kalbinizde, ruhunuzda, dimaginizda, damaginizda sadece guzel sifatlarla tanimlayabilecegiz bir yeri olan ve bu yeri asla ve asla baska bir seyle doldurulamayanin yoklugudur 'ozlenen'...
Bazen, hani başını alıp gitmek istersin şöyle uzaklara, kimsenin seni bulamayacağı yerlere, herkeslerden uzak ellere... Bu düşünceyle yüreğin yoğunlaşırken, beyninde sevdiklerinin ismi savrulurken... En çok kimi özlerim diye düşünürken, kendince salisyeler içinde listelerini gözden geçirirken... İlk düşündüklerinle, son düşündüklerinin arasındaki bağlantıyı irdelerken... Etkisini fazlaca hissettiğin kişileri belli bir sıraya dizerken, bir anda işe yüreğin karışır... Ve özenle dizdiğin sıranı bir bakarsın ki allak bullak eder… Birinci sıranın yerine, ortalarda düşündüğün birisi gelmiş oturmuş! ... Bunu engellemek elinde değildir, bir anda hayatının en önemlisi olmuştur... Anlamaya çalışırsın, düşünceler beynini kemirir durur, bitkin düşersin... Karşı koyamazsın, oluruna bırakırsın ve artık olacakları beklemeye başlarsın... Hiçbir şey eskisi gibi değildir, içini ısıtan esinti farklı yöndendir... Ve sende bilirsin ki, artık hayatının en önemlisidir, istesen de istemesen de! ... Biliyormusun, tüm listelerimi allak bullak ettin... Artık, kimi en çok özlemem gerektiğini düşünmüyorum bile... Biliyorum ki, her zaman listenin başında sen oluyorsun! ... Seni ben çoook özlüyorum... Nedenini biliyor musun diye sormayacağım… Çünkü ben biliyorum ve bu kadarı da yeter…
yağmurlu havalarda 'köytarla' da yapılan maçlar.. annesinden sopa yemeği göze alan herkes oynuyordu.. ilk beş dakika normal bir şekilde oynanır sonra çamurda güreş yapma oyununa dönerdi.. 5 dakika sonrada yüksek bir tepe bulunup çamurda elbiselerle kayma oyununa geçilirdi.. e sonrası malum.. eve gidince yer misin yemez misin!
istanbul da istiklalde dostlarla nargile keyfi yalovada aileyle denizde oynanan deve güreşi rizede yaylada kuzenlerle geceyarısı tepilen horonlar izmirde askerde devrelerle yenilen sıradayağı alanyada arkadaşlarla gece girilen deniz.. ve ankarada... ankara başlı başına bir özletendir ve burdan gitsem özlemeyeceğim tek şehirdir
ve bugünlük son özlenen babamın mahallenin çocuklarını etrafına toplayıp onlara aile ansiklopedisinden 'edep' mevzuunu okumasıdır.. okuması bir özlenen olmakla beraber barışın kenardan kıkır kıkır gülmeside ayrı bir özlenendir...
ve dahi özlenen çocukluk aşkını takip ederken köyde çalıların arasından çıkan yılanı görünce bağırıp yerini belli etmemdir... o utanışım ve şaşkınlığım..
elimizde kılıç diye adlandırdığımız sopalarla sütotlarıyla dolu tarlanın önünde üç arkadaş yanyana dizilirdik... önce otlara sonra birbirimize bakardık ve sonra hücum! sesiyle saldırır sütotlarının kafalarını kopartırdık.. arada arkadaşın şu sözünü hatırlıyorum
-fatiih olum o sütotu değil ısırgan ısırgan onlara ellemecez -olsun ne işleri var bu sütotlarının arasında hepsini öldürecem ben... -alsana alçak heriiif!
katliam bitincede sopalardaki yeşil lekeleri silerdik.. nefes nefese.. özlenen o gündür benim için..
ya da incelikler ustası..
yokluğundaki hasret.. hasretindeki hüzün , özlemindeki sessiz çığlık..
gelmeyişlerindeki yarım kalışlar...
Melodisi kulakta yankılanan şarkının sözlerini unutmak.
hayatın öznesi olur, birden
Çocuklarım.
kalbinizde, ruhunuzda, dimaginizda, damaginizda sadece guzel sifatlarla tanimlayabilecegiz bir yeri olan ve bu yeri asla ve asla baska
bir seyle doldurulamayanin yoklugudur 'ozlenen'...
beklenen...
Hic bilmeden özlendigini...
Varsin bilmesin...
Yeter ki gelsin...
içinde güldür güldür akan, buz gibi bir nehir..
beklemek ve hissetmek...
o burada. işte taa yüreğimin içinde..
zamanını bekliyorum..
hal değişir de buluşuruz..
Bazen, hani başını alıp gitmek istersin şöyle uzaklara, kimsenin seni bulamayacağı yerlere, herkeslerden uzak ellere... Bu düşünceyle yüreğin yoğunlaşırken, beyninde sevdiklerinin ismi savrulurken... En çok kimi özlerim diye düşünürken, kendince salisyeler içinde listelerini gözden geçirirken... İlk düşündüklerinle, son düşündüklerinin arasındaki bağlantıyı irdelerken... Etkisini fazlaca hissettiğin kişileri belli bir sıraya dizerken, bir anda işe yüreğin karışır... Ve özenle dizdiğin sıranı bir bakarsın ki allak bullak eder… Birinci sıranın yerine, ortalarda düşündüğün birisi gelmiş oturmuş! ... Bunu engellemek elinde değildir, bir anda hayatının en önemlisi olmuştur... Anlamaya çalışırsın, düşünceler beynini kemirir durur, bitkin düşersin... Karşı koyamazsın, oluruna bırakırsın ve artık olacakları beklemeye başlarsın... Hiçbir şey eskisi gibi değildir, içini ısıtan esinti farklı yöndendir... Ve sende bilirsin ki, artık hayatının en önemlisidir, istesen de istemesen de! ... Biliyormusun, tüm listelerimi allak bullak ettin... Artık, kimi en çok özlemem gerektiğini düşünmüyorum bile... Biliyorum ki, her zaman listenin başında sen oluyorsun! ... Seni ben çoook özlüyorum... Nedenini biliyor musun diye sormayacağım… Çünkü ben biliyorum ve bu kadarı da yeter…
nedirde birkaç a nın yanyana gelme durumu.....
gerçektende o an en özlenen....
özlemez hiç...!
yağmurlu havalarda 'köytarla' da yapılan maçlar..
annesinden sopa yemeği göze alan herkes oynuyordu..
ilk beş dakika normal bir şekilde oynanır
sonra
çamurda güreş yapma oyununa dönerdi..
5 dakika sonrada yüksek bir tepe bulunup
çamurda elbiselerle kayma oyununa geçilirdi..
e sonrası malum..
eve gidince
yer misin yemez misin!
Ulu Önder Mustafa kemal Atatürk......
dağınıklık..
karakuş....
Elbette ki...O! ..
Mai'nin yazıları ;)
Hoşgeldiniz hoş da görmüşsünüzdür inşallah :)
nedirdeki bir kişi..........
Boğazına kaçan bir kaç tuzlu su damlası...
Yüzündeki damlalar...
Gecenin sessizliği...
Senin kavgaların...
Yıldızların yakınlığı...
Ellerinin uzaklığı...
Odamın soğukluğu...
Nicedir gözlerinde olmayan sıcaklık...
istanbul da istiklalde dostlarla nargile keyfi
yalovada aileyle denizde oynanan deve güreşi
rizede yaylada kuzenlerle geceyarısı tepilen horonlar
izmirde askerde devrelerle yenilen sıradayağı
alanyada arkadaşlarla gece girilen deniz..
ve ankarada...
ankara başlı başına bir özletendir ve burdan gitsem
özlemeyeceğim tek şehirdir
ağustos ortası ama yaylada dolu yağar...
gaz lambasından loş bir ışık odanın yüzünde...
herkes üşüşür tandır başına... ayaklarını uzatır sıcak tandıra...
-ayaklarını mı pişiriyorlar babaanne?
+yok kuzum ısınıyorlar..gel seni de ısıtalım...
-ayağım ya pişerse? ...ya içine düşersem?
+yok tutarız biz seni...
.......
tandır başı muhabbetleri.. bir rehavet çöküverir üzerinize.. uyuyakalsam düşüveririm tandıra diye gözlerinizi açık tutmaya çalışırsınız...
o vakitler de özlenen artık....
dîvan edebiyatında dillenen ve hayal etmekle kalabildiğim o aşklar...aşıklar...maşuklar.....
sazendelerin ince latif notalara dokunuşları ve meşk akşamları....
üsluplu cümleler kuran, edeb ölçüsünde tumturaklı nadide insanların salındığı eski istanbul....
âh âsitâne...
elinde harita bilmediğin kültürlerin bilmediğin caddelerinde kaybolmak...
istanbul..
bir gofretin
bir tebessüm ettiği günler..
ve bugünlük son özlenen
babamın mahallenin çocuklarını etrafına toplayıp
onlara aile ansiklopedisinden 'edep' mevzuunu okumasıdır..
okuması bir özlenen olmakla beraber
barışın kenardan kıkır kıkır gülmeside ayrı bir özlenendir...
ve dahi özlenen
çocukluk aşkını takip ederken köyde
çalıların arasından çıkan yılanı görünce bağırıp yerini belli etmemdir...
o utanışım ve şaşkınlığım..
elimizde kılıç diye adlandırdığımız sopalarla
sütotlarıyla dolu tarlanın önünde
üç arkadaş yanyana dizilirdik...
önce otlara sonra birbirimize bakardık
ve sonra hücum! sesiyle saldırır sütotlarının kafalarını kopartırdık..
arada arkadaşın şu sözünü hatırlıyorum
-fatiih olum o sütotu değil ısırgan ısırgan onlara ellemecez
-olsun ne işleri var bu sütotlarının arasında hepsini öldürecem ben...
-alsana alçak heriiif!
katliam bitincede sopalardaki yeşil lekeleri silerdik..
nefes nefese..
özlenen o gündür benim için..
kar tanelerinin yüzüne,kirpiklerinin ucuna düşmesi :)