-Pirinçte yaşanan krizin mercimekte de yaşanacağı söyleniyor...
-Bu bir bütündür tarımda... Yani mercimekte de mesela işte yok... Mercimek olmayacak, almış başını gidiyor... Yani şimdi hangi birinin neyini ödeyeceksin sen burada? Normal olarak hepsi bir bütün... Yani pirince zam geldi, bulgura geldi de mercimeğe gelmedi mi? Fasulyeye, nohuta gelmedi mi? Baklagiller... Yani tarımı bir bütün olarak değerlendirmeli... İlk önce üretim ihtiyaçlarını kapatacaksınız ve üretim anlamındaki o boşlukları dolduracaksınız... Ondan sonra siz piyasayı düzenleyici bir rolde doğru dürüst yöneteceksiniz... Yani üretimde zafiyet, yönetimde zafiyet... İkisini birleştirdiğin zaman zaten ortaya olumsuz bir tablo çıkıyor...
-Amerika'da bile krizin çıkacağı özellikle yazılmış... Krizi biz Amerika'daki bir gazeteden duyuyoruz... Diyor ki bir analist 'Türkiye'deki kırmızı mercimek ve mercimekte kriz çıkacak'.
-Çıkmaz olur mu? Yüzde yüz çıkacak çünkü bir üretim boşluğu, üretim azlığı varsa bu her yerden patlayacak demektir... Bunun patlamaması mümkün değil... Bu sırf mercimekte değil, mısırda da aynı şey yaşanacak gelecekte... Mısırı da ithal ediyorsunuz... Tutuyorsunuz geçen senenin fiyatının üçte birini veriyorsunuz... Destek primi için...Sanki 'ne ithal edelim? ' der gibi... Böyle bir şey olabilir mi? Hangi birinin tedbirini alacaksın hangi birini ithal edeceksin?
...
-Üretime değil de ithalata yöneltiyor...
-Yani üretime sırtını çevirmş, bir gayesi olmayan tamamen bağımlı, gayri ulusal, bu noktada iddiasını yitirmiş, üretimden vazgeçmiş, bağımlı bir strateji bu...
...
-Bir de şunu sormak istiyorum sayın başkan... Üretemeyen, ürettiği elinde kalan, ciddi ekonomik krizler yaşayan, elindeki tarım arazilerini bir şekilde satarak hayatını idame ettirmek zorunda kalıyor çiftçiler... Siyasi oyunlarla veya dile getirildiği vakit de özellikle komplo teorisi olarak herkesin yaftalamaya kalkıştığı bir durum... Doğu ve özellikle GAP bölgesinde İsraillilerin toprak, arazi aldıkları söyleniyor... Bu hususta sizin bir müşahedeniz veya söyleyeceğiniz bir şey var mı?
-Evet o konuda tabi söyleniyor, yeni bir şey değil o... Türkiye'de sürekli tartışılan ve değerlendirilen bir konu... Tabi GAP o anlamda çok stratejik bir şeydir... GAP'ı bu yönde değerlendirmek lazım... GAP bölgesinin yabancıların eline geçmesi ve Türkiye'nin bunu bir avantaj olarak kullanılmasından öte bir zafiyet olarak öne çıkartılması bizi zararla karşı karşıya getirmektedir ve ben bunu doğru bulmuyorum... GAP Türkiye'nin bir 'kurtuluş'u olarak değerlendirildiği için bunu doğru bulmuyorum... Bu noktada yabancıların mülk alması, veya uluslararası şirketlerin, tekellerin arazi alıp o bölgeye yerleştirilmesi, tarım plantasyonu anlamında oraları parsellemesi gibi bir anlayış, bizim ulusal anlamda hem güvenliğimizi hem de çıkarımızı zedeliyor tabi...
...
-Genel anlamda her alanda üretemeyen tüketen bir toplum... Parası olmayan bir toplum... Ama buna mukabil ilginç bir şekilde özellikle büyük şehirlerde hemen her gün açılan çok büyük alışveriş merkezleri... Kredi kartı müptelası, geleceğini ipoteğe veren sürekli tüketen bir toplum... Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
...
-Son günlerde ulusalcı kesimde AB eksenli tartışmalar yaşanmakta... İşte bizim 'vatansevmez liberal çapulcular' dediğimiz insanlar, 'Avrupa Birliği'ne girdiğimiz zaman Avrupa standartlarında bir hayat yaşayacağız' diyorlar... Ama konuştuğumuzda görüyoruz ki, Türkiye'de tarım sektörünün bu kadar zafiyete uğraması başlangıçta 'Gümrük Birliği'ne girmemiz... Hangisi doğru, yaşanılan şey sizin söylediklerinizi doğru çıkartıyor... AB'ye dair neler söyleyeceksiniz?
-Avrupa Birliği'ne girmeden Gümrük Birliği'ne girmek intihar... Yani Türkiye'ye bir şey katmadı ki... Türkiye'de çok ciddi kaygı var... AB'ye girmeden Gümrük Birliği'ne giren bizden başka ülke var mı? Bu kadar saçmalık olur mu? Sen AB'ye dair Gümrük Birliği anlaşmasına imza atıp o koşullara evet diyorsun... Elindeki silahı veriyorsun sen... Böyle bir şey olmaz... Bu çok ciddi bir hatadır... Hem ekonomik hem de siyasi anlamda doğru bir yaklaşım değil o...
-Bundan bir yıl önce Ankara Ticaret Odası Başkanı Sayın Sinan Aygün'ün bir açıklaması olmuştu... 'Gayr-ı Safi Milli Hasıla'yı 'Gayr-i Milli Hasıla' olarak ifade etmiş ve Başbakan'ın tepkisini çekmişti... Bu söylemi nasıl değerlendireceksiniz?
-Bunu yıllardır biz de söylüyoruz... İşimiz zor... Bunlar toplumun isteğiyle olur... Toplumsal anlamda, demokratik talep, hak arama mücadelesinden geçer... Demokratik yollarla sürece böyle bakmak lazım... Türkiye'deki süreci iyi göremiyorum... Nereye gidiyoruz bilemiyoruz... Her şey halkla olur... Toplumsal anlamdaki duyarlılıkla olur... Bu duyarlılığı ben yeterli görmüyorum ona üzülüyorum...
-Kısa ve orta vadede bir kurtuluş görüyor musunuz?
'...AKP-Yargı savaşında AKP'li Mehmet A. Şahin, 'Hakimlere zam yaptık, ona göre davransınlar! ' yollu bir açıklama yaptı, daha sonra geri adım atıp, 'yanlış anlaşıldım' dedi... Mir Dengir Mehmet Fırat, milli iradeye ram olunması gerektiğini söyledi... Hani şu makarnadan milli irade...'
'...Avar, Gülçin Günay'a verdiği röportajda, programlarına yabancı elçilikler düzeyinde müdahele edildiğini, yabancı elçilerin isteğiyle programlarının yayından kaldırıldığını ve Türkiye'yi büyükelçiliklerin yönettiğini söylüyor... Avar: 'Yayınlanmayan programınız var mı? ' sorusuna şöyle cevap veriyor: 'Var... Ya da geceyarısı bir kez yayınlanmış sonra yok edilmiş... Mesela Gürcistan, mesela Portekiz, mesela Vatikan... Vatikan Büyükelçisi geliyor... Şikayet ediyor... Programı kaldırıyorlar... İsrail Büyükelçisi, iki kez müdahele etti... İsveç büyükelçisini biliyorsunuz... Türkiye'yi adeta büyükelçiler idare ediyor...'
İngiliz Dışişleri Bakanı Miliband'ın, 'Kraliçe'nin ziyareti ilişkileri geliştirecek' dediği bu ziyaretin, İstiklal Savaşı'nda sembolik manası olan 19 Mayıs 1919'un yıldönümüne denk getirilmesinde saklı maksatları, 'Demokratikleştirerek sömürgeleşen' Türkiye'deki sömürgeleşmiş kurum ve kuruluşların ziyaretlerinden ve bu ziyaretlerde yapılan konuşmalardan süzebilirsiniz...
Yani demeleri o ki, 'Siz Ulusal Egemenlik Bayramı'ndan, Kurtuluş Savaşı'ndan bahsededurun! Biz aslında işgalimizi gerçekleştirdik! '
...
İşgal basını ise şöyle yazıyordu:
'Elizabeth'in Türkiye'den ayrılması ile birlikte başlayan ve üç gün süren partide askerler her gece farklı tarzda eğlence düzenlediler... Kimi zaman dansöz kılığına giren, kimi zaman da kim daha çabuk sarhoş olacağı yönünde iddiaya giren askerler alkolün dozunu kaçırınca anadan doğma soyundular... Zil zurna sarhoş olan Elizabeth'in askerleri eğlencenin dozunu iyice aşıp hemcinsleriyle öpüşüp, erotik danslar sergilediler... Alkolün su gibi aktığı partiye, gemide görevli yaklaşık 100 kadar donanma askeri katıldı... Rütbeli, rütbesiz demeden herkesin kafayı bulduğu partide şekilden şekle giren İngiliz askerleri Türk dansözlerinin piste çıkması ile daha da coştu...'
Bakan Çelik, 'yapacak bir şey yok, ölenler ölecek! ' diyor gayet pişkince...
Öyle ya insanların ölmesi önemli değil, önemli olan patronların para kazanmaya devam etmeleri, verilen siparişlerin zamanında yetişmesi... Patronlar para kazanmaya devam ettikçe, ölenlerin kıymeti harbiyesi mi olurmuş... Yok insanca işmiş, güvenli çalışmaymış; bunlar maliyeti artırır ve patronlar para kazanamaz, mesele anlaşıldı mı?
Ali Babacan denen bir diğer küreselci askeri, Afganistan'a asker göndereceklerini söylerken, Egemen Bağış denen küresel pazarlamacı (!) , Amerikan gazetelerinden birine yazdığı bir yazıda, Türk halkının Amerika'ya olan sevgisinin her geçen gün arttığı palavrasını sıkarken, İran'a kötü gözle bakıldığını söylüyor... Kısacası demek istiyor ki, 'Ey Amerika, ey yeryüzü tanrısı, sen emret, iste, bırak Afganistan'ı, İran'la bile savaşmak için emrine amadeyiz! '
Hayatını Amerika'ya gelen Türk heyetlerini striptiz barlara götürerek kazanırken AKP'ye millletvekili yapılan bu pazarlamacı, Mehmetçiği Amerika'ya pazarlayabileceğini zannediyor...
İdraklerin iğdiş edilmesinin en önemli amili malum: Harf devrimi... Zaten ayırıcı çizginin, kırılma noktasının tarihi de bu; harf devriminin tarihi...
Bu devrim, alfabenin değişmesinden ibaret olmayıp bütün bir geçmişin, binlerce yıllık bir hafızanın silinmesi manasına gelir ki, insanımız bu devrimle birlikte köksüz bir sürü haline gelmiş ve yine bu devrimle birlikte bütün anlam haritası tarumar olmuş, 100 kelimeden ibaret bir 'hazne' ile kainatı okur, anlar, anlamdırır hale gelmiştir... Varılan bu netice, düşülen bu durum, sadece bizim coğrafyamızla kaim olmayıp çok daha alemşümul bir karakterlidir ve bilme faaliyeti ile direkt alakalıdır...
'...işte, gerek AB ve gerekse ABD olsun; müstemleke olarak gördükleri TC'nin ceza kanunları buradaki köpeklerini de dişlemeye başlayınca, bizzat kendi emirleriyle kanunlaşmış bu hükümlerin değiştirilmesi için fırça üzerine fırça çekerler... Oliver Rehn'in son 'İçişlerinize karışırız' fırçası gibi... Bu Batıcı düzende, hainliği hırsızlığı onlar yapar, onların bu denaetlerine karşı suçlamada bulunduğunuzda ise, kanunlar onları değil bizi yargılar... Onlara dokunmaya başladığında ise, Türkiye'nin ilk hayali ihracatçısı ve kameraya kaydedilmiş görüntüleriyle kendi bankasını soyan eski cumhurbaşkanı Morrison Süleyman Demirel'in yeğeni Yahya Demirel olayında olduğu gibi, çuvallar dolusu dosya, ne hikmetse Yargıtay'da kaybedilir ve zaman aşımı dolduktan sonra bulunur...'
'...1993-1997 yılları arasında ABD Ankara Büyükelçiliği'nde CIA ajanı personele danışmanlık ve yeminli çevirmenlik görevinde bulunan, 2000-2007 yılları arasında yönettiği portföy değeri 1.8 trilyon dolar olan Merrill Lynch şirketinin Türkiye, Yunanistan, Mısır, İsrail yani Akdeniz Bölge Sorumlusu iken 2001 krizinin çıkması için 10 Milyar Dolar sıcak paranın Türkiye'yi bir gecede terk etmesi işlemini yürüten, Batman'da bilgisayar bayiliği yapan amcasının torununu Ziraat Bankası'na danışman yapan, İngiliz ve maalesef Türk yurttaşı olan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı...'
28 Şubat, kendi içinde çok yiyenler-az yiyenler kutuplaşmasını-hesaplaşmasını beraberinde getirdi ve çok yiyenler tayfası, kendilerini sağlama almak için AB'ne sığındılar ve 'Ne isterseniz vermeye hazırız, yeter ki bizi koruyun! ' dediler... (Turgut Yılmaz'ın Ankara'nın göbeğindeki evinin kapısına dayanan jandarmaları ve Mesut'un da buna karşılık hükümeti bozma restini hatırlayınız... Bu çerçevede jandarmanın şehir merkezinde operasyon yetkisinin olup olmadığı tartışmalarıyla, demokratik nizamlarda böyle hukuksuzluk yer olmaması gerektiğine dair yapılan vurgular da es geçilmemeli... Jandarma'nın Mesut Yılmaz aleyhine sızdırdığı yolsuzluk belgelerini TV programında yayınlayan Uğur Dündar'ın sonraki programına çıkan Mesut Yılmaz'ın Dündar'ı nasıl itin şeyine sokup çıkardığı ve buna mukabil baklavacılar karşısında aslan kesilen Dündar'ın nasıl itleştiği de hafızlardaki yerini koruyor... Ve Dündar'ın o programından sonra uzun müddet TV ekranlarından uzaklaşmak mecburiyetinde kalışı da...)
Bu, 'ben az yedim, sen çok yedin' kavgası, Mesut Yılmaz gibilerin kurtuluşlarını Avrupa'nın kucağına kalkmamacasına oturmakta bulmaları ve bir anda demokratikleşme havarisi kesilmeleri karşısında, demokrasiyi çiğneyen kaka çocukların Susurluk'ta bir kamyona toslamasıyla iş farklı bir boyut daha kazandı... Gladyo-Ergenekon uzantılarının bir kısmı tasfiye edilirken, diğer yandan Avrupa'nın koruması altına girdiklerinden az yiyenlerin diş geçiremediği liberallere karşı az yiyenler de kendilerini Ulusalcı kanatta bulmaya başladılar...
Soğuk Savaş atmosferinde milliyetçi motiflerle motive edilen Ergenekon yapılanması içerisindeki bazı unsurlar, bu süreçte daha da keskinleşerek, iyiden iyiye Amerikan aleyhtarı bir görüntü arzetmeye başladılar... Bu yapı kendisine ideolojik altyapı üretmeye de başladı... Hüseyin Kıvrıkoğlu, kendilerine İslam'a dayanmayan bir vatan anlayışı lazım olduğunu beyan etnekteydi... Şamanizm ve Kuantum'dan destek alma babında, Alev Alatlı 'Şirödinger'in Kedisi'ni ortaya attıysa da ne kadar fayda verdi, şimdilik meçhulümüz... Perinçek, daha çok işin 'aksiyon' kısmında liderliği ile öne çıktı... İlhan Selçuk, İslam düşmanlığı noktasında, Amerika'nın AKP'ye oynamasından rahatsızlığını, 'Amerika kendi ayağına kurşun sıkıyor! ' diyerek dile getirirken, asıl gayesinin emperyalizm değil, din düşmanlığı olduğunu ortaya koymaktaydı... Burada, karşımızda çok yamalı ve çok dalgalı, ideolojik bütünlüğe ermemiş, hadiselerin tabi seyri içerisinde, alakasız vasıtalar sebebiyle birbirine eklemlenerek büyümüş bir yapıdan söz etmek mümkün... Tetikçisi, generali, doçenti, askeri, parti lideri şusu ve busu ile Amerika'ya karşı olmak iddiasındaki bir yapı... Ortak paydaları da bu iddiaları...
Amerika'ya karşı olmak ya da sadece din bulaşığı olduğu için AKP'ye karşı olmak veya her ikisi de beraber... Bu karışık ilişki yumağı içerisinde işin içine illegal uzantı olarak Ergenekon'dan parçaların dahil olması...
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk 'Türkiye'nin içişleri, Türkiye katılım sürecindeyken Avrupa'nın politikaları anlamına geliyor, bu yüzden biz Avrupa politikacılar bunlara müdahale etmek zorundayız' dedi... Avrupalılar, Türk'ü aşağılayıcı bu tür ifadeleri, Başbakan Tayyip Erdoğan ve dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün 29 Ekim 2004'de İtalya'nın başkenti Roma'da, Türk (İslam) düşmanı Papa X. Innocenizo'nun heykeli önünde AB Anayasası'na attığı imzadan beri kıvırmadan söylüyor... Diplomatik dil ve nezaket kuralı o yemeklerde çoktan sindirildi...
Kemal Tahir hem Marx ve Engels'in doğu toplumlarıyla ilgili görüşlerini hem de Cumhuriyet dönemi resmi ideolojilerinin dışında kalan Ömer Lütfi Berkan, Mustafa Akdağ, Halil İnalcık, Niyazi Berkes, Şerif Mardin gibi bilim adamlarının eserlerini titizlikle inceleyip araştırdıktan sonra vardığı sonuca göre; Osmanlı-Türk toplumu, Marksizm'in, toplumların sosyo-ekonomik süreçte birbirini izleyen zorunlu aşamalar olarak gördüğü 'ilkel topluluk/kölecilik/feodalite/kapitalizm' şablonuna uymadığını görmüştü... Osmanlı-Türk toplumunun kendi kültürel ve sosyal yapısından kaynaklanan çok daha özel bir gelişme süreci, dinamikleri ve yapısal farklılıkları vardı... Bu sebeple de, batılılaşma süreci, gerekli altyapısı olmayan bir topluma, soyut ve şekli/biçimsel bir üstyapı getirme çabasından başka bir şey değildi... Köklü bir ekonomik ve toplumsal devrim yapılmadan başlatılan tepeden inme uygulamalar taklitçilikten öte bir anlam ifade etmiyordu...
AKP'li Murat Mercan başkanlığında İsrail'e giden 'dostluk' heyeti, kelimenin tam anlamıyla, yahudiye dost, müslüman Filistinlilere düşman olduklarını apaçık ortaya koydular... Murat Mercan denen AKP'li yahudisever şey, Kassam roketlerine atıfta bulunarak, 'Her gün roket saldırılarıyla, sivil halkın karşı karşıya kaldığı sıkıntı varsa, bunu iyi anlamak gerekir' diyerek, terörist (!) Filistin zulmü altında inim inim inleyen gariban yahudilere gözyaşı döktü...
Toprak Mahsulleri Ofisi'nin (TMO) krize neden olan çeltik satışından en büyük payı, şaibeli mısır ithalatında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlu Abdullah Unakıtan ile birlikte hareket eden Akel Şirketler Grubu'na verdiği ortaya çıktı...
TMO'nun satış yaptığı dönemde çeltikten üretilen pirinç fiyatları yüzde 58 artınca, Akel TMO'nun satışından büyük kar elde etti...
1930'lu yılların Türkiyesi'nin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü...
Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda (!) 75000 lira gibi büyük paralar ödenerek heykel yaptırıldığını...
...
Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç'teki türbesini Ulu Hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile döşettiğini...
Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasbedilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını...
...
Yükseliş dönemimizin ruhunu yansıtan mütevazi Topkapı Sarayına karşılık, yıkılışımızı remzeden Versay taklidi Dolmabahçe Sarayı'nın Avrupa'dan borç alınan para ile, 9 ton altın ve 41 ton gümüş kullanılarak inşa edildiğini...
'...bugüne kadar İncirlik'te konuşlandırılan binlerce Yanki'nin Adana halkına ve TSK subaylarına karşı işledikleri suçların, hakaretlerin, aşağılamaların bir teki dahi cezalandırılmamıştır... 1998'de dört Amerikan askeri bir Türk askerini döverek yaraladıktan sonra üzerindeki paraları gasbettiklerinde de, hiçbir cezai işleme tabi tutulmadılar... Ya da 2004 yılında Amerikan askerleri Adana merkezinde araçlarıyla çarparak iki kişinin ölümüne neden olduklarında da... Bu tür örnekler TSK ve hükümetler tarafından gizlense de, yansıyanlar dahi, oligarşik devletin uşaklıkta sınır tanımazlığını anlatmaya yeterlidir... Örneğin, Ceyhan'da sarhoş Abd askerleri tarlada çalışan kadınlara tacizde bulunur, müdahele eden dört kişiyi öldürürler... Hiçbir kanuni işlem yapılmaz ve olay örtbas edilerek katiller ülkelerine yollanır... Aynı devletin, 12 Eylül döneminde meşru hakkını kullanarak dört Amerikan askerini cezalandıran iki devrimciye idam cezası verdiği düşünüldüğünde, faşist devletin misyonunun halkı işgalcilerden değil, işgalciyi halktan korumak olduğu görülecektir...'
Bu ekolojik felaketin çapını, Ömer Madra şöyle ifade ediyor: 'Bundan 10 yıl kadar önce küresel kuraklığın 2070 yılında yaşanacağı söyleniyordu... Sonra bu tarih 2040 yılına, daha sonra 2017 yılına ve nihayet 2012 yılına çekildi'
Kısacası, dünya önümüzdeki üç beş yıl içerisinde büyük bir yıkımla karşı karşıya... Bu yıkımın adı da 'ekmek' olacak... Çünkü, başta ABD, Kanada, Avustralya, Ukrayna, Rusya gibi büyük miktarda buğday hasadı yapan ülkeler, yaşanmakta olan kuraklık sebebiyle, 'kriz stokları'nı eritmeye başlamış haldeler...
...
İçlerinde bulundukları siyasi ve ekonomik çöküntü ve hayat tarzları sebebiyle bu krizden en çok etkilenecek ülkeler, başta ABD, Batı Avrupa ülkeleri ve Türkiye olacak... Batı insanının, pik yapmış hedonist-hazcı hayat tarzı neticesi, en ufak bir gelir kaybı veya istenmeyen bir durumda çılgınlaştığı ve yağma,talana geçtiği -hele ABD'de- aşikar... ABD zaten içinde bulunduğu çılgınca tüketim-bol para-işsizlik-morgıç-Irak-Afganistan zayiatları türünden buhranlar sebebiyle kafayı yemek üzere... Buna bir de, 'ekmek' davası dahil edilirse, bakın netice, Rahmi Koç'un ifadesiyle nerelere varır:
'Amerika, 'interneti kapatıyorum' dese dünya durur... GSM onun attığı uydular sayesinde çalışıyor... Avrupalılar kendi İnternet ve GSM ağlarını kurmaya çalıştılar ama başarılı olamadılar.'
Sanmayın ki, ABD bu hallere düşmez! Bunca sistemi işletebilmek için devasa bir 'bol maaşlı' uzmanlar çalıştırıyor... Bu uzmanlara ve bu pahalı 'sayısal işletim' sistemlerinin giderlerini karşılayacak parayı bulamadığı an -ki oldukça yakın bir vade- siz seyredin gümbürtüyü... Yani, internete giremediğiniz ve cep telefonunuzu atmak zorunda kaldığınızda anlarsınız felaketin çapını... Sadece bu kadar mı?
Bütün bu iletişim ve medya sistemi üzerine kurulmuş sömürü sistemi, kendisiyle birlikte dünyayı da peşinden sürükleyecek...
Demem o ki, artık hiç kimse yaşanacak bir kriz esnasında, ABD'den yardım ummasın! Zaten onlar da bunu açık açık ifade ediyor... ABD'de durum o kadar vahim ki, ABD Dışişleri Bakanlığı, başta Türkiye olmak üzere dünya genelindeki büyükelçilik çalışanlarının işine son vermeye başladı, sabit telefonlardan cep telefonunu aramayı yasakladı, su ve elektrik ödeneklerini asgariye indirdi... Dışişleri ABD'nin can damarıdır...
ABD bu şekilde çöker mi? Bu sualin cevabı için Sayın Alev Alatlı'nın Rusya'yı anlattığı ve bugünlerde üçüncü cildi yayınlanan 'Gogol'un İzinde' isimli eseri okumanız yeterli... Orada geniş bir zirai ülke olan Rusya'nın nasıl milyonlarca ton patates ve hububatı tarlalarda çürümeye terk edip, milyonlarca insanını açlık tehlikesiyle baş başa bırakarak, devasa bir devletin bir anda nasıl çöktüğünü görürsünüz... Üstelik Rusya'nın başında şimdi yaşadığımız gibi küresel bir kuraklık ve kıtlık belası da yoktu...
Türkiye, son beş yılda, seksen yıldakinin iki katı borçlanarak 450 milyar dolarlık iç ve dış borcunun ana para ve faizi olmak üzere, bu yıl tam 140 milyar dolar ödeme yapacak...
Buna ilaveten tam 45 milyar doları bulacak cari açığını da bir şekilde finanse etmek sorunda... Milletimiz, bankalara 100 milyar dolar borç takmış, yetmeyip çevresinden aldığı yardımla geçinmeye başlamış... Bankalara borçlanarak aldığı evler ve arabalara da bankalar geri el koymaya başlamış... İşsizlik istatistiklere sığmazken, devlet kağıt üzerinde bol keseden zenginlik dağıtıyor...
Halk, pazarda karşılaştığı yükselen fiyatlarla, resmi enflasyon rakamları arasında şaşkın... Ancak devlet dört sene içerisinde tedavüldeki en büyük banknotun değerini dört kat artırmış... 2005 yılında en büyük banknotun değeri 20 YTL iken, 100 YTL tedavüle çıkartıldı... Önümüzdeki yıl ise 200 YTL tedavüle çıkartılacak... Ama her nasılsa enflasyon yükselmemiş olacak (!)
Cezaevleri kapasitelerini üç kat aşmış olup, yeni açılacak ve devasa masraf gerektiren cezaevleri daha açılmadan kapasiteleri dolmuş olacak... (Avrupa'da bir rekor)
İç ve dış borçları 450 milyar dolar ve dolara en yüksek faizi veren (yıllık yüzde 29) bir ülke... Borsanın yüzde 75'i yabancıların elinde... Bir milyon dolar getiren bir yabancı, bir yıl içinde 1.5 milyon doları cebine koyup gidebiliyor... Yani böyle büyük bir soygun var... İç siyaseti AB, ekonomisi ABD, dış politikası ABD artı İsrail'in hakimiyeti altında olan, oligarkların, yaşanmakta olan hızlı kaos sebebiyle hangi ülkeye hizmet etmeye karar vermekte zorlandığı bir ülke...
'...Türkiye'deki 300 aileden oluşan emperyalizmin işbirlikçisi sömürgeci kesime yalakalık eden MÜSİAD tipi imansız işadamları ve TÜSİAD ihanet derneğinden, milyar dolarlık servete ulaşan 13 yeni hırsız türedi... Geçtiğimiz yıl bu rakam 23 iken bu 13 yeni hırsızın katılımıyla, milyar dolarlık serveti aşan hırsız sayısı 36 oldu... Hatırlatmakta fayda var, milli geliri 7 trilyon dolarla dünyada 2. büyük kapitalist ekonomiye sahip Japonya'da milyar dolarlık servete sahip işadamı sayısı 30'un altında... Fransa'da 25, Hollanda'da sadece 4 kişi...
'...ekonomi bu kadar sallantıda iken, bankaların karlarında patlama yaşandı... 2007 yılında banka karları toplamda 10 milyar doları geçti... Bu 2006 yılına nisbetle %100 artış demektir... Bankalar bu karı hazine bonosu, devlet tahlili ve ucuz döviz trafiğinden elde etti...'
Emperyalistler, Anadolu Savaşı boyu Kuvayi Milliyecilere, doğrudan doğruya hiçbir zorluk çıkarmamışlar, hatta bu takımı para bakımından, silah bakımından desteklemişlerdir... Fransızlar, Fransızlara sövmemek şartıyla Sivas Kongresi'nin kurulup başarıya ulaştırılmasından yanaydılar... İtalyanlar, Anadolu çetelerini Yunanlılara karşı açıktan desteklemişler, İngilizler İstanbul'u sıkboğaz ederek -hele Millet Meclisi'ni basmak suretiyle -Padişah- Halife'yi soluk alamaz hale getirmek ve Ankara'ya bir de Millet Meclisi ikram ederek, durumu meşrulaştırmanın yolunu bulmuşlardır... Bu arada, federasyon teklif eden Suriye'yi Mustafa Kemal - Faysal Anlaşması, Misak-ı Milli dışında bırakıyor, Fransızlara bir sömürge hediye etmiş oluyor, bu arada Sivas Kongresi'nde sadece Padişah'ın lafını edip Halife'den söz açmıyordu... İngiliz- Kuvayi Milliye anlaşmasının iki temel dayanağı ve şartı vardı: Birisi Osmanlılıktan - Osmanlı mirasından vazgeçmek, öteik halifeliği tamamen bırakmak...
...
Bütün bu işlerin gürültüsüz, patırtısız çevrilmesi için ilk iş olarak, İhaneti Vataniye kanunu çıkarılmış, İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur...
'...bu sadece ilaç sektöründe değil tarımda da aynı... İthal tohumlarla ve gübrelerle ektiğimiz topraklarımızda eski verimler alınmadığı gibi aynı tohumdan başkasını ektiğinizde ise hiçbir verim alamıyorsunuz... İsrail'den alınan domates tohumları bunun en güzel örneği... Ham ve ara madde yönünden tamamen dışa bağımlı olan ülkemizde kullanılan fosforlu gübrelerin toksin metal içerikleri tarım ürünleri tarafından alınmasıyla besin zincirine girmesi ya da topraktan yıkanarak su ortamına ulaşmasının sağlık açısından risklerini ise her gün yaşamaktayız...'
'...ABD Dışişleri Bakanlığı yıllık uyuşturucu kaçakçılığı, kara para ve mali suçlarla mücadele raporunda, Türkiye'nin uyuşturucu ticaretinde merkez olduğu vurgulanarak, Güneybatı Asya'dan Batı Avrupa'ya yapılan uyuşturucu ticaretinde Türkiye'nin geçiş noktası olduğu ifade edildi...
Raporun mali suçlara ilişkin bölümünde, Türkiye'de 2005 verilerine göre ekonominin yüzde 40 ila 50'sinin kayıt dışı olduğu belirtildi...'
'...İtalya Napoli'deki NATO üssü İzmir Urla'ya taşınıyor! 4000 Amerikan askeri Urla'da ev tutmaya başladı bile... Tehlikeli kısım bir havaalanı inşaatının da Mordoğan'da başlamış olması... Adana İncirlik üssü İran ve/veya Suriye atış menzilinde olduğu için ana hava üssü İzmir olacak... Amerikayla ilişkiler kemale ererken, Tayyip boğazdaki 5 villasına 5 tane daha katar artık...'
...
-Pirinçte yaşanan krizin mercimekte de yaşanacağı söyleniyor...
-Bu bir bütündür tarımda... Yani mercimekte de mesela işte yok... Mercimek olmayacak, almış başını gidiyor... Yani şimdi hangi birinin neyini ödeyeceksin sen burada? Normal olarak hepsi bir bütün... Yani pirince zam geldi, bulgura geldi de mercimeğe gelmedi mi? Fasulyeye, nohuta gelmedi mi? Baklagiller... Yani tarımı bir bütün olarak değerlendirmeli... İlk önce üretim ihtiyaçlarını kapatacaksınız ve üretim anlamındaki o boşlukları dolduracaksınız... Ondan sonra siz piyasayı düzenleyici bir rolde doğru dürüst yöneteceksiniz... Yani üretimde zafiyet, yönetimde zafiyet... İkisini birleştirdiğin zaman zaten ortaya olumsuz bir tablo çıkıyor...
-Amerika'da bile krizin çıkacağı özellikle yazılmış... Krizi biz Amerika'daki bir gazeteden duyuyoruz... Diyor ki bir analist 'Türkiye'deki kırmızı mercimek ve mercimekte kriz çıkacak'.
-Çıkmaz olur mu? Yüzde yüz çıkacak çünkü bir üretim boşluğu, üretim azlığı varsa bu her yerden patlayacak demektir... Bunun patlamaması mümkün değil... Bu sırf mercimekte değil, mısırda da aynı şey yaşanacak gelecekte... Mısırı da ithal ediyorsunuz... Tutuyorsunuz geçen senenin fiyatının üçte birini veriyorsunuz... Destek primi için...Sanki 'ne ithal edelim? ' der gibi... Böyle bir şey olabilir mi? Hangi birinin tedbirini alacaksın hangi birini ithal edeceksin?
...
-Üretime değil de ithalata yöneltiyor...
-Yani üretime sırtını çevirmş, bir gayesi olmayan tamamen bağımlı, gayri ulusal, bu noktada iddiasını yitirmiş, üretimden vazgeçmiş, bağımlı bir strateji bu...
...
-Bir de şunu sormak istiyorum sayın başkan... Üretemeyen, ürettiği elinde kalan, ciddi ekonomik krizler yaşayan, elindeki tarım arazilerini bir şekilde satarak hayatını idame ettirmek zorunda kalıyor çiftçiler... Siyasi oyunlarla veya dile getirildiği vakit de özellikle komplo teorisi olarak herkesin yaftalamaya kalkıştığı bir durum... Doğu ve özellikle GAP bölgesinde İsraillilerin toprak, arazi aldıkları söyleniyor... Bu hususta sizin bir müşahedeniz veya söyleyeceğiniz bir şey var mı?
-Evet o konuda tabi söyleniyor, yeni bir şey değil o... Türkiye'de sürekli tartışılan ve değerlendirilen bir konu... Tabi GAP o anlamda çok stratejik bir şeydir... GAP'ı bu yönde değerlendirmek lazım... GAP bölgesinin yabancıların eline geçmesi ve Türkiye'nin bunu bir avantaj olarak kullanılmasından öte bir zafiyet olarak öne çıkartılması bizi zararla karşı karşıya getirmektedir ve ben bunu doğru bulmuyorum... GAP Türkiye'nin bir 'kurtuluş'u olarak değerlendirildiği için bunu doğru bulmuyorum... Bu noktada yabancıların mülk alması, veya uluslararası şirketlerin, tekellerin arazi alıp o bölgeye yerleştirilmesi, tarım plantasyonu anlamında oraları parsellemesi gibi bir anlayış, bizim ulusal anlamda hem güvenliğimizi hem de çıkarımızı zedeliyor tabi...
...
-Genel anlamda her alanda üretemeyen tüketen bir toplum... Parası olmayan bir toplum... Ama buna mukabil ilginç bir şekilde özellikle büyük şehirlerde hemen her gün açılan çok büyük alışveriş merkezleri... Kredi kartı müptelası, geleceğini ipoteğe veren sürekli tüketen bir toplum... Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
...
-Son günlerde ulusalcı kesimde AB eksenli tartışmalar yaşanmakta... İşte bizim 'vatansevmez liberal çapulcular' dediğimiz insanlar, 'Avrupa Birliği'ne girdiğimiz zaman Avrupa standartlarında bir hayat yaşayacağız' diyorlar... Ama konuştuğumuzda görüyoruz ki, Türkiye'de tarım sektörünün bu kadar zafiyete uğraması başlangıçta 'Gümrük Birliği'ne girmemiz... Hangisi doğru, yaşanılan şey sizin söylediklerinizi doğru çıkartıyor... AB'ye dair neler söyleyeceksiniz?
-Avrupa Birliği'ne girmeden Gümrük Birliği'ne girmek intihar... Yani Türkiye'ye bir şey katmadı ki... Türkiye'de çok ciddi kaygı var... AB'ye girmeden Gümrük Birliği'ne giren bizden başka ülke var mı? Bu kadar saçmalık olur mu? Sen AB'ye dair Gümrük Birliği anlaşmasına imza atıp o koşullara evet diyorsun... Elindeki silahı veriyorsun sen... Böyle bir şey olmaz... Bu çok ciddi bir hatadır... Hem ekonomik hem de siyasi anlamda doğru bir yaklaşım değil o...
-Bundan bir yıl önce Ankara Ticaret Odası Başkanı Sayın Sinan Aygün'ün bir açıklaması olmuştu... 'Gayr-ı Safi Milli Hasıla'yı 'Gayr-i Milli Hasıla' olarak ifade etmiş ve Başbakan'ın tepkisini çekmişti... Bu söylemi nasıl değerlendireceksiniz?
-Bunu yıllardır biz de söylüyoruz... İşimiz zor... Bunlar toplumun isteğiyle olur... Toplumsal anlamda, demokratik talep, hak arama mücadelesinden geçer... Demokratik yollarla sürece böyle bakmak lazım... Türkiye'deki süreci iyi göremiyorum... Nereye gidiyoruz bilemiyoruz... Her şey halkla olur... Toplumsal anlamdaki duyarlılıkla olur... Bu duyarlılığı ben yeterli görmüyorum ona üzülüyorum...
-Kısa ve orta vadede bir kurtuluş görüyor musunuz?
-Görmüyorum...
'...AKP-Yargı savaşında AKP'li Mehmet A. Şahin, 'Hakimlere zam yaptık, ona göre davransınlar! ' yollu bir açıklama yaptı, daha sonra geri adım atıp, 'yanlış anlaşıldım' dedi... Mir Dengir Mehmet Fırat, milli iradeye ram olunması gerektiğini söyledi... Hani şu makarnadan milli irade...'
'...Avar, Gülçin Günay'a verdiği röportajda, programlarına yabancı elçilikler düzeyinde müdahele edildiğini, yabancı elçilerin isteğiyle programlarının yayından kaldırıldığını ve Türkiye'yi büyükelçiliklerin yönettiğini söylüyor... Avar: 'Yayınlanmayan programınız var mı? ' sorusuna şöyle cevap veriyor: 'Var... Ya da geceyarısı bir kez yayınlanmış sonra yok edilmiş... Mesela Gürcistan, mesela Portekiz, mesela Vatikan... Vatikan Büyükelçisi geliyor... Şikayet ediyor... Programı kaldırıyorlar... İsrail Büyükelçisi, iki kez müdahele etti... İsveç büyükelçisini biliyorsunuz... Türkiye'yi adeta büyükelçiler idare ediyor...'
...
İngiliz Dışişleri Bakanı Miliband'ın, 'Kraliçe'nin ziyareti ilişkileri geliştirecek' dediği bu ziyaretin, İstiklal Savaşı'nda sembolik manası olan 19 Mayıs 1919'un yıldönümüne denk getirilmesinde saklı maksatları, 'Demokratikleştirerek sömürgeleşen' Türkiye'deki sömürgeleşmiş kurum ve kuruluşların ziyaretlerinden ve bu ziyaretlerde yapılan konuşmalardan süzebilirsiniz...
Yani demeleri o ki, 'Siz Ulusal Egemenlik Bayramı'ndan, Kurtuluş Savaşı'ndan bahsededurun! Biz aslında işgalimizi gerçekleştirdik! '
...
İşgal basını ise şöyle yazıyordu:
'Elizabeth'in Türkiye'den ayrılması ile birlikte başlayan ve üç gün süren partide askerler her gece farklı tarzda eğlence düzenlediler... Kimi zaman dansöz kılığına giren, kimi zaman da kim daha çabuk sarhoş olacağı yönünde iddiaya giren askerler alkolün dozunu kaçırınca anadan doğma soyundular... Zil zurna sarhoş olan Elizabeth'in askerleri eğlencenin dozunu iyice aşıp hemcinsleriyle öpüşüp, erotik danslar sergilediler... Alkolün su gibi aktığı partiye, gemide görevli yaklaşık 100 kadar donanma askeri katıldı... Rütbeli, rütbesiz demeden herkesin kafayı bulduğu partide şekilden şekle giren İngiliz askerleri Türk dansözlerinin piste çıkması ile daha da coştu...'
...
Tersane Katliamı Devam Ediyor!
...
Bakan Çelik, 'yapacak bir şey yok, ölenler ölecek! ' diyor gayet pişkince...
Öyle ya insanların ölmesi önemli değil, önemli olan patronların para kazanmaya devam etmeleri, verilen siparişlerin zamanında yetişmesi... Patronlar para kazanmaya devam ettikçe, ölenlerin kıymeti harbiyesi mi olurmuş... Yok insanca işmiş, güvenli çalışmaymış; bunlar maliyeti artırır ve patronlar para kazanamaz, mesele anlaşıldı mı?
...
...
Ali Babacan denen bir diğer küreselci askeri, Afganistan'a asker göndereceklerini söylerken, Egemen Bağış denen küresel pazarlamacı (!) , Amerikan gazetelerinden birine yazdığı bir yazıda, Türk halkının Amerika'ya olan sevgisinin her geçen gün arttığı palavrasını sıkarken, İran'a kötü gözle bakıldığını söylüyor... Kısacası demek istiyor ki, 'Ey Amerika, ey yeryüzü tanrısı, sen emret, iste, bırak Afganistan'ı, İran'la bile savaşmak için emrine amadeyiz! '
Hayatını Amerika'ya gelen Türk heyetlerini striptiz barlara götürerek kazanırken AKP'ye millletvekili yapılan bu pazarlamacı, Mehmetçiği Amerika'ya pazarlayabileceğini zannediyor...
...
...
İdraklerin iğdiş edilmesinin en önemli amili malum: Harf devrimi... Zaten ayırıcı çizginin, kırılma noktasının tarihi de bu; harf devriminin tarihi...
Bu devrim, alfabenin değişmesinden ibaret olmayıp bütün bir geçmişin, binlerce yıllık bir hafızanın silinmesi manasına gelir ki, insanımız bu devrimle birlikte köksüz bir sürü haline gelmiş ve yine bu devrimle birlikte bütün anlam haritası tarumar olmuş, 100 kelimeden ibaret bir 'hazne' ile kainatı okur, anlar, anlamdırır hale gelmiştir... Varılan bu netice, düşülen bu durum, sadece bizim coğrafyamızla kaim olmayıp çok daha alemşümul bir karakterlidir ve bilme faaliyeti ile direkt alakalıdır...
...
'...işte, gerek AB ve gerekse ABD olsun; müstemleke olarak gördükleri TC'nin ceza kanunları buradaki köpeklerini de dişlemeye başlayınca, bizzat kendi emirleriyle kanunlaşmış bu hükümlerin değiştirilmesi için fırça üzerine fırça çekerler... Oliver Rehn'in son 'İçişlerinize karışırız' fırçası gibi... Bu Batıcı düzende, hainliği hırsızlığı onlar yapar, onların bu denaetlerine karşı suçlamada bulunduğunuzda ise, kanunlar onları değil bizi yargılar... Onlara dokunmaya başladığında ise, Türkiye'nin ilk hayali ihracatçısı ve kameraya kaydedilmiş görüntüleriyle kendi bankasını soyan eski cumhurbaşkanı Morrison Süleyman Demirel'in yeğeni Yahya Demirel olayında olduğu gibi, çuvallar dolusu dosya, ne hikmetse Yargıtay'da kaybedilir ve zaman aşımı dolduktan sonra bulunur...'
'...1993-1997 yılları arasında ABD Ankara Büyükelçiliği'nde CIA ajanı personele danışmanlık ve yeminli çevirmenlik görevinde bulunan, 2000-2007 yılları arasında yönettiği portföy değeri 1.8 trilyon dolar olan Merrill Lynch şirketinin Türkiye, Yunanistan, Mısır, İsrail yani Akdeniz Bölge Sorumlusu iken 2001 krizinin çıkması için 10 Milyar Dolar sıcak paranın Türkiye'yi bir gecede terk etmesi işlemini yürüten, Batman'da bilgisayar bayiliği yapan amcasının torununu Ziraat Bankası'na danışman yapan, İngiliz ve maalesef Türk yurttaşı olan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı...'
...
28 Şubat, kendi içinde çok yiyenler-az yiyenler kutuplaşmasını-hesaplaşmasını beraberinde getirdi ve çok yiyenler tayfası, kendilerini sağlama almak için AB'ne sığındılar ve 'Ne isterseniz vermeye hazırız, yeter ki bizi koruyun! ' dediler... (Turgut Yılmaz'ın Ankara'nın göbeğindeki evinin kapısına dayanan jandarmaları ve Mesut'un da buna karşılık hükümeti bozma restini hatırlayınız... Bu çerçevede jandarmanın şehir merkezinde operasyon yetkisinin olup olmadığı tartışmalarıyla, demokratik nizamlarda böyle hukuksuzluk yer olmaması gerektiğine dair yapılan vurgular da es geçilmemeli... Jandarma'nın Mesut Yılmaz aleyhine sızdırdığı yolsuzluk belgelerini TV programında yayınlayan Uğur Dündar'ın sonraki programına çıkan Mesut Yılmaz'ın Dündar'ı nasıl itin şeyine sokup çıkardığı ve buna mukabil baklavacılar karşısında aslan kesilen Dündar'ın nasıl itleştiği de hafızlardaki yerini koruyor... Ve Dündar'ın o programından sonra uzun müddet TV ekranlarından uzaklaşmak mecburiyetinde kalışı da...)
Bu, 'ben az yedim, sen çok yedin' kavgası, Mesut Yılmaz gibilerin kurtuluşlarını Avrupa'nın kucağına kalkmamacasına oturmakta bulmaları ve bir anda demokratikleşme havarisi kesilmeleri karşısında, demokrasiyi çiğneyen kaka çocukların Susurluk'ta bir kamyona toslamasıyla iş farklı bir boyut daha kazandı... Gladyo-Ergenekon uzantılarının bir kısmı tasfiye edilirken, diğer yandan Avrupa'nın koruması altına girdiklerinden az yiyenlerin diş geçiremediği liberallere karşı az yiyenler de kendilerini Ulusalcı kanatta bulmaya başladılar...
Soğuk Savaş atmosferinde milliyetçi motiflerle motive edilen Ergenekon yapılanması içerisindeki bazı unsurlar, bu süreçte daha da keskinleşerek, iyiden iyiye Amerikan aleyhtarı bir görüntü arzetmeye başladılar... Bu yapı kendisine ideolojik altyapı üretmeye de başladı... Hüseyin Kıvrıkoğlu, kendilerine İslam'a dayanmayan bir vatan anlayışı lazım olduğunu beyan etnekteydi... Şamanizm ve Kuantum'dan destek alma babında, Alev Alatlı 'Şirödinger'in Kedisi'ni ortaya attıysa da ne kadar fayda verdi, şimdilik meçhulümüz... Perinçek, daha çok işin 'aksiyon' kısmında liderliği ile öne çıktı... İlhan Selçuk, İslam düşmanlığı noktasında, Amerika'nın AKP'ye oynamasından rahatsızlığını, 'Amerika kendi ayağına kurşun sıkıyor! ' diyerek dile getirirken, asıl gayesinin emperyalizm değil, din düşmanlığı olduğunu ortaya koymaktaydı... Burada, karşımızda çok yamalı ve çok dalgalı, ideolojik bütünlüğe ermemiş, hadiselerin tabi seyri içerisinde, alakasız vasıtalar sebebiyle birbirine eklemlenerek büyümüş bir yapıdan söz etmek mümkün... Tetikçisi, generali, doçenti, askeri, parti lideri şusu ve busu ile Amerika'ya karşı olmak iddiasındaki bir yapı... Ortak paydaları da bu iddiaları...
Amerika'ya karşı olmak ya da sadece din bulaşığı olduğu için AKP'ye karşı olmak veya her ikisi de beraber... Bu karışık ilişki yumağı içerisinde işin içine illegal uzantı olarak Ergenekon'dan parçaların dahil olması...
...
...
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk 'Türkiye'nin içişleri, Türkiye katılım sürecindeyken Avrupa'nın politikaları anlamına geliyor, bu yüzden biz Avrupa politikacılar bunlara müdahale etmek zorundayız' dedi... Avrupalılar, Türk'ü aşağılayıcı bu tür ifadeleri, Başbakan Tayyip Erdoğan ve dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün 29 Ekim 2004'de İtalya'nın başkenti Roma'da, Türk (İslam) düşmanı Papa X. Innocenizo'nun heykeli önünde AB Anayasası'na attığı imzadan beri kıvırmadan söylüyor... Diplomatik dil ve nezaket kuralı o yemeklerde çoktan sindirildi...
...
'Awake' (2007)
Joby Harold
...
Kemal Tahir hem Marx ve Engels'in doğu toplumlarıyla ilgili görüşlerini hem de Cumhuriyet dönemi resmi ideolojilerinin dışında kalan Ömer Lütfi Berkan, Mustafa Akdağ, Halil İnalcık, Niyazi Berkes, Şerif Mardin gibi bilim adamlarının eserlerini titizlikle inceleyip araştırdıktan sonra vardığı sonuca göre; Osmanlı-Türk toplumu, Marksizm'in, toplumların sosyo-ekonomik süreçte birbirini izleyen zorunlu aşamalar olarak gördüğü 'ilkel topluluk/kölecilik/feodalite/kapitalizm' şablonuna uymadığını görmüştü... Osmanlı-Türk toplumunun kendi kültürel ve sosyal yapısından kaynaklanan çok daha özel bir gelişme süreci, dinamikleri ve yapısal farklılıkları vardı... Bu sebeple de, batılılaşma süreci, gerekli altyapısı olmayan bir topluma, soyut ve şekli/biçimsel bir üstyapı getirme çabasından başka bir şey değildi... Köklü bir ekonomik ve toplumsal devrim yapılmadan başlatılan tepeden inme uygulamalar taklitçilikten öte bir anlam ifade etmiyordu...
...
...
AKP'li Murat Mercan başkanlığında İsrail'e giden 'dostluk' heyeti, kelimenin tam anlamıyla, yahudiye dost, müslüman Filistinlilere düşman olduklarını apaçık ortaya koydular... Murat Mercan denen AKP'li yahudisever şey, Kassam roketlerine atıfta bulunarak, 'Her gün roket saldırılarıyla, sivil halkın karşı karşıya kaldığı sıkıntı varsa, bunu iyi anlamak gerekir' diyerek, terörist (!) Filistin zulmü altında inim inim inleyen gariban yahudilere gözyaşı döktü...
...
...
Toprak Mahsulleri Ofisi'nin (TMO) krize neden olan çeltik satışından en büyük payı, şaibeli mısır ithalatında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın oğlu Abdullah Unakıtan ile birlikte hareket eden Akel Şirketler Grubu'na verdiği ortaya çıktı...
TMO'nun satış yaptığı dönemde çeltikten üretilen pirinç fiyatları yüzde 58 artınca, Akel TMO'nun satışından büyük kar elde etti...
...
...
1930'lu yılların Türkiyesi'nin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü...
Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda (!) 75000 lira gibi büyük paralar ödenerek heykel yaptırıldığını...
...
Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç'teki türbesini Ulu Hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile döşettiğini...
Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasbedilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını...
...
Yükseliş dönemimizin ruhunu yansıtan mütevazi Topkapı Sarayına karşılık, yıkılışımızı remzeden Versay taklidi Dolmabahçe Sarayı'nın Avrupa'dan borç alınan para ile, 9 ton altın ve 41 ton gümüş kullanılarak inşa edildiğini...
...
Biliyor muydunuz?
'...bugüne kadar İncirlik'te konuşlandırılan binlerce Yanki'nin Adana halkına ve TSK subaylarına karşı işledikleri suçların, hakaretlerin, aşağılamaların bir teki dahi cezalandırılmamıştır... 1998'de dört Amerikan askeri bir Türk askerini döverek yaraladıktan sonra üzerindeki paraları gasbettiklerinde de, hiçbir cezai işleme tabi tutulmadılar... Ya da 2004 yılında Amerikan askerleri Adana merkezinde araçlarıyla çarparak iki kişinin ölümüne neden olduklarında da... Bu tür örnekler TSK ve hükümetler tarafından gizlense de, yansıyanlar dahi, oligarşik devletin uşaklıkta sınır tanımazlığını anlatmaya yeterlidir... Örneğin, Ceyhan'da sarhoş Abd askerleri tarlada çalışan kadınlara tacizde bulunur, müdahele eden dört kişiyi öldürürler... Hiçbir kanuni işlem yapılmaz ve olay örtbas edilerek katiller ülkelerine yollanır... Aynı devletin, 12 Eylül döneminde meşru hakkını kullanarak dört Amerikan askerini cezalandıran iki devrimciye idam cezası verdiği düşünüldüğünde, faşist devletin misyonunun halkı işgalcilerden değil, işgalciyi halktan korumak olduğu görülecektir...'
...
Bu ekolojik felaketin çapını, Ömer Madra şöyle ifade ediyor: 'Bundan 10 yıl kadar önce küresel kuraklığın 2070 yılında yaşanacağı söyleniyordu... Sonra bu tarih 2040 yılına, daha sonra 2017 yılına ve nihayet 2012 yılına çekildi'
Kısacası, dünya önümüzdeki üç beş yıl içerisinde büyük bir yıkımla karşı karşıya... Bu yıkımın adı da 'ekmek' olacak... Çünkü, başta ABD, Kanada, Avustralya, Ukrayna, Rusya gibi büyük miktarda buğday hasadı yapan ülkeler, yaşanmakta olan kuraklık sebebiyle, 'kriz stokları'nı eritmeye başlamış haldeler...
...
İçlerinde bulundukları siyasi ve ekonomik çöküntü ve hayat tarzları sebebiyle bu krizden en çok etkilenecek ülkeler, başta ABD, Batı Avrupa ülkeleri ve Türkiye olacak... Batı insanının, pik yapmış hedonist-hazcı hayat tarzı neticesi, en ufak bir gelir kaybı veya istenmeyen bir durumda çılgınlaştığı ve yağma,talana geçtiği -hele ABD'de- aşikar... ABD zaten içinde bulunduğu çılgınca tüketim-bol para-işsizlik-morgıç-Irak-Afganistan zayiatları türünden buhranlar sebebiyle kafayı yemek üzere... Buna bir de, 'ekmek' davası dahil edilirse, bakın netice, Rahmi Koç'un ifadesiyle nerelere varır:
'Amerika, 'interneti kapatıyorum' dese dünya durur... GSM onun attığı uydular sayesinde çalışıyor... Avrupalılar kendi İnternet ve GSM ağlarını kurmaya çalıştılar ama başarılı olamadılar.'
Sanmayın ki, ABD bu hallere düşmez! Bunca sistemi işletebilmek için devasa bir 'bol maaşlı' uzmanlar çalıştırıyor... Bu uzmanlara ve bu pahalı 'sayısal işletim' sistemlerinin giderlerini karşılayacak parayı bulamadığı an -ki oldukça yakın bir vade- siz seyredin gümbürtüyü... Yani, internete giremediğiniz ve cep telefonunuzu atmak zorunda kaldığınızda anlarsınız felaketin çapını... Sadece bu kadar mı?
Bütün bu iletişim ve medya sistemi üzerine kurulmuş sömürü sistemi, kendisiyle birlikte dünyayı da peşinden sürükleyecek...
Demem o ki, artık hiç kimse yaşanacak bir kriz esnasında, ABD'den yardım ummasın! Zaten onlar da bunu açık açık ifade ediyor... ABD'de durum o kadar vahim ki, ABD Dışişleri Bakanlığı, başta Türkiye olmak üzere dünya genelindeki büyükelçilik çalışanlarının işine son vermeye başladı, sabit telefonlardan cep telefonunu aramayı yasakladı, su ve elektrik ödeneklerini asgariye indirdi... Dışişleri ABD'nin can damarıdır...
ABD bu şekilde çöker mi? Bu sualin cevabı için Sayın Alev Alatlı'nın Rusya'yı anlattığı ve bugünlerde üçüncü cildi yayınlanan 'Gogol'un İzinde' isimli eseri okumanız yeterli... Orada geniş bir zirai ülke olan Rusya'nın nasıl milyonlarca ton patates ve hububatı tarlalarda çürümeye terk edip, milyonlarca insanını açlık tehlikesiyle baş başa bırakarak, devasa bir devletin bir anda nasıl çöktüğünü görürsünüz... Üstelik Rusya'nın başında şimdi yaşadığımız gibi küresel bir kuraklık ve kıtlık belası da yoktu...
Türkiye, son beş yılda, seksen yıldakinin iki katı borçlanarak 450 milyar dolarlık iç ve dış borcunun ana para ve faizi olmak üzere, bu yıl tam 140 milyar dolar ödeme yapacak...
Buna ilaveten tam 45 milyar doları bulacak cari açığını da bir şekilde finanse etmek sorunda... Milletimiz, bankalara 100 milyar dolar borç takmış, yetmeyip çevresinden aldığı yardımla geçinmeye başlamış... Bankalara borçlanarak aldığı evler ve arabalara da bankalar geri el koymaya başlamış... İşsizlik istatistiklere sığmazken, devlet kağıt üzerinde bol keseden zenginlik dağıtıyor...
Halk, pazarda karşılaştığı yükselen fiyatlarla, resmi enflasyon rakamları arasında şaşkın... Ancak devlet dört sene içerisinde tedavüldeki en büyük banknotun değerini dört kat artırmış... 2005 yılında en büyük banknotun değeri 20 YTL iken, 100 YTL tedavüle çıkartıldı... Önümüzdeki yıl ise 200 YTL tedavüle çıkartılacak... Ama her nasılsa enflasyon yükselmemiş olacak (!)
Cezaevleri kapasitelerini üç kat aşmış olup, yeni açılacak ve devasa masraf gerektiren cezaevleri daha açılmadan kapasiteleri dolmuş olacak... (Avrupa'da bir rekor)
İç ve dış borçları 450 milyar dolar ve dolara en yüksek faizi veren (yıllık yüzde 29) bir ülke... Borsanın yüzde 75'i yabancıların elinde... Bir milyon dolar getiren bir yabancı, bir yıl içinde 1.5 milyon doları cebine koyup gidebiliyor... Yani böyle büyük bir soygun var... İç siyaseti AB, ekonomisi ABD, dış politikası ABD artı İsrail'in hakimiyeti altında olan, oligarkların, yaşanmakta olan hızlı kaos sebebiyle hangi ülkeye hizmet etmeye karar vermekte zorlandığı bir ülke...
...
'...Türkiye'deki 300 aileden oluşan emperyalizmin işbirlikçisi sömürgeci kesime yalakalık eden MÜSİAD tipi imansız işadamları ve TÜSİAD ihanet derneğinden, milyar dolarlık servete ulaşan 13 yeni hırsız türedi... Geçtiğimiz yıl bu rakam 23 iken bu 13 yeni hırsızın katılımıyla, milyar dolarlık serveti aşan hırsız sayısı 36 oldu... Hatırlatmakta fayda var, milli geliri 7 trilyon dolarla dünyada 2. büyük kapitalist ekonomiye sahip Japonya'da milyar dolarlık servete sahip işadamı sayısı 30'un altında... Fransa'da 25, Hollanda'da sadece 4 kişi...
Düşünün artık hırsızlığın çapını...'
'...ekonomi bu kadar sallantıda iken, bankaların karlarında patlama yaşandı... 2007 yılında banka karları toplamda 10 milyar doları geçti... Bu 2006 yılına nisbetle %100 artış demektir... Bankalar bu karı hazine bonosu, devlet tahlili ve ucuz döviz trafiğinden elde etti...'
biz bu yaşa kadar geceden sabaha çok şeyin değiştiğini gördük..
...
Emperyalistler, Anadolu Savaşı boyu Kuvayi Milliyecilere, doğrudan doğruya hiçbir zorluk çıkarmamışlar, hatta bu takımı para bakımından, silah bakımından desteklemişlerdir... Fransızlar, Fransızlara sövmemek şartıyla Sivas Kongresi'nin kurulup başarıya ulaştırılmasından yanaydılar... İtalyanlar, Anadolu çetelerini Yunanlılara karşı açıktan desteklemişler, İngilizler İstanbul'u sıkboğaz ederek -hele Millet Meclisi'ni basmak suretiyle -Padişah- Halife'yi soluk alamaz hale getirmek ve Ankara'ya bir de Millet Meclisi ikram ederek, durumu meşrulaştırmanın yolunu bulmuşlardır... Bu arada, federasyon teklif eden Suriye'yi Mustafa Kemal - Faysal Anlaşması, Misak-ı Milli dışında bırakıyor, Fransızlara bir sömürge hediye etmiş oluyor, bu arada Sivas Kongresi'nde sadece Padişah'ın lafını edip Halife'den söz açmıyordu... İngiliz- Kuvayi Milliye anlaşmasının iki temel dayanağı ve şartı vardı: Birisi Osmanlılıktan - Osmanlı mirasından vazgeçmek, öteik halifeliği tamamen bırakmak...
...
Bütün bu işlerin gürültüsüz, patırtısız çevrilmesi için ilk iş olarak, İhaneti Vataniye kanunu çıkarılmış, İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur...
...
Kemal Tahir, Notlat/Çöküntü, sh.282-283
'...bu sadece ilaç sektöründe değil tarımda da aynı... İthal tohumlarla ve gübrelerle ektiğimiz topraklarımızda eski verimler alınmadığı gibi aynı tohumdan başkasını ektiğinizde ise hiçbir verim alamıyorsunuz... İsrail'den alınan domates tohumları bunun en güzel örneği... Ham ve ara madde yönünden tamamen dışa bağımlı olan ülkemizde kullanılan fosforlu gübrelerin toksin metal içerikleri tarım ürünleri tarafından alınmasıyla besin zincirine girmesi ya da topraktan yıkanarak su ortamına ulaşmasının sağlık açısından risklerini ise her gün yaşamaktayız...'
her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir kenarda kalacaktır..
yırtık büyüdükten sonra yama vurması güç olur..
devlet adil olduğu sürece güçlüdür..
sürüden ayrılanı kurt kapar,ayrılmayanı da keserler....anlaşılacağı üzere iki ucu çoklu denklem..
'...ABD Dışişleri Bakanlığı yıllık uyuşturucu kaçakçılığı, kara para ve mali suçlarla mücadele raporunda, Türkiye'nin uyuşturucu ticaretinde merkez olduğu vurgulanarak, Güneybatı Asya'dan Batı Avrupa'ya yapılan uyuşturucu ticaretinde Türkiye'nin geçiş noktası olduğu ifade edildi...
Raporun mali suçlara ilişkin bölümünde, Türkiye'de 2005 verilerine göre ekonominin yüzde 40 ila 50'sinin kayıt dışı olduğu belirtildi...'
'...İtalya Napoli'deki NATO üssü İzmir Urla'ya taşınıyor! 4000 Amerikan askeri Urla'da ev tutmaya başladı bile... Tehlikeli kısım bir havaalanı inşaatının da Mordoğan'da başlamış olması... Adana İncirlik üssü İran ve/veya Suriye atış menzilinde olduğu için ana hava üssü İzmir olacak... Amerikayla ilişkiler kemale ererken, Tayyip boğazdaki 5 villasına 5 tane daha katar artık...'
gerçe hükümdarlar yağmalandıkça çoğalır..