ile Allah arasında ancak bir vesile sebep olduğunu bilsinler anlasınlar.
her sofranın bedeli vardır
eğer ki kurulan sofra ile halkın ekseriyetini oluşturan orta dereceli kısmının sofrası arasında büyük bir uçurum var ise ya halkından ve milletinden bihabersin yada o sofraya davet edildiğinde bir nevi kendine itibar ve şeref atfedecek kadar aptalsın.
her sofranın bedeli vardır eğer ki sofranda her şey haddinden fazla bir mükemmelliğe sahipse ve sen de o sofradaki halkın orta derecediki lerinin görmediği ve göremeyeceği nimetler ile muhatap isen ve bu durum yani halkın ekseriyeti yani orta derecedeki halk ile senin sofran arasındaki fark süreklilik arz ediyorsa ya halkın içinde dolaşmiyorsun milletinden bi habersin ve bu durum belki işine geliyordur ya da geldiğin yeri çoktan unutmuş ve şaşalı sofrandaki nimetle muhatap olunca güya şeref ve itibar sahibi olduğunu düşünecek kadar aptalsın.
her sofranın bedeli vardır eğer ki sofranda her şey haddinden fazla bir mükemmelliğe sahipse ve sen de o sofradaki halkın orta derecediki lerinin görmediği ve göremeyeceği nimetler ile muhatap isen ve bu durum yani halkın ekseriyeti yani orta derecedeki halk ile senin sofran arasındaki fark süreklilik arz ediyorsa ya halkın içinde dolaşmiyorsun milletinden bi habersin ve bu durum belki işine geliyordur ya da geldiğin yeri çoktan unutmuş ve şaşalı sofrandaki nimetle muhatap olunca güya şeref ve itibar sahibi olduğunu düşünecek kadar aptalsın.
MİLLET OLARAK KORKARIM Kİ LANETLİK BİR YERE GİDİYORUZ.İNŞALLAH GİDENLERDEN OLMAM.ANCAK BEN DE LANETLİK BİR YERE GİTTİĞİNİ GÖRDÜĞÜM MİLLETİN İÇİNDEYİM YA İLAHEL ALEMİN MİLLETİ EN AZINDAN BELLİ BİR KISMINI EN AZINAN İMAN EDENLERİ BU LANETLİKTEN KURTAR VE BİZE YARDIM ET AMİN.
Ey millet evet ben de şuan mevcut hükümete ancak ikinci turda oy verdim fikir bazında haklıydım ki:
1- osmanlı ecdatlarımıza küfreden bir zihniyete oy verecek değildim.
ancak hala eleştirme hakkımın olduğunu düşünüyorum zira hükümetle aramızda koşulsuz şartsız itaat diye bir durum söz konusu değil.
bir hayır derneği kurarsın ancak derneğin hayırlarının iğneden ipliğe kurşuna kadar banka hesabı bildirmek zorunluluğu olduğundan hayrın genellikle gizli yapılması efdalken sağır sultanın dahi haberi olur.belki de senin topladığın para dikkat çekecek bir boyuta ulaşırsa ahbab da veya ABB de olduğu gibi bu hayır veya iyiliği sen yapamazsın ancak ben yaparım ve istediğim gibi yaparım durumu ortada.
madem bu insanlardaki hayır ve iyilik damarını ortadan kaldıracak kadar acımasızsınız ve madem bu acımasızlığa millet olarak bizde bir nevi oy verdik destekledik hepimizde kusur mutlaka var.
zira :1
osmanlının sadece vahdettinden abdulhamitten veya bir ki padişahtan ibaret ve zaaf ve hatalarını tüm osmanlıya hakaret derecesine vardıran zihniyetten vazgeçeceksiniz.
2-vatan toprağı savunması denilerek ki;vatanın bir yere gittiği yok devletin de ancak sadece vatan aynı vatan sadece uluslararası toplumda osmanlı torunu ve türk diye bilinen milletin bir osmanlı torunu ve müslüman türk olduğuna inanabilmesi imkansıza varıyor.Dicem şu ki vatan da devlette yerinde duruyor sadece üstündekiler gavura dönmüş.
kısacası milllet biz neredeyiz ve nereye gidiyoruz
vefat eden bir liderden(önemli bir lider)diyor ki devlet adamı toprağını koruması lazIm bizim için dürüst doğru olması birşey ifade etmiyor toprağı korusun yeter.Ben de diyorum ki evet toprak senin ve hatta senin nesillerinin toprağı olabilir ama kalkıp baksan ki o nesilde ahlak gitmiş neslin lezbiyen olduktan sonra top ,ibne olduktan sonra toprak senin olsa ne olur olmasa ne olur.Aslında senin toprağın ölümü aklına getirseydin en fazla iki metrelik çukurdur bunu farkettin ancak ölmeden idrak edemedin.
kısacası neredeyiz nereye gidiyoruz ....
son kez soruyorum BİZ KİMİZ ECDATIMIZ KİM KİMİN TORUNLARIYIZ OSMAN BEY DUAYLA EDEPLE İLİMLE KURDUĞU VE BİR NEVİ EDEPLE AHLAKLA KOCA BİR 500 YILA HÜKMEDEN DEVLETİN ÇEKİRDEĞİNİN NERESİNDEYİZ.
Teşekkürler Maria ,
iş güç koşturmaca devam hayata işte.
Kendine iyi davran.
güldük geçtik işte neyse . İyiyim mersi sen nasılsın Artaç?
Selam Maria ,
İyi günler nasılsın?
O ezikler ve hırsızlar hep var oldu
O da ayrı bir tür herhalde.:-)
Buradaki üyeliğimi askıya almıştım da şuradan şunu demek için açtım. Başka bir siteden şiirimi çalıp erkek rumuzla gelip burada paylaşan arkadaş, bir kadının yazdığı oldukça feminen bir şiiri bir erkek olarak paylaşmak ne bileyim de neresinden tutsak bu işi bilemedim.
ahahhahah
Taklitler aslını yaşatır yahu
Ne zavallılık.
:))
- Bir gün bir sabah bir akşam
Bir sen değilsin dedim, İlhan Berk, kendi kendime
Bir sen değilsin
Ne kadar insan yaşıyorsa bu memlekette
O kadarız dayanan...
Günaydın bu yaz gününde herkese sağlıklı güzel haftalar olsun
Susardın ve kar yağardı
Gözlerinde başlardı gece
Yarım kalmış kitaplarda biterdi.
Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman
Kırılmış aynalardı
Susardın, durmadan susardın
Ve kar yağardı
Ocak ağaran saçlarımdı
Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı
Ve uzaktı yaz bir anaydı
Mart'ın izlerini taşırım bedenimde
Aynı masalın ikizleri gibiydi günler
Nisan saçlarımda ıslanırdı hep
Susardın, durmadan susardın
Ve yağmurlar başlardı
Çok bekletti bizi,
Hiç vaktinde gelmedi mayıs
Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi
Temmuz bir düştü belki
Yaraları sarar gibiydi
Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi
Bir gül suçüstü yakalanırdı
Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı
Susardın, durmadan susardın
Ve rüzgârlar başlardı
Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim
Sürgünlere uğurlardık kendimizi
Kalan mı bizdik, giden mi
Bilinmezdi
Kasım rüzgârda bir yapraktı
Ve biraz ıtri
Kendi sesiyle irkilirdi
Aralık günlerin son neferi
Soluk bir düş geçse de
Hiçbir mevsim gözlerin kadar
Acımasız kullanmadı neşteri
Susardın ve kar yağardı
BİR ÖMÜR YETMEZ
Bahtı teninden yanık bir serencamdı
Bir ömrün bana giydirdikleri
Kaçamadım şerrinden şamarından feleğin
Daha tüysüz bir çocukken dilim dağlandı
Yasaklarla korumaya alındı bütün düşlerim
Ardımsıra kurallar devriyeler gezerdi
Başım üç numara traş trahomlu gözlerim
Babamın ters-yüz ceketi gibiydi hayat
Acısı bol bir ağıt gibi dururdu bedenimde
Ya da sokaklarıma dar gelirdi.
Parçalanmış bir aynada büyüttüm kendi kendimi
Kurşun eritilirdi başımda okunmuş sular içerdim
Boynumdaki muskaya havaleydi bütün hâllerim
Hem takdir hem tekdirlik bir mektepliydim on beşimde
Yağmurlar ve şarkılar kardeş gibiydi
Şarapla tanıştığım rüzgâra bulaştığım bir takvimdi
Hepsi bir şiirin eskizleriydi belki
Sonraki yaralarıma sargı bezleri
Ten çıra olmamıştı yazgım henüz bakirdi
Giz yüzle tanıştı sonra boynunu sıktı muska
Bir tren yolculuğunda bozdum bekâretini
Sonrası âhir zaman kahır mevsimi
Yenildiğim yıllardı kapılar kilitliydi
Rüzgârsız kaldım dilim paslandı otuzumda
Tezgahlarda boylu boyunca ertelendim yarına
Gözlerinin düsturuyla kırdım gecenin çemberini
Kaç arkadaş daha silindi kütüğünden
Notalara söz oldular şiirlerle kutsandı isimleri
Kırk kere bozmuştum tövbemi kırkıma geldiğimde
Sığınacak bir dergâhım da yoktu üstelik
Biraz daha büyütmüştüm yaramı
Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri
Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir
Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri
Kutlu bir mirastır elbet
Bir ömür yetmez anladım
Yazmak için bütün sen'leri
Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda
Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık
Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını
ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI
...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?
Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI
...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?
Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?
Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?
Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.
Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?
Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?
Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?
Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.
Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.
Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...
Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?
Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?
Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?
Maria Puder,
nerlerdesin? kaç zamandır yoksun?
Dünyayı değiştirme iddiasıyla yola çıkanlar, Dünya değişmiyor diye üzülmez, bilakis Dünyanın da kendilerini değiştirememesiyle gururlanırlar. Bunun bir züğürt tesellisi değil de koca bir hakikat olduğunu “zaman” herkese öğretir, geçmişte defalarca yaptığı gibi.???
bir hadisi şerifte vardır ki cehenneme iki nefes hakkı verilmiştir bunlar kış aylarının en soğuğu ile yaz aylarının en sıcağıdır.Madem ki bunu tahattur edip hatırladık bu sıcak günlerde bir nevi cehennemin nefes aldığı günlerde cehennemi hatırlatan bu günlerde cehennemi boş yere yaratmayan Allah'a istiğfar ile yönelerek hem musibetler den hem de en büyük musibet olan cehennem ateşinden Allah'a sığınmalıyız.