Kültür Sanat Edebiyat Şiir

ölüm sizce ne demek, ölüm size neyi çağrıştırıyor?

ölüm terimi tarafından tarihinde eklendi

  • Leyla Şenkal
    Leyla Şenkal

    “Gönül koydum, üstelik n’olur n’olmaz diye

    Üzerime yazdırdım kaç çocuğun göğünü

    Bir şey çıkmaz demiştim, bir daha söylüyorum

    Gidenin arkasına boşaltılmış yağmurdan

    Belki ölmüş olurum herkesin öldüğünü”.

    hüseyin akın

  • Aslı Şahin
    Aslı Şahin

    Köydür ölüm..
    Kimimizin özlemle deneyip de gidemediği..
    kimimizin özlediklerini bir türlü geri getiremediği
    kimimizin yaşama dair özlemlerini yitirdiği..

    ezgisi olmayan şarkıdır ölüm..
    her bebenin doğarken söylediği..

  • Tuba Metinsoy
    Tuba Metinsoy

    hakikate ve asla dönüş imtihan için geldiğimiz bu dünyada baki olmadığımızı ve birgün mutlaka tekrar dönücez demektir ama malasef bunun farkında değiliz yada farkındayız ama nefsimize her yeniğiz ölüm gelip çattığında işte ozaman notların verilme zamanı ALLAH bizleri affedilenlerden eylsin!

  • **gel Ya Muhammed Dünya Yanıyor sav
    **gel Ya Muhammed Dünya Yanıyor sav

    gerçeğe uyanmak huzura varmak
    RABBİNLE kavuşmak
    nerdesin eyy ölüm

  • Mesut Çelik
    Mesut Çelik

    İki haftalık bir aradan sonra döndük yine köşemize, hasbihâl etmeye devam edelim dedik gençlerle. Dikkatli okuyucularımız arayı 2 haftadan 3'e çıkardığımı fark etmişlerdir. Böyle bir izin kullanmamızın ana sebebi dinlenme isteği değildi.
    Bizim işlerde ara vermek, tatil yapıyor gözükmek çoğu zaman klasik anlamı ile tatil yapıldığını göstermez, tam aksine başka işlerin yoğunlaşması demektir. Bizimki de aynen böyle oldu, dinlenme kavramından uzak olduğumuz bir zaman aralığı idi son birkaç hafta. Sonunda bu süre de geçti ve abiniz huzurlarınıza geldi.

    Bu kısa süreli aranın hemen tamamında ABD'de idim. Türkiye'den yeni ayrılmıştım ve doğrusu Amerika'da da üç gün üst üste kaldığım yer olmadı diyebilirim. Bol seyahatli, hareketli ve yorucu süre içinde yine enteresan olaylar yaşadım, enteresan mekânlar gördüm.

    Son birkaç haftanın benim açımdan en unutulmaz anı, bir eğitim gönüllüsü ile yıllar sonra karşılaşmamdı. Ziyarete gittiğim bir mekânda arabamı park ederken camıma vurup selam veren, o davudi ama sıcak ve içten sesi ile halimi hatırımı soran, çok kısa süren konuşmamızda bütün samimiyetini bir kere daha hissettiğim Ahmet Talu abimizdi. Daha sonra görüşmek üzere ayrılmıştık; ama kısmetimizde o kadarı varmış. Ertesi sabah öğrendiğim vefat haberi ile sarsılmış, bir yandan bir daha görüşememenin ve kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken, bir yandan da ülkemizden binlerce kilometre uzakta eski bir dostla, bir eğitim ustası ile son anında helalleşebilmenin mutluluğunu yaşamıştım.

    Hayat böyledir. Yakınınızdan birini, uzun süredir tanımış olduklarınızdan birini, birkaç saat önce konuşurken sağlam şekilde karşınızda duran birini kaybettiğinizde ölümü, hayatı, dünyayı, ahireti ve hesabı daha bir yakından hisseder, düşünürsünüz. Belki kendi ölümünüzü de düşünerek bir kısım muhasebelere girer ve belki bazı kararlar bile alırsınız. Sonrasında hayat devam eder. Devam eden hayat içinde bu anlık muhasebeler ya kaybolur ya da bir müddet tesirini gösterdikten sonra iyi bir imani bilgi takviyesi yapılmazsa yavaş yavaş silinir gider.

    Hayat böyledir. O gün o vefat haberini alan ben, geri dönerken bir başka arkadaşımızın yeni doğan çocuğunun haberini almıştım. Bir yanda gidenler, diğer yanda gelenler. Bir yanda bu gitme-gelmelerin farkında olarak yaşayanlar, diğer yanda başını devekuşu gibi kuma sokup, ölümden bahis açıldığında kaçanlar. Her şeyin farkında olup buna rağmen kendilerini günahtan, malayani işlerden alamayanlar... Alamadıkları için de imani noktada en riskli grubu oluşturanlar...

    Hayat böyledir... Birisi defalarca vize alamayıp dostları ile helalleşeceğini söylediği zaman (helallik kavramından habersiz olanlar tarafından) vize kapısı açılıyor... Okyanus aşırı da olsa eski dostlarını bulup helalleşiyor, bir yanda bu ve bunun gibi vefalılar... Bir yanda her gün beraber oldukları insanların, içinde yaşadıkları güzelliklerin farkında olmayıp kıymet bilmeyenler… Bir şeyin kıymetinin anlaşılabilmesi için illa da kaybedilmesi mi gerekir diye düşündürtenler...

    Hayat böyledir... Ölenle ölünmüyor. Kimse de biz ölünce ölmeyecek. Hayat devam edecek. Herkes kendi hesabını işlemeye devam edecek. Sevilme ölçümüze göre bir müddet yoğun olarak hatırlanacağız, sonrasında belki de unutulacağız. Unutmaması gerekenlerin dünyada yaşayanlar olmadığının, unutulmamanın ölçüsünün de dünyaya göre değil ötelere göre yaşamak olduğunun farkına varacak mıyız?

    Şehrime dönmüştüm. Bir tarafta bu vefat haberi tazeliğini koruyordu, diğer tarafta da bir başka hazırlık başlıyordu. Gurbet deyip yollara düşmüş bir arkadaşımız, toplum olarak gurbette olan dostlardan kız alıyor, Ahıska Türklerinden bir gelinimiz oluyordu. Bana da ‘düğünde bir iki cümle söyler misin? ' demişlerdi. Düğün akşamı mikrofona çağırdıklarında sahneye doğru yürürken, bir yandan bu düşünceler kafamdan geçiyor, bir yandan da kendi kendime “hayat böyledir.” diyordum.. Esat GÜRBÜZ.

  • Mehmet Ali Akyurt
    Mehmet Ali Akyurt

    Ölüm güzel şey..Odur perde ardından haber;
    Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber? ? ?

  • Oğuzhan Bekar
    Oğuzhan Bekar

    rüyadan uyanıştırkı..ölmekmış meğerse yenıden doğmak hayattayken anlamadıgımız yada anlayamadığımız.

  • Arif Organ
    Arif Organ

    dünyada var olan müstesna gerçeklerden bir tanesi olduğu için gerçekleşmesi üzerine 'neden ben, neden sen, neden o? ' gibisinden sorular gayet gereksizdir.

  • Mustafa Turhan
    Mustafa Turhan

    Ölüm; Ademiyete geri dönme olduğu gibi yeniden dirilmektir. Kesret denilen çokluk alemi de denilen dünya dan aslına dönme kapısıdır ölüm.

    Yok oluş veya songu demek onu anlayamamadır.

    Yok oluş veya son ile adlandırılarak anlam kazandırılırsa o anlamı kazandıranın akıbetidir aynı zamanda ölüm.

    Benim için ölüm ise, Hakka, Hakikatle bütünleşmedir.

  • Bonito Espectro
    Bonito Espectro

    Her bitişin yeni bir başlangıç olduğunu gösteren en güzel örnek...

  • Eda Gençtürk
    Eda Gençtürk

    Ölüm bence ALLAH' a kavuşmaktır. Asıl yaşama geçmek, fanilik sınavını bitirip, sınav sonuçlarını almaktır. Uykudan uyanmak hayata geçmektir. Ölüm bence yeniden doğmaktır.

  • Otto Hun
    Otto Hun

    Ölümün bana çağrıştırdığı; bu hayattan çok çok farklı, çok üstün bir mertebeye geçmek,sonsuzluğa, sonsuz huzura geçiş yapmak...

  • Yorgun Biri
    Yorgun Biri

    kapı açmak

  • Ben Kimsin
    Ben Kimsin

    kimine göre yeni bir başlangıç kimine göre de sonsuz bir hiçlik.

  • Leyla Şenkal
    Leyla Şenkal

    hayattan çıkarı olmayanların ölümden de çıkarı olmayacaktır..

  • Leyla Şenkal
    Leyla Şenkal

    o geldimi ne var korkacak,korkular biter..

  • Leyla Şenkal
    Leyla Şenkal

    hepimize besbelli aynı mesafede..

  • Murat Kılıcaslan
    Murat Kılıcaslan

    ölüm allaha daha yakın olmanın baslangıcı benim icin

  • Muhammet Emin Yiğit
    Muhammet Emin Yiğit

    ÖLÜM GÜZEL ŞEY BUDUR PERDE ARDINDAN HABER
    HİÇ GÜZEL OLMASA ÖLÜRMÜYDÜ PEYGAMBER

  • Türkan Tik
    Türkan Tik

    'öLüm yarınLarın ucunda bekLiyor değiL; şimdinin kaLbinde ve budağında

    büyüyor, bugünün yanağında ve dudağında güLümsüyor. Her günün akşamı kendi

    cenazemizi yatırıyoruz yumuşak yastıkLara.'

  • Türkan Tik
    Türkan Tik

    'Bir tabutun içinde sır vermeden gidenLer,
    Orda, beyaz tasLarLa yıLLardır beni bekLer,
    Benim de gözLerime yakın oLsun toprağım...'

  • Türkan Tik
    Türkan Tik

    'Gece değmemis sema, dalga bilmiyen deniz,
    En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
    Ümitler içindeyim, çok sükür öleceğiz..'

  • Leyla Şenkal
    Leyla Şenkal

    ölümdn daha güçlü olan şey bize ölümü göze aldıran şeydir...candan daha kıymetli olan canın kendisi için feda edildiği şeydir..

  • Eymen Emin
    Eymen Emin

    kaybetmek ne? olum kaybetmek mi? MEVLANA der ki:insanlarin olulerine degil dogumlarina aglayin! !

  • Özgür Gürtali
    Özgür Gürtali

    Kalabalıklar kirletir insanı.

    Arınmak için yalnızlığa ihtiyacımız var.

    Ve, öyle mükemmel bir yalnızlığa insan ancak başka bir insanla bütünleşerek, başka bir insanla kaynaşarak, başka bir insanın dokunuşuyla hayatı unutarak, bir başka insanın verdiği eşsiz hazla 'ölerek' ulaşabilir.

    Ölümün, el değmemiş berraklığına sevişmeden başka hiçbir yerde kavuşamaz insan.

    Bazen, belki de ölümden korkmamalıyız diye düşünüyorum.

    Bütün duygularımız, düşüncelerimiz, varlığımız ile tutunduğumuz, sonsuz bir ihtirasla ilanihaye parçası olmak istediğimiz, tüm sevdiklerimizin içinde kaldığı hayattan kopartılacağımız o anda hissedeceğimizi farz ettiğimiz acının dehşeti, yaşadığımız her saniyeye damgasını basıyor.

    O kopma anı ürpertiyor bizi.

    Belki de o 'an' sandığımız gibi bir şey değildir.

    Belki de ölüm bir zevk anıdır.

    Belki de, bildiğimiz duyguların hepsinin, bir cam kırığından geçen güneş ışıkları gibi tek bir anın içinde birleşip mutlak bir hazza döndüğü andır o.

    Yaşarken, ölüme geçiş anına benzeyen iki andan sürekli geçiyoruz.

    Birisi uyku.

    Kendi karanlığımızın içine saklanarak hayattan ayrıldığımız uyku anı huzurla dolu, en sıkıntılı zamanlarımızda bile özlediğimiz bir sığınak hepimiz için.

    Diğeri ise, benzersiz bir arzuyla kendi ruhumuzu bir kağıt parçası gibi bedenimizin ateşlerine tutup yaktığımız, o ruhun derinlerinde sakladığı ne varsa; en vahşi oyunlardan zevk alan şiddet dolu canavarların, o ana kadar biriktirdiğimiz inanışların hepsini aç bir kaplan gibi tüylerini ışıldatarak parçalayan alevli ihtirasların, başka zamanlarda soğukkanlı yüz çizgilerimizin arkasında sakladığımız sabit bakışlı deliliklerin, bir kadınla bir erkek arasına konmuş bütün yasakları tutkuyla parçalayan kural tanımaz azgınlıkların, en korkunç tehlikeleri bile arzunun kavurucu ışığında bir eğlence gibi gören saldırganlıkların yıldız yağmurları gibi döküldüğü yataklarda yaşadığımız sevişmenin zirvesinden kendimizi içine bıraktığımız o karanlık yangına düşerken hissettiğimiz haz dolu yok oluş.

    Yarattığı o hücrelerimize kadar işleyen sarsıntı ve uykudan daha derin karanlığıyla ölüme daha çok benzeyeni herhalde sevişme.

    Zaten birçok dilde de o muhteşem ana 'küçük ölüm' deniyor.

    Hayatın bütün dertleriyle, acılarıyla ve o bitmez tükenmez ölüm korkusuyla baş edebilen tek duygu da bu sevişme isteği; saatlerini, bazen günlerini içinde geçirdiğin, duvarları, siyah kar taneleri gibi her biri her seferinde aynı el değmemiş saflıkla hissedilen arzulardan örülmüş o sihirli sonsuzluk mağarası.

    Bütün tasaların, kederlerin, acıların, korkuların kor ateşten bir nehre düşmüş çelik parçaları gibi eriyip hazza dönüştüğü kutsal vakit.

    Aynı ölüm gibi büyük bir unutuş...

    Her şeyi unuturuz.

    Her şeyi...

    Unutmayı özlediğiniz, unutabilmek için tanrıya yakardığınız ne varsa unutabilirsiniz.

    Şehvet, diğer bütün duyguları yok eder.

    Bütün düşünceleri yok eder.

    Bildiğiniz her şeyi yok eder.

    Sizi yok eder.

    Kızıl bir sisin içinde kaybolur gidersiniz.

    Ölüm gibi...

    Tek farkı, geri dönersiniz...

    Ama mümkün olsa dönmemeyi, orada, kendi teriyle yaldızlanmış bir başka bedenin içinde kalmayı tercih edersiniz çünkü hayatın hiçbir anı size daha büyük bir haz vaat etmez.

    Neden tanrı böylesine eşsiz bir hazzı hayatın içine kattı?

    Çoğalmamız için mi?

    Daha azı için de yapardık bunu, iyi bir yemek kadar zevk verseydi de sevişirdik.

    Neden ölümle yarışacak kadar kuvvetli bir isteği ve unutuşu yerleştirdi içimize?

    Niye hayatın içine 'ölüme' benzer bir kayboluşu serpiştirdi?

    Belki de yeni bir canlıyı yarattığımız, hayatın kaynağı olduğumuz an, ölümü de gördüğümüz, ölümle kucaklaştığımız, yaratmakla yok olmanın aynı hazdan beslendiğini hissettiğimiz andır.

    Ve, belki de biz bunu bilmiyoruzdur.

    Belki de defalarca ölerek, defalarca hayattan koparak, o mutlak ve hepsinden daha zevkli kopuşa hazırlıyoruz kendimizi.

    Bunu bilemeyiz.

    Bize kimse anlatmadı.

    Anlatabilecek kimse de yok.

    Sadece ölümden korkuyoruz.

    Ama sevişmekten de korkuyoruz.

    Bütün kutsal kitaplar, bütün ahlak sistemleri, sevişmelerimizi dizginlemeye, onları kafeslere kapatıp evcilleştirmeye, canavarlarımızı küçük kedi yavrularına çevirmeye uğraşıyorlar.

    Yüzyıllardır sevişmeleri 'sadakatten' yapılmış hapishanelere kapatan, sevişmeyi 'ihanetle' özdeşleştiren, asıl büyük 'unutuşu' sağlayan dizginsiz vahşi koşuları, sınırları belirlenmiş sakin otlaklardaki yumuşak yürüyüşlere çevirmeye çalışan biz değil miyiz?

    Hazza giden yolları teker teker biz kapatmadık mı?

    Herkesin, aynı sıradanlıkla, birbirine benzer biçimde sevişmesi gerektiğini neredeyse bir inanç haline biz getirmedik mi?

    Sevişmelerden konuşmaktan bile korkmuyor muyuz?

    Kadınları, 'namusla' sevişme ikilemine biz sokmadık mı?

    Bir kadının bizim kurallarımız dışında hazzı aramasını 'ahlaksızlık' ilan eden biz değil miyiz?

    Yeryüzünün bütün dindarları 'sevişmeden' söz edilmesini bile tahammül edilemez bir günah olarak görmüyorlar mı?

    Tanrı, sevişmeyi onlara en büyük 'imtihan' alanı seçmişken, onlar bu imtihanı içlerinde var olan arzularla yüzleşerek ve bu arzunun üstesinden gelerek kazanmak yerine, bu arzuyu tümüyle yok sayarak, reddederek, kendi doğasını inkar ederek kazanmaya çabalamıyor mu?

    En fazla yalan sevişmeler konusunda söylenmiyor mu?

    Herkes en kuvvetli duyguları sevişme konusunda hissederken, birçoğumuz böyle bir duygusu hiç yokmuş gibi davranmıyor mu?

    Biliyor musunuz, belki de ölümden bu kadar çok korkmamızın nedeni, kendi şehvetimizi doğallıkla yaşamamıza koyduğumuz engeller, 'küçük ölümlerle' gerçek ölüme alışma olanaklarımızı azaltan yasaklarımızdır.

    Hayattan da belki bu yüzden böylesine korkuyoruz.

    Ölümle hayatın birbirine değdiği o muhteşem anın sınırlarını daralttıkça ikisini birbirinden koparıyor ve ikisinden de korkuyoruz.

    Tek kurtarıcımız edebiyat.

    Sadece orada sevişmeleri, bütün insanların bu ortak 'günahını' açıkça görebiliyor, onun doğallığını, bir insanın bir başka insana dokunarak nasıl değiştiğini, bu müthiş değişimin yarattığı sarsıntıları, zavallı bir canlı olmanın çaresiz güçsüzlüğünden nasıl kurtulduğunu, nasıl mitolojik bir tanrıya ya da tanrıçaya dönüştüğünü, hayatın ve ölümün kaynağındaki o kutsal ırmakta yıkanarak nasıl kendinden, geçmişinden, korkularından arındığını, bir bedenden bir bedene hayatın ve ölümün dokunuşlarla, öpüşmelerle, sarılışlarla nasıl aktığını, kadınların ölüme ve hayata aynı anda dokundukları o muhteşem anda nasıl çığlıklarla yağmurlara, bulutlara karıştığını, en şiddetli birleşmelerde bile isteğin saflığından doğan o masumiyetin insanları nasıl vahşetleriyle masumlaştırdığını okuyoruz.

    Kadınların, başka hiçbir zaman, başka hiçbir yerde söyleyemeyecekleri sözcükleri fısıldayan dudakları, onların içlerinde bir başka canlı gibi taşıdıkları dişiliklerini ılık ve telaşlı soluklarıyla nasıl yeniden doğuruyor, terli saç dipleri, istekle gerilen bereketli kasıkları, kapanan gözleriyle ölümün büyük unutuşuna dokunarak, nasıl yeni bir hayata ancak 'küçük ölümle' ölerek can veriyor; bunu bize, sevişmenin bir şelaleden akan nilüferleri andıran gizemli estetiğiyle başka ne anlatabilir?

    Sevişirken insanın en masum, en doğal, en içten haline kavuştuğunu, kıvranan, kıpırdanan, savrulan bedeniyle, içinde yıldız çiçekleri taşıyan bir tohum gibi yırtılıp en derininde saklı olan tanrısal varlığı ortaya çıkardığını, bütün kirli duygularıyla düşüncelerinden ancak burada kurtulduğuna başka nasıl ikna olabiliriz?

    Kalabalıklar kirletir insanı.

    Arınmak için yalnızlığa ihtiyacımız var.

    Ve, öyle mükemmel bir yalnızlığa insan ancak başka bir insanla bütünleşerek, başka bir insanla kaynaşarak, başka bir insanın dokunuşuyla hayatı unutarak, bir başka insanın verdiği eşsiz hazla 'ölerek' ulaşabilir.

    Ölümün, el değmemiş berraklığına sevişmeden başka hiçbir yerde kavuşamaz insan.

    Hayat, ne bulursa içine alan çamurlu bir nehir gibi akar, yaşayan herkese o nehrin sularından bir şeyler bulaşır, biraz çamurlanırız hepimiz.

    Ölüm temizdir.

    Ölmeden ölmenin mümkün olduğu tek yer ise şehvetimizdir.

    İnsanoğlunun en çok utandığı ve en çok korktuğu duygusu.

    Ölümü gördüğümüzde hayatta önemli olan her şey önemini kaybeder.

    Belki şehvetten de bunun için korkuyoruz.

    Hayatın önemli olması gerektiğine inandığımız bütün tuhaflıklarını önemsizleştirdiği için.

    Savaşların, cinayetlerin, iktidar kavgalarının, servetlerin ne önemi var bir insan şehvetin perilerle, yıldızlarla, denizkızlarıyla, canavarlarla, sihirli ormanlarla, şarkı söyleyen ağaçlarla dolu esrarengiz dünyasına daldığında.

    'Küçük ölüme' doğru yola çıktığınızda, dokunduğunuz bedenin her kıvrımında bir başka macera, bir başka tehlike, bir başka ürperti hissederek, sıcak kumlara gömülüp her kımıldanışta kendinizden başka biri olarak daha derinlere dalarak, bütün evrenin kara bir deliğe doğru kayıp tek birışığa, tek bir parlak yıldıza dönüştüğünü görerek kendi ölümünüze yaklaştığınızda, sizin için, içinde bütün evreni taşıyan o tek ve parlak yıldızdan daha önemli ne olabilir?

    Sonra o an gelir.

    O tek ışığa değersiniz.

    Değdiğiniz bütün bir evrendir.

    Ve, onun, parıltısıyla sizi sonsuz bir karanlık gibi emip içine alan evrenin parçası olursunuz.

    Ölürsünüz o anda.

    Ölüm, evrenle bütünleşmektir.

    Sevişmek de, aynen ölüm gibi, bir insanla değil bütün bir evrenle bütünleşmektir, onun için öylesine karanlık, öylesine yakıcı, öylesine sonsuz, öylesine tanrısaldır.

    Sonra sizi o yıldıza götüren, sizi evrenin bir parçası yapan bedene sarılıp yattığınızda hissettiğiniz yorgunluk bedenin yorgunluğu değildir, hissettiğiniz, sınırsız bir evreni kendi içine alan ruhunuzun yaşadığı büyük serüvenin geride bıraktığı muhteşem yorgunluğudur.

    Yeni doğmuş bir bebek gibi yeniden dönersiniz hayata.

    Ölmüş ve doğmuşsunuzdur.

    Defalarca biçim değiştirmişsinizdir.

    Ruhunuz, titremelerle, inlemelerle sürekli olarak kendinden soyunmuş, bedeniniz gibi çırılçıplak kalana kadar çeşitli menzillerden geçmiş, her menzilde başka bir kılıkta, başka bir renkte görünmüş, kah şefkatli, kah sevecen, kah vahşi, kah canavar, kah köle, kah zalim olmuş, sonunda ölümün saflığına kavuşmuştur.

    Büyük bir maceradır sevişmek.

    Bedenin önce, ruhun sonra soyunduğu ve birlikte koştukları, sonunda birlikte yok oldukları bir macera.

    Bir yıldız yolculuğu.

    Bir ölüm.

    Zaman kaybolmuştur.

    Bütün biçimler kaybolmuştur.

    Her şeye biraz şaşkınlıkla, yeniden tanımaya çalışarak bakarsınız.

    Hayat titrek adımlarla geri döner.

    Sizde, tüm evreni tek bir yıldıza çevirip, ona dokunmuş birinin huzurlu ve sakin mutluluğu vardır.

    Ölümden korkmazsınız o anda.

    Hiçbir şeyden korkmazsınız.

    Küçük sızılarla bedeninizle ruhunuz yeniden birbiriyle buluşur, birbirinin içine yerleşir.

    Bütün vahşetiniz, şiddetiniz, canavarlarınız, perileriniz yeniden kendi kuytuluklarına çekilirler.

    Derin bir sessizlik kaplar içinizi.

    Bir anlığına kendi sesinizi bile kaybedersiniz.

    Sonra sesler duyulur yeniden.

    Bunlar bildiğiniz, tanıdığınız, her gün birlikte olduğunuz seslerdir.

    Hayata dönmeye başlamışsınızdır.

    O 'küçük ölümün' memnuniyetini hálá hatırlar, hayatı biraz küçümsersiniz.

    Derin, hoşnut bir nefes alırsınız.

    Yanınıza döner bu yolculuğa çıkarken size yol arkadaşlığı yapana minnetle bakarsınız.

    Ruhlarınızın giyinmeye başladığını tuhaf bir acıyla hissedersiniz.

    Biraz sonra bedenleriniz de kapanacaktır.

    İki ayrı insana dönüşeceksinizdir.

    Bu her zaman şaşırtıcı ve biraz acıklıdır.

    Yeniden kapanan ruhunuzda ve bedeninizde ise sizinle birlikte bütünleşip, sizinle birlikte parçalanan evrenin yarattığı sızılı bir hazzın izleri durmaktadır hálá.

    Belki de ölüm işte böyle bir şeydir.

    Bütün kainatın içinde toplandığı bir yıldıza dokunmak, mutlak ve sonsuz bir haz duyarak o yıldızın parçası olmaktır.

    Belki de güzel bir şeydir ölüm.

    'Küçük ölüm' böylesine muhteşem olduğuna göre...

    O belki de daha muhteşemdir.... :)

  • Pınar Aslan
    Pınar Aslan

    Dünyaya ölmeye gelinir.

    Yaşanmaya gelinseydi, koşunun sonu hep yeni yaşamalara çıkardı. Koştukça hayata yaklaşır, bitmeyen ömürleri tekrar tekrar yakalardık.

    “Her fâni ölümü tadacaktır...”

    Koşuların, hedeflerin, bitirişlerin son soluğunda ölümü tatmak var...

    Geldik, gideceğiz... Çare yok. Giderken doğduğumuz günkü gibi saf, temiz ve haramsız olabiliyor muyuz? Kazanç budur. Zor olan, imkânsız görünen budur. Ve inanmak, imkânsızı başarabilme gücü, azmi ve kuvvetidir.

    İnanmak, dolu dolu yaşamaktır.
    ...

    Ölüm “kötü son” değil. Sürpriz netice değil.

    Ölüm, koştuğumuz ve ulaştığımız tazeliktir...

    Ölümün bir adım ötesi yenilik.

    Ölümde konaklamadan ölümsüzlüğe varılmaz.. Ölümde dinleniriz. Ömür boyu süren yorgunluklar orada üstümüzden atılır.

    Yaradana ve İki Cihan Efendisi’ne (asm) yorgunluksuz kavuşuruz...

    Yepyeni! ...?

    ...

  • Uzay Türkmen
    Uzay Türkmen

    ölüm ruhun özgürleşmesinden başka bir şey değildir. Buna rağmen çok güzel bir şey değil. canlı bedenimizde yeterince yaşayıp ruhumuzu geliştirmemiz bedensiz yaşayacağı günlere alıştırmamız gerekir. Ruhumuz ancak başka ruhlarla dostça, kardeşçe sevgiyle geçindiği zaman gerçek manada özgür olabilir. Ruhumuz bunu öğrenene kadar ölümden sonra başka bedenlere girer. Bedenimiz ve bu dünya ruhun okuludur. Yani mezun olamayan sınıfı tekrar eder başka bedene girer. Herkesin en kısa sürede mezun olması dileklerimle

  • Mesut Çelik
    Mesut Çelik

    Bazen bu kadar yaşadığım yeter diye düşünüp ölümün benim de kapımı çalmasını çok istiyorum. Ama belki görecek güzel günlerim var belkide daha fazla acılar çekeceğim şu dünyada ama takdiri ilahi işte o ne kadar izin verdiyse o kadar yaşayacağım diye avutuyorum kendimi.

  • Jiyana Berxwedan
    Jiyana Berxwedan

    ölüm ölüm dediğin neki gülüm ben senin için yaşamayı göze almışım :-)))))))))

  • Hamza
    Hamza

    ölüm ölüm dediğin nedirki gülüm ben senin için yaşamayı seçtim.. bu söze bakarsak yaşamak daha zor bu dünyada... :)