kuranda'her nefs ölümü tadacaktır'der. orda hayata devam edilecek gibi bir anlayış oluşuyor bu ayetten.her kişinin hesap görecegi muhakkak.ayrılık yoksa varsın gelsin,farketmez.
ölüm hakkında söylenecek çok şey var,tasfiri yapıla bilir yaşandığı sanıla bilir ama hepsi saçma onu hissedemezsiniz onu sadece yaşadığınızda anlarsınız ve anlatamazsınız
ölüm sıcak nefesini ensemde hissettiğim. ölüm bazen özleyip ve bazen istemediğim. ölüm korku ölüm dehşet,ölüm anı binbir ibret. ölüm sana bana ona,yaratılmış her canlıya. ölüm hasret bu dünyaya.ölüm vuslat yaradana.
ölüm nedir,bazen istediğimdir,bazen korktuğumdur,bazen andıklarım ve ağladığımdır,bazen gülüp ve ufacık yüreğimin sevinç çırpınışlarıdır.son: 7 tahta altıdır
Seni düşüncelerimin soyut sonsuzluğunda anlatmak isterdim. Çünkü sen düşünce gücümün algılamaya çalıştığı, soyut bir sonsuzluktan başka bir şey değilsin aslında. Soyut olman, somutlaşmadığın anlamına gelmiyor ancak; tam da somutlaştığın an daha da anlaşılmaz bir hale bürünüyorsun. Tam seni anladığımı hissettiğim an, beynimde soyutlaşıyorsun birden. Kimi canlı bedenlerde somutlaştığına tanık olmak, seni bana daha da yakınlaştırıyor. Fakat, somutlaştığın varlıkları sonsuza kadar alıp götürüyor benden. Seni kavrayabilmenin tek yolunun, bende somutlaşmanla mümkün olabileceğini düşünsem de zaman zaman, bunun tatlı bir yanılsama olduğunu çok geçmeden anlıyorum. Çünkü, “senin bende somutlaştığını bilmemin, bildiğim son şey olacağı”nı biliyorum. Bu bildiğim şey ise, artık “hiçbir şey bilemeyeceğim” gerçeğine götürüyor beni. Seni nasıl bilebileceğimi bilmiyorum. Senin hangi yüzün gerçek, onu da bilmiyorum. Soyut halini mi hakikatle özdeşleştirmek doğru olur yoksa somut halini mi? Kafamda kavram kargaşası yaratıyorsun ve ben, bilmeye duyduğum özlemin çaresizliği içinde bir bunalıma sürükleniyorum.
Seninle karşı karşıya, hatta burun buruna geldiğimiz anları anımsıyorum. Ya sen benden teğet geçtin, ya da ben sana çelme taktım. Gücünün karşısında gücümün çok yetersiz, hatta “hiç”e yakın olduğunu, gözardı etmemin benim için bir avuntudan başka bir şey olmadığını kabul ediyorum çoğu kez. Sen, ya çok şakacısın, ya da çok acımasız. Gücünün karşısında vurdumduymazlığa bel bağlayanın, yalnızca ben olmadığımı biliyorum.
Birgün bana geleceksin biliyorum. Biliyorum ki; er ya da geç bende de somutlaşacaksın. Belki bir gece vakti, belki şafak sökerken henüz, belki bir gün batımında, ya da yakıcı bir öğle vakti çalacaksın kapımı. Bulutlu bir gün de geleceksin belki de geleceğini önceden haber vererek. Ya da güneşli güzel bir günde apansız bastıran yağmurlar gibi, geldiğini bile hissettirmeden zorlayacaksın kapımı. Karlı bir günde de gösterebilirsin belki karbeyaz yüzünü. İlkyaza merhaba bile diyemeden, doyamadan ilkyazın güzelliklerine alıp götüreceksin beni. Doğanın üzerindeki beyaza aşık olan bana, bedenime giydireceğin son beyazla veda edeceğim sensizliğe. O an geldiğinde, bu bana göstereceğin “son beyaz” olacak
İlkyazın ilk çiçeklerinin pembe beyaz harmonisini artık göremeyecek ve kelebeğin kanat çırpmasına tanık olamayacak olmanın hüznü çoğalıyor içimde. Gürül gürül akıp giden zamanın getireceklerinden etkilenemeyecek olmanın, okunacak onca kitaplardaki bilgiyi bilme gücüne veda etmenin acısı kaplıyor yüreğimi. Sevdiğin herkese ve her şeye farkında olmadan veda edecek olmayı yaşamak ve bunların sadece 'seni bilmek' yanılsamasıyla gerçekleşmesi ne kadar da trajik aslında.
“Senden korkmuyorum” dememin, kendimi kandırmanın ötesinde bir anlamı var mı bilmiyorum. Belki senden korkuyor da olabilirim ama korkumun nedeni seninle yüz yüze gelip yüzleşmemiz değil. Sana karşı verilemeyecek hesabım yok. Hem sana karşı hesabım açık verecek dahi olsa, bunu anlayabileceğini ümit ediyorum. Senden önceki zamanda, sensizlikte hesabı hep açık veren, daha doğrusu senden önceliliğe, hep borç takan ve bu şekilde yaşamaya alışmak zorunda kalan birinin, vurdumduymaz gibi görünen trajikomik tavrını, o kişinin kaşarlanmış bir yüzsüz olmasıyla bağdaştırmak adil olmaz. Aksine, verdiklerinin karşılığını alamayan ve bunlara geçici yenilgiler avuntusuyla göğüs gererek varoluşunu sürdüren birisinin çaresiz çırpınışlarının götürdüğü, son durağa karşı olan yolculuğunda yaşadığı bir zayıflığı, bir güçsüzlüğü denilebilir.
Senden öncesinin hiç de adil olmadığına kuşkum yok. Buna karşın senin daha adil olduğunu biliyorum. Adalet konusunda felsefe yapıyor olmam senden öncesinin adil olmasını sağlamıyor. Senden korkmayışımın hatta zaman zaman seni seviyor ve özlüyor olmamın bir nedeni; senin, senden öncekine göre daha adil olman, olabilir. Aslında itiraf etmeliyim ki; senin adil olduğun konusunda da kuşkuya düştüm şimdi. Gerçekten adil misin? Yo, sanmıyorum adil olduğunu. Çünkü bazen öylesine beklenirsin, öylesine özlenirsin ama bir türlü gelmezsin ve gelmeyişin olabileceklerin en kötüsü olur. Bazen de, hiç akılda yokken birden bire gelirsin. Aslında, senin gizemin, ne zaman geleceğini kimsenin bilmemesinde saklı galiba. Bu, senin -belki de- en güzel yüzün olsa gerek. Aksi olsaydı, hem “sensizlik” hem “senle olmak” ne kadar korkunç olurdu kimbilir.
Beni ilgilendiren şey, sadece bende somutlaşacak olman değil. Bu bana hiç ürküntü vermiyor. Bana ürküntü veren şey; bildiğim, tanıdığım, sevdiğim insanlarda somutlaştığını görmek. Bunu bana gösterdiğinde yüreğim bir yangın yerine dönüşüyor. Esas o zaman yürekler yanıyor alev alev. “Seninle yüz yüze gelmek bize ürküntü vermiyor….Lakin dostlardan ayrılmanın ıstırabı zor” demişti ya şair. Bana da öyle geliyor. Hem öyle bir dost ki, öyle bir insan ki, öyle bir canan ki, ben onun yüzünü bir kez bile görmeden tüm güzelliklerini görebildim. Ama görebildiğim güzellikleri onun sadece suda kalan yüzü. Oysa onun bir aysberg olduğunu hissedebiliyorum. Ne olursun uzak dur ondan. Lütfen ona yaklaşma. Onda somutlaştığını görmem, senden önceliğin bana tattıracağı en büyük acılardan biri olur benim için. Bunu bana tattırma ne olursun.
Şimdi bir parkın, tahta kuru masalarından birinde, kalemimden bu satırlar ak sayfalara dökülürken, güz yangınını anımsatan, dalından kopmaya başlamış, sararmış her bir yaprağa bakıp bakıp seni düşünüyorum. Şu anda tüm çıplaklığın ile, senin soyutluluğuna darbe indiren öteki yüzünü, somut halini görebiliyorum. Senin bende somutlaşman benim için sonun başlangıcı olacak. Ama her bitişin yeni bir başlangıcı olduğunu henüz unutmadım. Aslında, zaman zaman senden korktuğum olsa da, bu korkumun senden kaynaklanmadığını; senin getireceklerinden ve götüreceklerinden kaynaklandığını biliyorum.
Bütün ilişkimiz bir düzlemde, absis ile ordinatın keşiştiği, yolların birleştiği, orijindeki bir buluşmadan ibaret olacak. Ben var oldukça sen olmayacaksın; sen geldiğinde is, ben olmayacağım. Sadece bir orijinlik buluşmamız olacak seninle. Bu buluşmanın kaçınılmazlığının farkında olan şahsım için, orijinde yaşayacağı anlık dönüşümün bilinmezliği bile çekici olabiliyor.
İlk ve tek kez gerçekleşecek olan bu buluşmamızın senin için, seni zafer kazanmış bir komutan havasına sokmayacak kadar sıradan, basit ve olağan bir buluşma olacağını bilmek beni rahatlatıyor. Karşılaştığımız andan itibaren seni ve senin dışındakileri, ne somut ne de soyut olarak bilmem ve anlatabilmem artık mümkün olmayacak. Seni “bilmek” benim için keyifli bir biliş ve bu biliş “bildiğim son şey” olacak. Bir gün geleceksin. Seni bekliyorum. Seni yaşayarak bilmeyi bekliyorum. Görüşmek üzere benim, somutlaşmaya yüz tutmuş sevgili soyut sonsuzluğum.
İnsanların bu dünyadaki sınavları bittikten sonra, bu sınavın sonucunu öğrenmek ve sonuca göre oluşan yeni yaşamlarına geçmek için bu dünyadan ayrıldıkları andır.Yani bir geçiş anıdır ve süresi saniyenin binde biri kadardır.
'İNSANLAR UYKUDADIR,ÖLÜNCE UYANIRLAR.DOLAYISIYLA DÜNYA HAYATI, GEÇTİĞİNİZ ALEMDE SİZİN İÇİN BİR RÜYA OLACAKTIR...ÖYLE İSE ÖLMEDEN ÖNCE ÖL; Kİ, UYKUDAN DÜNYADA İKEN UYAN! ..GERÇEKLERİ GÖR VE O GERÇEKLERE GÖRE YAŞAMINI DÜZENLE! .. ' Ahmed Hulusi
ölüm son değil, aksine sonsuzluğun başlangıcıdır. ölüm yeniden doğuşumuzdur. ama bu küçücük ve dar dünyaya benzer bir yerde değil, sınırsız ve ölümsüz bir dünyada..”Dünyada yaşadığım ve gördüğüm her şey bir denizin dalgası gibidir, dalga sahile vurdumu ölüm demektir.”. Bu dünyada uyuyan ruhunu uyandırmak, beden için bir ölümdür. bu dünya için ruh insan bedeninde hapsedilmiş bir kuş gibidir ve özgürlüğünü bekler durur.ölüm o kuşu salıvermektir.bir dünya değiliz, iki dünyadan ibaretiz. Bazen bir damla, bazen de deniz oluruz ve o denizlerde medcezir oluruz. Bazen kül bazen de köz. Üç okyanusta tufan, dokuz gezegende yörüngeyiz. Kıyamet kopup bütün gezegenler parçalansa, yıldızlar semadan birer birer dökülse bile, biz başka bir dünyada daha da yüksekteyiz. Biz her güzellik için bir ayna, aynaya da parlak bir yüzüz. Ve yıldızımız bütün yıldızlardan çok öte, gördüğün bütün yıldızların ruhudur, varlığıdır. O kadar yüksek bir varlık olduğumuz halde, bedenlerimiz bu dünyada toprak altına girecektir. yani ölecektir. 'sevgi ve ben' adlı kitaptan bir alıntı...
ölüm ektiğini biçmek demek yada meyvesini toplamak kısacası hasadını aklamak demek.. bence insan doğar bebek olur bilinirki ihtiyaçları karşılanır başkası tarafından büyür genç olur evlenir dede olur işte o zaman tekrar küçülmeye başlar vede kendi ihtiyaçlarını göremez oldumu tekrar yardım alır başkasından ama bu kez geldiği yere gider. toprağa
HAYATIN TEK GERÇEĞİ ÖLÜM DÜR BENCE...... ÇOĞU İNSAN KABUL ETMEK İSTEMESEDE TEK GERÇEK ÖLÜM DÜR...... ALLAH HERKESE HER ŞEYİN HAYIRLISI NI NASİP EDER ZATEN ŞÜPHE YOKTUR BUNDAN... İNŞALLAH ÖLÜMÜNDE HAYIRLISI NASİP OLUR TÜM İNSANLIĞA...SİVAS TAN ŞEHRİYAR.....
Kendi dilimizle konuştugumuzda şöyle diyebiliriz; bir varmış bir yokmuş oluyoruz. Arasındakide yaşamımız.Ne varoluşumuzu nede yok oluşumuzu biliyoruz.
Huzura Doğru
Ölümünde sefalar getireceği an olacaktır! . İş kavgası, eş kavgası, aşk kavgası,kardeş kavgası,son bulacaktır. Ölümünde huzur getireceği an olacaktır Ele avuca düşmenin korkusu son bulacaktır. Güzel olmak, üstün olmak,beğenilmek isteyen benimiz, Belkide özünü bulacaktır. Dünyayı zapt etmeye çalışan benimiz,yok olacaktır! .
Cevher Topo Kendimizi fark ettikten ben diyebildiktan sonra ölümüde fark ediyoruz. Diger canlılardan farkımızda bu olsa gerek! Bu soru.İlk insana sorulsaydı sanırım bende böyle bir bilgi yok derdi. .
Kendi dilimizle konuştugumuzda şöyle diyebiliriz; bir varmış bir yokmuş oluyoruz. Arasındakide yaşamımız.Ne varoluşumuzu nede yok oluşumuzu biliyoruz.
Huzura Doğru
Ölümünde sefalar getireceği an olacaktır! . İş kavgası, eş kavgası, aşk kavgası,kardeş kavgası,son bulacaktır. Ölümünde huzur getireceği an olacaktır Ele avuca düşmenin korkusu son bulacaktır. Güzel olmak, üstün olmak,beğenilmek isteyen benimiz, Belkide özünü bulacaktır. Dünyayı zapt etmeye çalışan benimiz,yok olacaktır! .
Cevher Topo Kendimizi fark ettikten ben diyebildiktan sonra ölümüde fark ediyoruz. Diger canlılardan farkımızda bu olsa gerk. .
Kalbinin kanadığı, aklının almadığı anca yaşamaya devam ettiğin hayatın ta en gerçeği.....
her son yeni bir başlangıçtır ölüm de yeni bir başlangıçtır
Ölüm bedenimizde manevi olarak yaşayan, RUHUN ayrılmasıdır.
kuranda'her nefs ölümü tadacaktır'der. orda hayata devam edilecek gibi bir anlayış oluşuyor bu ayetten.her kişinin hesap görecegi muhakkak.ayrılık yoksa varsın gelsin,farketmez.
ölüm fiziksel olarak yolun sonu, ruhsal olarak da uykudan uyanma anıdır...
Çare yok herkes tadacak! ! !
Ölüminanışa göre değişir ölüm sadece bedenseldir ruhsal ölüm yoktur.....................? ? ? ? ? ? ? ? ?
ölüm hakkında söylenecek çok şey var,tasfiri yapıla bilir yaşandığı sanıla bilir ama hepsi saçma onu hissedemezsiniz onu sadece yaşadığınızda anlarsınız ve anlatamazsınız
ölüm sıcak nefesini ensemde hissettiğim.
ölüm bazen özleyip ve bazen istemediğim.
ölüm korku ölüm dehşet,ölüm anı binbir ibret.
ölüm sana bana ona,yaratılmış her canlıya.
ölüm hasret bu dünyaya.ölüm vuslat yaradana.
ölüm nedir,bazen istediğimdir,bazen korktuğumdur,bazen andıklarım ve ağladığımdır,bazen gülüp ve ufacık yüreğimin sevinç çırpınışlarıdır.son: 7 tahta altıdır
Hayat bir yokuştu, tırmandım, Ölüm se iniş,
Gel sevgili Azrail, bir de benimle seviş,
Zaman boynuma ilmek, hayat altımda sehpa,
Çek hayatı, Sıkışsın zaman... Perdeyi kapa.
Kör kuyularda..................
Seni düşüncelerimin soyut sonsuzluğunda anlatmak isterdim. Çünkü sen düşünce gücümün algılamaya çalıştığı, soyut bir sonsuzluktan başka bir şey değilsin aslında. Soyut olman, somutlaşmadığın anlamına gelmiyor ancak; tam da somutlaştığın an daha da anlaşılmaz bir hale bürünüyorsun. Tam seni anladığımı hissettiğim an, beynimde soyutlaşıyorsun birden. Kimi canlı bedenlerde somutlaştığına tanık olmak, seni bana daha da yakınlaştırıyor. Fakat, somutlaştığın varlıkları sonsuza kadar alıp götürüyor benden. Seni kavrayabilmenin tek yolunun, bende somutlaşmanla mümkün olabileceğini düşünsem de zaman zaman, bunun tatlı bir yanılsama olduğunu çok geçmeden anlıyorum. Çünkü, “senin bende somutlaştığını bilmemin, bildiğim son şey olacağı”nı biliyorum. Bu bildiğim şey ise, artık “hiçbir şey bilemeyeceğim” gerçeğine götürüyor beni. Seni nasıl bilebileceğimi bilmiyorum. Senin hangi yüzün gerçek, onu da bilmiyorum. Soyut halini mi hakikatle özdeşleştirmek doğru olur yoksa somut halini mi? Kafamda kavram kargaşası yaratıyorsun ve ben, bilmeye duyduğum özlemin çaresizliği içinde bir bunalıma sürükleniyorum.
Seninle karşı karşıya, hatta burun buruna geldiğimiz anları anımsıyorum. Ya sen benden teğet geçtin, ya da ben sana çelme taktım. Gücünün karşısında gücümün çok yetersiz, hatta “hiç”e yakın olduğunu, gözardı etmemin benim için bir avuntudan başka bir şey olmadığını kabul ediyorum çoğu kez. Sen, ya çok şakacısın, ya da çok acımasız. Gücünün karşısında vurdumduymazlığa bel bağlayanın, yalnızca ben olmadığımı biliyorum.
Birgün bana geleceksin biliyorum. Biliyorum ki; er ya da geç bende de somutlaşacaksın. Belki bir gece vakti, belki şafak sökerken henüz, belki bir gün batımında, ya da yakıcı bir öğle vakti çalacaksın kapımı. Bulutlu bir gün de geleceksin belki de geleceğini önceden haber vererek. Ya da güneşli güzel bir günde apansız bastıran yağmurlar gibi, geldiğini bile hissettirmeden zorlayacaksın kapımı. Karlı bir günde de gösterebilirsin belki karbeyaz yüzünü. İlkyaza merhaba bile diyemeden, doyamadan ilkyazın güzelliklerine alıp götüreceksin beni. Doğanın üzerindeki beyaza aşık olan bana, bedenime giydireceğin son beyazla veda edeceğim sensizliğe. O an geldiğinde, bu bana göstereceğin “son beyaz” olacak
İlkyazın ilk çiçeklerinin pembe beyaz harmonisini artık göremeyecek ve kelebeğin kanat çırpmasına tanık olamayacak olmanın hüznü çoğalıyor içimde. Gürül gürül akıp giden zamanın getireceklerinden etkilenemeyecek olmanın, okunacak onca kitaplardaki bilgiyi bilme gücüne veda etmenin acısı kaplıyor yüreğimi. Sevdiğin herkese ve her şeye farkında olmadan veda edecek olmayı yaşamak ve bunların sadece 'seni bilmek' yanılsamasıyla gerçekleşmesi ne kadar da trajik aslında.
“Senden korkmuyorum” dememin, kendimi kandırmanın ötesinde bir anlamı var mı bilmiyorum. Belki senden korkuyor da olabilirim ama korkumun nedeni seninle yüz yüze gelip yüzleşmemiz değil. Sana karşı verilemeyecek hesabım yok. Hem sana karşı hesabım açık verecek dahi olsa, bunu anlayabileceğini ümit ediyorum. Senden önceki zamanda, sensizlikte hesabı hep açık veren, daha doğrusu senden önceliliğe, hep borç takan ve bu şekilde yaşamaya alışmak zorunda kalan birinin, vurdumduymaz gibi görünen trajikomik tavrını, o kişinin kaşarlanmış bir yüzsüz olmasıyla bağdaştırmak adil olmaz. Aksine, verdiklerinin karşılığını alamayan ve bunlara geçici yenilgiler avuntusuyla göğüs gererek varoluşunu sürdüren birisinin çaresiz çırpınışlarının götürdüğü, son durağa karşı olan yolculuğunda yaşadığı bir zayıflığı, bir güçsüzlüğü denilebilir.
Senden öncesinin hiç de adil olmadığına kuşkum yok. Buna karşın senin daha adil olduğunu biliyorum. Adalet konusunda felsefe yapıyor olmam senden öncesinin adil olmasını sağlamıyor. Senden korkmayışımın hatta zaman zaman seni seviyor ve özlüyor olmamın bir nedeni; senin, senden öncekine göre daha adil olman, olabilir. Aslında itiraf etmeliyim ki; senin adil olduğun konusunda da kuşkuya düştüm şimdi. Gerçekten adil misin? Yo, sanmıyorum adil olduğunu. Çünkü bazen öylesine beklenirsin, öylesine özlenirsin ama bir türlü gelmezsin ve gelmeyişin olabileceklerin en kötüsü olur. Bazen de, hiç akılda yokken birden bire gelirsin. Aslında, senin gizemin, ne zaman geleceğini kimsenin bilmemesinde saklı galiba. Bu, senin -belki de- en güzel yüzün olsa gerek. Aksi olsaydı, hem “sensizlik” hem “senle olmak” ne kadar korkunç olurdu kimbilir.
Beni ilgilendiren şey, sadece bende somutlaşacak olman değil. Bu bana hiç ürküntü vermiyor. Bana ürküntü veren şey; bildiğim, tanıdığım, sevdiğim insanlarda somutlaştığını görmek. Bunu bana gösterdiğinde yüreğim bir yangın yerine dönüşüyor. Esas o zaman yürekler yanıyor alev alev. “Seninle yüz yüze gelmek bize ürküntü vermiyor….Lakin dostlardan ayrılmanın ıstırabı zor” demişti ya şair. Bana da öyle geliyor. Hem öyle bir dost ki, öyle bir insan ki, öyle bir canan ki, ben onun yüzünü bir kez bile görmeden tüm güzelliklerini görebildim. Ama görebildiğim güzellikleri onun sadece suda kalan yüzü. Oysa onun bir aysberg olduğunu hissedebiliyorum. Ne olursun uzak dur ondan. Lütfen ona yaklaşma. Onda somutlaştığını görmem, senden önceliğin bana tattıracağı en büyük acılardan biri olur benim için. Bunu bana tattırma ne olursun.
Şimdi bir parkın, tahta kuru masalarından birinde, kalemimden bu satırlar ak sayfalara dökülürken, güz yangınını anımsatan, dalından kopmaya başlamış, sararmış her bir yaprağa bakıp bakıp seni düşünüyorum. Şu anda tüm çıplaklığın ile, senin soyutluluğuna darbe indiren öteki yüzünü, somut halini görebiliyorum. Senin bende somutlaşman benim için sonun başlangıcı olacak. Ama her bitişin yeni bir başlangıcı olduğunu henüz unutmadım. Aslında, zaman zaman senden korktuğum olsa da, bu korkumun senden kaynaklanmadığını; senin getireceklerinden ve götüreceklerinden kaynaklandığını biliyorum.
Bütün ilişkimiz bir düzlemde, absis ile ordinatın keşiştiği, yolların birleştiği, orijindeki bir buluşmadan ibaret olacak. Ben var oldukça sen olmayacaksın; sen geldiğinde is, ben olmayacağım. Sadece bir orijinlik buluşmamız olacak seninle. Bu buluşmanın kaçınılmazlığının farkında olan şahsım için, orijinde yaşayacağı anlık dönüşümün bilinmezliği bile çekici olabiliyor.
İlk ve tek kez gerçekleşecek olan bu buluşmamızın senin için, seni zafer kazanmış bir komutan havasına sokmayacak kadar sıradan, basit ve olağan bir buluşma olacağını bilmek beni rahatlatıyor. Karşılaştığımız andan itibaren seni ve senin dışındakileri, ne somut ne de soyut olarak bilmem ve anlatabilmem artık mümkün olmayacak. Seni “bilmek” benim için keyifli bir biliş ve bu biliş “bildiğim son şey” olacak. Bir gün geleceksin. Seni bekliyorum. Seni yaşayarak bilmeyi bekliyorum. Görüşmek üzere benim, somutlaşmaya yüz tutmuş sevgili soyut sonsuzluğum.
Metin Başol
Nisan-Mayıs 2006-Ankara
bitmiycek sandığımız hayatın son noktası,sonsuzluğa başlayan uzun ve bitmeyecek bi yolculuğun ilk günü...
sizce ölüm nedir ne anlama geldiğini düşünen varmıdır acaba.? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ?
İnsanların bu dünyadaki sınavları bittikten sonra, bu sınavın sonucunu öğrenmek ve sonuca göre oluşan yeni yaşamlarına geçmek için bu dünyadan ayrıldıkları andır.Yani bir geçiş anıdır ve süresi saniyenin binde biri kadardır.
'İNSANLAR UYKUDADIR,ÖLÜNCE UYANIRLAR.DOLAYISIYLA DÜNYA HAYATI, GEÇTİĞİNİZ ALEMDE SİZİN İÇİN BİR RÜYA OLACAKTIR...ÖYLE İSE ÖLMEDEN ÖNCE ÖL; Kİ, UYKUDAN DÜNYADA İKEN UYAN! ..GERÇEKLERİ GÖR VE O GERÇEKLERE GÖRE YAŞAMINI DÜZENLE! .. ' Ahmed Hulusi
Yarını düşünürüm rarın varmı acaba bu gün ne iş yaptın yarın için...? ? ? ? ? ? ? ?
ölüm son değil, aksine sonsuzluğun başlangıcıdır. ölüm yeniden doğuşumuzdur. ama bu küçücük ve dar dünyaya benzer bir yerde değil, sınırsız ve ölümsüz bir dünyada..”Dünyada yaşadığım ve gördüğüm her şey bir denizin dalgası gibidir, dalga sahile vurdumu ölüm demektir.”. Bu dünyada uyuyan ruhunu uyandırmak, beden için bir ölümdür. bu dünya için ruh insan bedeninde hapsedilmiş bir kuş gibidir ve özgürlüğünü bekler durur.ölüm o kuşu salıvermektir.bir dünya değiliz, iki dünyadan ibaretiz. Bazen bir damla, bazen de deniz oluruz ve o denizlerde medcezir oluruz. Bazen kül bazen de köz. Üç okyanusta tufan, dokuz gezegende yörüngeyiz. Kıyamet kopup bütün gezegenler parçalansa, yıldızlar semadan birer birer dökülse bile, biz başka bir dünyada daha da yüksekteyiz. Biz her güzellik için bir ayna, aynaya da parlak bir yüzüz. Ve yıldızımız bütün yıldızlardan çok öte, gördüğün bütün yıldızların ruhudur, varlığıdır. O kadar yüksek bir varlık olduğumuz halde, bedenlerimiz bu dünyada toprak altına girecektir. yani ölecektir. 'sevgi ve ben' adlı kitaptan bir alıntı...
sevgiliye kavuşmaktır ölüm.gerçekleri sınırsızca yaşamak kaybettiklerini bulmaktır ölüm.ölüm öldükten sonra binlerce defa ölmektir
bugünü düşünürüm...dün geçti... yarın varmı? ?
gençliğe de güvenmem..ölen hep ihtiyar mı? ? ?
sadece hayatını dolu dolu yaşamams 1sonkorktugu
hak
yeni bir hayata başlangıç. beden olarak değil bilinç olarak başlayacağımız yeni hayata doğum, ölümdür...
ölüm ektiğini biçmek demek yada meyvesini toplamak kısacası hasadını aklamak demek.. bence insan doğar bebek olur bilinirki ihtiyaçları karşılanır başkası tarafından büyür genç olur evlenir dede olur işte o zaman tekrar küçülmeye başlar vede kendi ihtiyaçlarını göremez oldumu tekrar yardım alır başkasından ama bu kez geldiği yere gider. toprağa
dağların yalın gölgesinde geçti
ilk gençliğim
düşe kalka büyüdüm
asi ve kırılgan şerbetinden içerek
ölümlerin…
BENCE ÖLÜM HAYATIN ÖMÜR DENİLEN KISA SÜRENİN TEK GERÇEĞİDİR..... ALLAH HERKESE HAYIRLI ÖLÜMLER NASİP ETSİN.....SİVASTAN ŞEHRİYAR.....
HAYATIN TEK GERÇEĞİ ÖLÜM DÜR BENCE...... ÇOĞU İNSAN KABUL ETMEK İSTEMESEDE TEK GERÇEK ÖLÜM DÜR...... ALLAH HERKESE HER ŞEYİN HAYIRLISI NI NASİP EDER ZATEN ŞÜPHE YOKTUR BUNDAN... İNŞALLAH ÖLÜMÜNDE HAYIRLISI NASİP OLUR TÜM İNSANLIĞA...SİVAS TAN ŞEHRİYAR.....
Kendi dilimizle konuştugumuzda şöyle diyebiliriz; bir varmış bir yokmuş oluyoruz. Arasındakide yaşamımız.Ne varoluşumuzu nede yok oluşumuzu biliyoruz.
Huzura Doğru
Ölümünde sefalar getireceği an olacaktır! .
İş kavgası, eş kavgası, aşk kavgası,kardeş kavgası,son bulacaktır.
Ölümünde huzur getireceği an olacaktır
Ele avuca düşmenin korkusu son bulacaktır.
Güzel olmak, üstün olmak,beğenilmek isteyen benimiz,
Belkide özünü bulacaktır. Dünyayı zapt etmeye çalışan benimiz,yok olacaktır! .
Cevher Topo
Kendimizi fark ettikten ben diyebildiktan sonra ölümüde fark ediyoruz. Diger canlılardan farkımızda bu olsa gerek! Bu soru.İlk insana sorulsaydı sanırım bende böyle bir bilgi yok derdi.
.
Kendi dilimizle konuştugumuzda şöyle diyebiliriz; bir varmış bir yokmuş oluyoruz. Arasındakide yaşamımız.Ne varoluşumuzu nede yok oluşumuzu biliyoruz.
Huzura Doğru
Ölümünde sefalar getireceği an olacaktır! .
İş kavgası, eş kavgası, aşk kavgası,kardeş kavgası,son bulacaktır.
Ölümünde huzur getireceği an olacaktır
Ele avuca düşmenin korkusu son bulacaktır.
Güzel olmak, üstün olmak,beğenilmek isteyen benimiz,
Belkide özünü bulacaktır. Dünyayı zapt etmeye çalışan benimiz,yok olacaktır! .
Cevher Topo
Kendimizi fark ettikten ben diyebildiktan sonra ölümüde fark ediyoruz. Diger canlılardan farkımızda bu olsa gerk.
.
ölüm.............................
belki bir kurtuluş ........
belki yeni bir başlangıç........
belki bir son..........
ya da hiçbiri ..........