resmi tarih yalanların ıbelgelerle çürüten fikret baskaya'nın paradiganın iflası kitabini okumadan geçmisten günümüze tarihi ve siyasi olayları anlamanız olanaksızdır.bu kitapta tarihsel olarak bildiklerinizin aslında bilmedikleriniz olduğunu anlayacaksınız.
paradigma, belirli bir bilimsel ekolün temsilcilerinde görülen düşünsel ve davranışsal ortaklıklardır. paradigma, üstü örtülü şartlanmalar ve geçmişten gelen tecrübeler ile bir resmi, bir durumu görme tarzıdır. paradigma, “bilim adamının incelediği konuya ve olaylara bakarken kullandığı gözlük” metaforuyla da tanımlanabilir.
Paradigmayı çok farklı tarif edenlerimiz oluyor. Kısaca açıklamak gerekirse; değişmeyen kurallarımızın bütününe Paradigma deniyor. Genelde bu kurallarımızıda kötü yönlü olanlar olarak ayırt edebiliriz.
Bir paradigma yazılı veya yazılı olmayan bir kural ve düzenlemeler bütünüdür. Paradigma kayması, yeni bir oyuna değişim, yeni bir dizi kurallara geçiştir. Kurallar değişince, bütün dünya değişebilir.. Bir paradigma kayınca, herkes tekrar sıfıra geri döner. Bir yabancı, dışarıdan bakan.. Geçerli olan paradigmayı hiç anlamayan birisi.. Ama kim..? Matematikçiler...? Bilim adamları...? İş adamları...? Yöneticiler...? LİDERLER?
Yönetici Mevcut bir paradigma içinde yönetir.
Lider Bir paradigmadan bir diğerine götürür.
DEMEK İŞİNDEKİ BÜTÜN SORUNLARIN KENDİLİĞİNDEN ORTADAN YOK OLMALARINI İSTİYORSUN. BELLİKİ BU KONUYU YENİDEN DÜŞÜNMEN GEREKİYOR. SORUNLAR BİTİNCE FIRSATLARDA BİTER. SENİN İŞE ALINMANIN NEDENİ SORUNLARI ÇÖZMEKTİ.
PARADİGMALARIN İNSAN HAYATINDA VE TOPLUMSAL YAŞAMDA YERİ VE ÖNEMİ
Bugün sosyal bilimlerde kullandığımız kavramların önemli bir kısmı, 'içerisi' ile 'dışarısı' arasında yapılan ayırım etrafında şekillenmekte ve kavramsal algılarımızın sınrlarını oluşturmaktadır. Buna paradigma denmektedir. Paradigma insanın dünyayı algılamak için kabul ettiği doğrular sistematiğidir. Paradigmalarımız bakış açımızı ve bunun sonucunda ortaya çıkan davranış biçimlerimizi yönetir. Bu yüzden de,bu doğrular sistematiğinde oluşturulan paradigmalar kişiden kişiye ve toplumdan topluma farklılıklar göstermektedir. Her hangi bir konu üzerinde çok çeşitli yorumların oluşması, kavramsal algılarımızın (paradigmalarımızın) birbirinden çok farklı olmasından kaynaklanmaktadır.
Gümümüz insanının algılamaları (paradigmaları) , içinde bulunduğumuz çağla birlikte aynı paralellikte gelişmiyor. İnsan beyninin akademik ağitimle birlikte en üst saviyeye çikabileceğini biliyoruz. Bilimsel gelişmeler ve bunun doğrultusunda ortaya çıkan teknolojik gelişmeler bize bunu ispatlıyor.Bununla beraber kişilerin sosyal bilincini aynı şekilde yukarı çekmenin mümkün olmadığını,akademik eğitimle birlikte, toplumun kendi içinde oluşturduğu yaşam öğretilerini de (toplumsal değerleri, ahlaki değerleri, dini değerleri) kişilere doğru bir şekilde empoze edilmesi gerektiğini gösteriyor. Bunun sonucunda ortaya çıkan kişisel paradigmaların, toplum paradigmalarıyla aynı düzlemde buluşmasını sağlamak kolaylaşıyor. Yaşam kalitemizi yukarıya çekebilmek için, yaşamı algılayış ve yorumlayış biçimimizle kendi tarzımızı yani paradigmamızı geliştirmek ve onunla şekillendirdiğimiz bir yaşam felsefesi, dünya görüşü oluşturmak zorundayız. Yaşama çoğu zaman yanlış, önyargılı veya toplum tarafından tarafından empoze edilmiş paradigmalarla bakıyor ve kendi paradigmamıza hükmedeceğimize onu başkalarının ellerine bırakıp, yaşam kalitemizi çok düşük seviyelerde tutuyoruz. Günümüzde içinde bulundğumuz toplum yapısında, oluşmuş kişisel paradigmalar, toplumun paradigmalarıyla ne derece örtüşüyor. Öncelikle bunu irdelemek gerekiyor.
Son elli yıldır gelişen golabal gelişmeler sonucunda ve hızlı artan dünya nüfusu sayesinde, toplumlar, mevcut kültürlerini,coğrafyasını ve ekonomik sistemlerini koruyamamış,sahip oldukları yaşam öğretilerini, sosyoekonomik ve politik gelişmeler sayesinde, yitirmiş ve farklı kültürlerden oluşan toplumlar haline gelmiştir. Bu karma toplumlar, kişileri bireysel yaşama yönlendirmiştir. Bu sayede, bireysel yaşam, kişileri, toplum bilincinden ve sorumluluğundan uzaklaştırıp, sadece kişisel paradigmaları doğrultusunda hareket etmeyi zorunlu kılmıştır. Ve bu durum kişiyi, toplumun öngördüğü paradigmalarla karşı karşıya getirmiştir. Bu aynı zamanda kişisel gelişim açısından da insanları köreltmiş ve sosyal bilincinin güdük kalmasına sebeb olmuştur. Örneğin kişi kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ederken, içinde yaşadığı toplumun mevcut değerlerini ve menfaatlerini rahatlıkla gözardı edebiliyor ve hiç bir şekilde gelişmemiş sosyal bilinciyle de bundan rahatsızlık duymuyor. Bu durum, öngörülen bireysel yaşamın, insan kalitesini ne kadar düşürdüğünü ve bunun topluma yansıması,aynı şekilde organize olamayan ve toplum bilincini oluşturamayan, sosyal bilinci düşük topluluklar haline dönüştüğünü göstermektedir.
Bugün içinde bulunduğumuz toplum da bu durumdan yeterince nasibini almış durumdadır. Yıllardır süregelen yanlış politakalar, içinde bulunduğumuz toplumu böyle bir açmaza sürüklemiştir. Görülüyor ki, toplumu yönlerdiren unsurlar, bu oluşum sürecinde kişisel menfaatleri ön plana çıkararak, mevcut toplum paradigmalarını global değişim adı altında değiştirmeyi başarmış ve toplumu bir arada tutan dinamiklerinden uzaklaştırmıştır. İnsanları banka cüzdanlarının kalınlığı ile değerlendiren materyalist batı felsefesinin, 'yükselen değerler' namıyla bize empoze etmekte olduğu gibi iç huzurumuzu ve davranışlarımızı sadece maddi unsurların belirlediği, hiç bir derinliği olmayan, sığ düşüncelerin esiri olmuş insanlardan toplumlar oluşturuluyor. Ve biz de, padişahların kulu, kölesi olmaktan kalma ezikliğimiz yüzünden, kendine güveni olmayan, benliği gelişmemiş, batı kültürünün etkisinde kalarak kendisini onların karşısında adam saymayan, adam sayılmak için onları körü körüne taklit eden ve onların doğrularıyla yaşayan insanlar yetiştiriyoruz. Bu da yetmiyormuş gibi bir de global yaşamın insanlar üzerindeki olumsuz etkisi, de eklenince çok vahim bir durum ortaya çıkıyor. Bu vahim durum da şudur: artık toplumları oluşturan insanların ortak duygu ve düşüncelerle bır arada hareket edemeyişleridir. Dolayısıyla, beraberlik duygusunun kaybolduğu bir toplumda, huzur aramak veya toplumsal gelişmeyi sağlamak pek mümkün görünmemektedir. Bu durum da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üniter yapısını bozmak ve bölmek isteyenlerin son derece işine gelmektedir.
Yakın bir zamana kadar toplumlar paradigmalarını, dini, ahlaki ve yaşamsal öğretilerinden oluştururken, bugün artık, toplumsal paradigmalarımız yeni dünya düzeni anlayışıyla devlet politikalarıyla oluşturulmaktadır. Bunlara ideoloji paradigmaları denmektedir.
... 'bir kaç adam bir fırtınadan kaçıp zifiri karanlık bir ahıra saklanmışlar.içlerinden biri,'burada bir şey var! nefes aldığını duyabiliyorum'demiş.diğeri,'haklısın,elimi uzattığımda hareket ediyormuş gibi gözüken büyük bir duvar hissediyorum'demiş.bir başkası,'hayır,bu yılan gibi bir şey demiş.'burada çok büyük bir yaprağın aşağı yukarı hareket ettiğini duyuyorum'demiş içlerinden bir diğeri.adamlar bir süre daha böyle tartışmışlar ve sonra bir fener yakmaya karar vermişler.içerisi aydınlandığında,karşılarında bir fil bulmuşlar.'.........................................................................................(*)
Paradigma, bakış açısı, ya da farklı pencere olarak adlandırılabilir. Ancak, her haçıdan bakmaya çalışırken, açısız kalmamaya dikkat edilmelidir.
paradiğma merkeze değişik fikir açilarıyla yaklaşmak diyebilirim
resmi tarih yalanların ıbelgelerle çürüten fikret baskaya'nın paradiganın iflası kitabini okumadan geçmisten günümüze tarihi ve siyasi olayları anlamanız olanaksızdır.bu kitapta tarihsel olarak bildiklerinizin aslında bilmedikleriniz olduğunu anlayacaksınız.
paradigma, belirli bir bilimsel ekolün temsilcilerinde görülen düşünsel ve davranışsal ortaklıklardır. paradigma, üstü örtülü şartlanmalar ve geçmişten gelen tecrübeler ile bir resmi, bir durumu görme tarzıdır. paradigma, “bilim adamının incelediği konuya ve olaylara bakarken kullandığı gözlük” metaforuyla da tanımlanabilir.
Paradigmayı çok farklı tarif edenlerimiz oluyor. Kısaca açıklamak gerekirse; değişmeyen kurallarımızın bütününe Paradigma deniyor. Genelde bu kurallarımızıda kötü yönlü olanlar olarak ayırt edebiliriz.
egemen düşünce ve dünyayı algılama biçimidir.
duygu dusunce ve algilara yon veren davranis kaliplarini belirleyen haritadir.
'Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar,avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir'
Afrika Atasözü.
Fikret Başkaya'nın sarsıcı kitabı:Pradigmanın İflası.
Türkiye'nin iki yüz yılı aşan 'asrileşme','kalkınma','çağ atlama'problematiği sömürgüleşme şürecinden başka bir şey değildir.
Bir paradigma yazılı veya yazılı olmayan bir kural ve düzenlemeler bütünüdür.
Paradigma kayması, yeni bir oyuna değişim, yeni bir dizi kurallara geçiştir.
Kurallar değişince, bütün dünya değişebilir..
Bir paradigma kayınca, herkes tekrar sıfıra geri döner.
Bir yabancı, dışarıdan bakan..
Geçerli olan paradigmayı hiç anlamayan birisi..
Ama kim..?
Matematikçiler...?
Bilim adamları...?
İş adamları...?
Yöneticiler...?
LİDERLER?
Yönetici
Mevcut bir paradigma içinde yönetir.
Lider
Bir paradigmadan bir diğerine götürür.
DEMEK İŞİNDEKİ BÜTÜN SORUNLARIN KENDİLİĞİNDEN ORTADAN YOK OLMALARINI İSTİYORSUN. BELLİKİ BU KONUYU YENİDEN DÜŞÜNMEN GEREKİYOR. SORUNLAR BİTİNCE FIRSATLARDA BİTER. SENİN İŞE ALINMANIN NEDENİ SORUNLARI ÇÖZMEKTİ.
H. JAKSON BROWN, JR
PARADİGMALARIN İNSAN HAYATINDA VE TOPLUMSAL YAŞAMDA YERİ VE ÖNEMİ
Bugün sosyal bilimlerde kullandığımız kavramların önemli bir kısmı, 'içerisi' ile 'dışarısı' arasında yapılan ayırım etrafında şekillenmekte ve kavramsal algılarımızın sınrlarını oluşturmaktadır. Buna paradigma denmektedir. Paradigma insanın dünyayı algılamak için kabul ettiği doğrular sistematiğidir. Paradigmalarımız bakış açımızı ve bunun sonucunda ortaya çıkan davranış biçimlerimizi yönetir. Bu yüzden de,bu doğrular sistematiğinde oluşturulan paradigmalar kişiden kişiye ve toplumdan topluma farklılıklar göstermektedir. Her hangi bir konu üzerinde çok çeşitli yorumların oluşması, kavramsal algılarımızın (paradigmalarımızın) birbirinden çok farklı olmasından kaynaklanmaktadır.
Gümümüz insanının algılamaları (paradigmaları) , içinde bulunduğumuz çağla birlikte aynı paralellikte gelişmiyor. İnsan beyninin akademik ağitimle birlikte en üst saviyeye çikabileceğini biliyoruz. Bilimsel gelişmeler ve bunun doğrultusunda ortaya çıkan teknolojik gelişmeler bize bunu ispatlıyor.Bununla beraber kişilerin sosyal bilincini aynı şekilde yukarı çekmenin mümkün olmadığını,akademik eğitimle birlikte, toplumun kendi içinde oluşturduğu yaşam öğretilerini de (toplumsal değerleri, ahlaki değerleri, dini değerleri) kişilere doğru bir şekilde empoze edilmesi gerektiğini gösteriyor. Bunun sonucunda ortaya çıkan kişisel paradigmaların, toplum paradigmalarıyla aynı düzlemde buluşmasını sağlamak kolaylaşıyor. Yaşam kalitemizi yukarıya çekebilmek için, yaşamı algılayış ve yorumlayış biçimimizle kendi tarzımızı yani paradigmamızı geliştirmek ve onunla şekillendirdiğimiz bir yaşam felsefesi, dünya görüşü oluşturmak zorundayız. Yaşama çoğu zaman yanlış, önyargılı veya toplum tarafından tarafından empoze edilmiş paradigmalarla bakıyor ve kendi paradigmamıza hükmedeceğimize onu başkalarının ellerine bırakıp, yaşam kalitemizi çok düşük seviyelerde tutuyoruz.
Günümüzde içinde bulundğumuz toplum yapısında, oluşmuş kişisel paradigmalar, toplumun paradigmalarıyla ne derece örtüşüyor. Öncelikle bunu irdelemek gerekiyor.
Son elli yıldır gelişen golabal gelişmeler sonucunda ve hızlı artan dünya nüfusu sayesinde, toplumlar, mevcut kültürlerini,coğrafyasını ve ekonomik sistemlerini koruyamamış,sahip oldukları yaşam öğretilerini, sosyoekonomik ve politik gelişmeler sayesinde, yitirmiş ve farklı kültürlerden oluşan toplumlar haline gelmiştir. Bu karma toplumlar, kişileri bireysel yaşama yönlendirmiştir. Bu sayede, bireysel yaşam, kişileri, toplum bilincinden ve sorumluluğundan uzaklaştırıp, sadece kişisel paradigmaları doğrultusunda hareket etmeyi zorunlu kılmıştır. Ve bu durum kişiyi, toplumun öngördüğü paradigmalarla karşı karşıya getirmiştir. Bu aynı zamanda kişisel gelişim açısından da insanları köreltmiş ve sosyal bilincinin güdük kalmasına sebeb olmuştur. Örneğin kişi kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ederken, içinde yaşadığı toplumun mevcut değerlerini ve menfaatlerini rahatlıkla gözardı edebiliyor ve hiç bir şekilde gelişmemiş sosyal bilinciyle de bundan rahatsızlık duymuyor. Bu durum, öngörülen bireysel yaşamın, insan kalitesini ne kadar düşürdüğünü ve bunun topluma yansıması,aynı şekilde organize olamayan ve toplum bilincini oluşturamayan, sosyal bilinci düşük topluluklar haline dönüştüğünü göstermektedir.
Bugün içinde bulunduğumuz toplum da bu durumdan yeterince nasibini almış durumdadır. Yıllardır süregelen yanlış politakalar, içinde bulunduğumuz toplumu böyle bir açmaza sürüklemiştir. Görülüyor ki, toplumu yönlerdiren unsurlar, bu oluşum sürecinde kişisel menfaatleri ön plana çıkararak, mevcut toplum paradigmalarını global değişim adı altında değiştirmeyi başarmış ve toplumu bir arada tutan dinamiklerinden uzaklaştırmıştır. İnsanları banka cüzdanlarının kalınlığı ile değerlendiren materyalist batı felsefesinin, 'yükselen değerler' namıyla bize empoze etmekte olduğu gibi iç huzurumuzu ve davranışlarımızı sadece maddi unsurların belirlediği, hiç bir derinliği olmayan, sığ düşüncelerin esiri olmuş insanlardan toplumlar oluşturuluyor. Ve biz de, padişahların kulu, kölesi olmaktan kalma ezikliğimiz yüzünden, kendine güveni olmayan, benliği gelişmemiş, batı kültürünün etkisinde kalarak kendisini onların karşısında adam saymayan, adam sayılmak için onları körü körüne taklit eden ve onların doğrularıyla yaşayan insanlar yetiştiriyoruz. Bu da yetmiyormuş gibi bir de global yaşamın insanlar üzerindeki olumsuz etkisi, de eklenince çok vahim bir durum ortaya çıkıyor. Bu vahim durum da şudur: artık toplumları oluşturan insanların ortak duygu ve düşüncelerle bır arada hareket edemeyişleridir. Dolayısıyla, beraberlik duygusunun kaybolduğu bir toplumda, huzur aramak veya toplumsal gelişmeyi sağlamak pek mümkün görünmemektedir. Bu durum da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üniter yapısını bozmak ve bölmek isteyenlerin son derece işine gelmektedir.
Yakın bir zamana kadar toplumlar paradigmalarını, dini, ahlaki ve yaşamsal öğretilerinden oluştururken, bugün artık, toplumsal paradigmalarımız yeni dünya düzeni anlayışıyla devlet politikalarıyla oluşturulmaktadır. Bunlara ideoloji paradigmaları denmektedir.
...
'bir kaç adam bir fırtınadan kaçıp zifiri karanlık bir ahıra saklanmışlar.içlerinden biri,'burada bir şey var! nefes aldığını duyabiliyorum'demiş.diğeri,'haklısın,elimi uzattığımda hareket ediyormuş gibi gözüken büyük bir duvar hissediyorum'demiş.bir başkası,'hayır,bu yılan gibi bir şey demiş.'burada çok büyük bir yaprağın aşağı yukarı hareket ettiğini duyuyorum'demiş içlerinden bir diğeri.adamlar bir süre daha böyle tartışmışlar ve sonra bir fener yakmaya karar vermişler.içerisi aydınlandığında,karşılarında bir fil bulmuşlar.'.........................................................................................(*)
Paradigma bir karşı duruş kurulu düzene.
Paradigma kişinin dünya görüşünü belirler, bir kuram, bir açıklama ya da başka bir şeyin modelidir
paradigma
askeri doktirindir
paradigma felci içreyim
algılama biçimidir
Paylaşılan ortak değerler ve anlayışlar dizisi. Misyon sözcüğünü çağrıştırıyor.
fikret baskaya nın paradigma nın iflası kitabını okuyun...güzel kitap......bi ara toplanmıştı...artık serbez.......
kişinin, -fikirsel ve düşünsel boyutta- algılama, sorgulama, yorumlama sistemi..
fikret baskaya nin paradigmani iflasi diye bir kitabi var....cok degisik bi kitap...kendisini cok sevdigim söylenemez ama bu kitabi gercekten ii...
fikret başkaya ve paradigmanın iflası.