Geçen haftasonu yolumun üzerindeki sahafa uğradım. arkadaşımın babasının dükkanıdır, girince tuhaf büyüsüne kapıldığım mekan.. bana, okumaya değer birkaç kitap tavsiye etmesini istedim..klasik birkaç eser tavsiye etti ve Nazan Bekiroğlu kitaplarını da sıkılmadan okuyabileceğimi söyledi.. sevgili sahafımın zevkine ve kültür birikimine güvendiğim için, yazarın iki kitabını aldım ve şu an, 'İsimle Ateş Arasında' yı okumaktayım..
bir yanda Numan'la Nihâde'nin tutkulu, hüzün dolu aşkı, öte yanda ise, yeniçeri ocağında varolmakla tükenmek arası bir savaş..henüz kitabı bitirmediğim için ayrıntılı yorum yapamıyorum ancak, okurken, kahramanların ardı sıra sürüklendiğimi söyleyebilirim..nefesimi tutarak okuyorum vallaa :))
aldığım ikinci kitabın adı 'Mor Mürekkep' sanırım o da sürükleyici, heyecan verici bir kitap..
Şöyle diyor yazar kitabını anlatırken; 'Keder gözyaşlarının mor olduğunu biliyordum örneğin. Gözyaşları mor olan teyzeler de vardı hayatımda.
İkiye katlanmış kağıtlar arasında bir damla mor mürekkebin bıraktığı lekelerle oyalanan bir çocuktum.
Buyrun işte burası benim içim. Bunlar ters ayaklı cücelerim. Şu köşede gece kelebeklerim, şunlar da devlerim, perilerim ve cinlerim...
notun dibi; kendimi buldum bu satırlarda..sıcacık.......
kendisini gıyaben tanıyordum ve ilk kez bu sene ' La' kitabıyla kendini tanıma fırsatı buldum.. İyi ki de bulmuşum ve daha önce neden es geçtiğimi kitaplarını diye hayıflanıyorum.. O da şundan ileri geliyor, ben kadın yazarların kitaplarını okumayı pek tercih etmediğimden ama gördüm ki çok yanılmışım ve bu inancım kırıldı onun ve bir kaç isimin sayesinde..
Üslubu olağanüstü, çok etkileyici şiirsel ve masalsı bir anlatım tarzı yakalamış kendine.. Büylendim çok taktir ettim ve diğer kitaplarınıda fırsat buldukça okuyacağım inş.
Kendisini henüz tanımamış ve kitaplarının hiç birini okumamış olanlara önemle tavsiye edilir cancağızım tarafından.. ben ettim siz benim ettiğimi etmeyin bari.. Okumadan geçmeyin bu ismi garinti veriyorum asla pişman olmazsınız! ..
Ne kadar dürüst bilemem ama nazanı ve nazanındaki suzanı tanıyarak yorumluyorum...aklımla kalbim arasında değil.isimle ateş arasında yorumluyorum...elifin ve eliflenmeninin cismin ötesinde isimleştiren aşkına sığınarak yorumluyorum...ve nazan bekiroğlu tek hece 3 harf,bir adımda 3 alem=aşk...sen ELİF desende LA desende yine aşk diyeceksin bilirim...
'Beni,kazanamadığım değil; kaybettiklerim üzer...' O güzel insan: Oryantalist ressamların aygın baygın, muhayyileyi gıcıklayıcı, bol gölgeli gravürlerinin karşısında, sade ve gerçekçi bir Osmanlı minyatürü. Modern fakat yerli....
o gerçekten mükemmel bir yazar kitaplarını okumaktan mütiş bir zevk alıyorum kendisiyle tanışmak çok isterdim yeni kitaplar yazamsını bekliyorum inşallah hep yazar bizde hep onun kitaplarını okuruz...
O yaşayan yaşadığı duyguyu hissettirebilen bir yazar.Kitaplarıyla tanıştıktan sonra ona karşı derin bir sevgi ve merak uyandı bende.Birinci sınıftayken bir gün dersten erken çıkıp onun dersliğine onu görmeye gitmiştim.Allahım bu ne zerafet nasıl bir asalet...Büyülenmiş bir ceylan gibi izledim onu camlı kapı ardından.Göz göze geldiğimizde kalbimin durduğunu hissettim.Hayranı olduğum o muhteşem cümlelerin sahibi şimdi göz bebeklerimdeydi...ilk karşılaşmamızdan sonra küçük kampüsümüzde bir çok defa tekrarlandı bu sahne...
'EN SON YAĞMURLU BİR GECENİN SAPAĞINBA KARŞILAŞTIM KENDİMLE.İYİCE KİRLENMİŞ KÖTÜLEŞMİŞ ŞU ÇEHREMLE,BU BEN DEĞİLİM DESEMDE,KUŞKU YOK BU BENİM. BEN NEYİM! BEN NEYİM DİYE GELMEDİMEMDE DÜNYAYA, BELLİ; BEN NEYİM DİYE DİYE GİDECEĞİM.' (Cam Irmağı Taş Gemi'den.......)
Ama bekle gitme bir yazi daha yazacagim sana Hani demissin ya
Saniyordum ki ikimiz de padisahi bulacagiz Saniyordum ki ikimiz de padisah olacagiz Oysa ne karanlik seyler söyledik.Ne karanlik hırıltılar yükseldi bogazimizdan. Ne cok güldüler bize. Seni kimsecikler duymadi,duyacak olana sen söylemedin. Beni kimseler anlamadi….. Ne anlat ben dinliyorum,diyen bir ses geldi kulagima uzaklardan. Ne de dinle sana anlatıyorum,diyen
Okuyucunun, okuma eyleminin bir nedeni olarak yazara yönelmesi, edebiyat teorisinin meselelerinden birisidir. Okuyucu, edebî eseri ne için okur ki? Edebiyat teorisi buna dört türlü cevap veriyor: Bir/Edebî eserde kendisini bulduğu için; İki/Yazara yöneldiği, onu merak ettiği için; Üç/Sadece edebî eserin kendisi için ve; Dört/Haricî âleme yöneldiği için. Bunların ağırlığı okuyucunun edebî esere yönelmesinin nedenini verir. Benim kendi okuyucumda fark ettiğim şu oluyor ki; bir yandan, evet, doğrudan benim şahsıma yönelen bir ilgi var ve bu benim çok da ortalarda görünmeyişimin bilinçli ya da bilinçsiz körüklediği bir merak. Fakat benim okuyucumun kendisinin de önemli olduğunu ve onun bunu fark ettiğini yani kendisini önemsediğini de fark ediyorum. Yani ki eserde kendisini de buluyor. Sizin yazdığınızın rüyasını o görüyor. Demek bir buluşma söz konusu, aynı lisanı konuşma, aynı mana kuşağında kanat çırpma, meşrep uyuşması söz konusu. O zaman arkadaşa dönüşüyorsunuz, dertdaşa, hatta sırdaşa. Düşünsenize, elinizi yakan ve tutmaya tahammül edemeyerek masa üzerine fırlatıp attığınız mektuplarda ateş cümleler. Kaç yazara nasip olur? . Böylece biz; ben, yazdığım ve beni okuyan. Metnin dünyasını da taşan, okurun tamamlayıcı olduğu, yazarından hesap sorabildiği, onu sarsabildiği bir dünyayı tamamlayıp duruyoruz biteviye. Ezcümle esas olan yazıdır, ama bir okuyucusu ve bir yazarı var olduğu için.
Benim, ilgisine talip olduğum okuyucu profili bellidir, deyip kenara çekilme hakkım var ama bu hakkı kullanmayacağım bu defa, mahfuz kalmakla birlikte. Çünkü çok geniş kitlelere ulaşma niyetinde olan popüler romanla daha dar kitlelere hitap etmeyi başlangıçta göze almış kültür romanı her ne kadar ayrı mecralardan aksa da, kültür romanı yazarının da sorumluluğu var. Beni anlamadılar, demek kolaydır. Derin metin, tükenmeyen metin, bir bakıma Eco’nun “açık yapıt”ı, yani ki çoğalan metin, suda açılan halkalar gibi her okuyucuya okuyucunun kendi hacmi kadar söylemeyi başaran metindir. O, en dıştaki tek katmanlı ve en sade anlamdan başlayarak içe doğru derinleşen anlamlarda okunabilir.
Son kitabına bir türlü ulaşamadığım cinsi latif, nerede o yazılanlar. Nerede o kalbe işleyecek olan düşündürücü cümleler, manası bilinmeyen öğrenilme isteği ile satırlardan taşan kelimeler.
Geçenlerde (09 Mart 2007 Cuma günü) KTÜ/ Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Öğretim Görevlisi Ahmet Hilmi İmamoğlu biz öğrencilerini ziyaret etmek üzere Trabzon Lisesi’ne geldi. Öğretmenler odasında muhabbeti koyulaştırdıktan sonra Nazan Bekiroğlu Hoca’yı ve diğer hocaları ziyaret etmeye karar verdik. Randevu aldık. Öğretmen arkadaşlardan Meryem Bülbül ve Nebahat Eyüboğlu’yla beraber Söğütlü’ye gittik. Ahmet Bey arabasıyla götürdü bizi. Nazan Bekiroğlu hocamı ziyaret ettik. Daha sonra Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü hocalarından Bilal Kırımlı ve Osman Kemal Kayra da geldi. Maziye şöyle bir bakıverdik. Geçmişe dair anılara yolculuk yaptık.
Ben 1992 senesinde mezun oldum Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nden. Az değil aradan 15 sene geçmiş. Fakat geçmişte yaşananlar küllense de, unutulmamış. Hocalarımla çayları yudumlarken o güzel günleri konuşup geçliğin atmosferinde soluklandık. Hocalarımız bizi hiç unutmamış, tabii ki biz de onları unutmamışız. Aramızda hiçbir kırgınlık geçmemiş. Onun için ak sayfalar var arkamızda.
İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Köprübaşı’nda okudum ben... Geri kalmış bir bölge olduğu için eğitim ve öğretim adına fazla bir şey alamadık lise yıllarında… Çünkü derslerin çoğu öğretmensizlik yüzünden boş geçiyordu. İstanbul Türkçesi’nin esamisi okunmuyordu burada… İmlâ ve noktalama berbattı. Böyle bir altyapıyla Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’ne başladım. İlk aylarda doğal olarak bocaladım. Hocam Ahmet Hilmi İmamoğlu ‘Sen bu bölümde okuyamazsın, yol yakınken geri dön’ dedi. Beni bir korku sardı. Korku daha sonra hırsa dönüştü. Bu eksikliklerimi önce okuyarak, sonra yazarak giderecektim. İç dünyamda büyük bir seferberlik başlattım. Her gün kütüphanelerde akşamlıyor, kitapların üzerinden kalkmıyordum. Bunlar ders kitabı değildi. Hikâye, roman ve şiir türünde eserlerdi. Okudukça doldum, doldukça boşalma ihtiyacı hissettim.
O birikimle üniversitenin ilk yıllarında yazmaya başladım ben… Önce şiirle koyuldum işe. Daha sonra deneme, makale ve fıkralar geldi. Türksesi Gazetesi’nin sahibi rahmetli Ayhan Kıyak’a giderek gazetesinde yazmak istediğimi söyledim. Şöyle bir baktı bana, daha doğrusu süzdü beni. Tanımak için sorular yöneltti bana. Gözlerimdeki arzu ve heyecanı hissetmiş olmalı ki yazma teklifimi kabul etti. ‘Yarından itibaren yazmaya başla’ dedi. Tabii ki parasız yazacaktım. Dünyalar benim olmuştu. O gece uyumadım, ilk yazımı yazdım.
Böylece başladı yazma maceram… Ondan sonra 15 sene yazdım Ayhan Kıyak’ın Türksesi ve Hizmet Gazetelerinde… Görüldüğü gibi hâlâ buradayım. Bir ara Bizim Okul isimli derginin Yazı İşleri Müdürlüğünü yürüttüm. Okuyucu yanımızda yer almadığı için kısa zamanda kepenkleri kapattık. Yurt genelindeki pek çok dergide yazılarım ve şiirlerim görülmeye başladı. Artık belli çevrelerde tanınmaya başlamıştım. Hocam Nazan Bekiroğlu bu yönümü biliyor ve sırf bu yüzden bana değer veriyordu. O yıllarda hocam az yazıyordu, seçici davranıyordu. Ben pek çok dergi ve gazetedeki yazıları bir arada yürütüyordum. Bunlarla beraber zaman zaman hocam Nazan Hanım’la edebi münakaşalarda bulunuyordum.
Günümüz modern hikâyesinin öncülerindendir Nazan Bekiroğlu… Uzun yıllar boyunca yazdıklarını biriktirmiş, yakın geçmişte peş peşe yayınlamıştır. Kendisi şimdilerde Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümünde öğretim görevlisidir. Ben de dört yıl boyunca onun öğrencisi olma bahtiyarlığını yaşadım. O zamanlar Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü vardı orada… Nazan Hanım da bu bölümün başkanıydı. Yakın geçmişte, hangi akla hizmettir bilinmez, bu bölüm kaldırılarak yerine Türkçe Öğretmenliği Bölümü açıldı. Şimdilerde Bekiroğlu hocam bölüm başkanlığını bırakıp kendini edebi çalışmalar üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Nazan Bekiroğlu bu şehrin, Trabzon’un öz evladıdır. O, şehrimizin adını edebiyat sahasında geniş kitlelere duyurmaktadır. Fakat Trabzon halkının büyük çoğunluğu ne yazık ki onun varlığından bile haberdar değildir. Bırakın sıradan halkı, okumuş kesim bile bu büyük öykücünün varlığından bihaberdir. Bizde aydın kavramının dışı cilalı olsa da içi boştur.
Nazan Hanım deneme, makale, hikâye ve roman sahasında dev eserler vermiştir. “Nun Masalları(Öykü) , Cam Irmağı Taş Gemi(Öykü) , Mor Mürekkep(Deneme) , Mavi Lale(Deneme) , Cümle Kapısı(Deneme) , İsimle Ateş Arasında(Roman) , Yusuf İle Züleyha(Şark Mesnevisi) , Şair Nigar Hanım(İnceleme) , Halide Edip Adıvar(İnceleme) onun özgün eserleridir. Bu kitaplar seçkin kitapçıların raflarını süslemektedir. Fakat O, bu eserlerin sahibi büyük bir yazar olmasına rağmen tevazuu hiçbir zaman elden bırakmamaktadır. O, günümüz Türkiye’sinde çok kibar ve zarif bir Osmanlı Hanımefendisi gibi davranarak hayranlık uyandırmaktadır. Bu onun ruh inceliğinin bir yansıması olarak görülebilir.
Türkiye’nin son dönemde yetiştirmiş olduğu en büyük hikâyecilerden biri olan Nazan Bekiroğlu’yla, her tarafı kitaplarla dolu bir odada iki saate yakın muhabbet ettik. Her daldan ve her telden konuştuk. Bu, hoca öğrenci dostluğunun ve dayanışmasının bir nişanesiydi. Bana yanından ayrılırken “Yazdıklarını kitaplaştır. Bir dahaki gelişinde kendine ait bir kitapla yanıma gelmeni istiyorum.”dedi. Ben de kendisine yazdıklarımı kitap haline getirmenin büyük bir iddia ve cesaret gerektirdiğini, bunun zamanının gelmediğini söyledimse de o bana “Artık kemale erdin, bundan sonra yazdıklarını iki kapak arasına almalısın.” diye nasihatte bulundu. Ne diyelim, üstatlar en iyisini bilir. Bu kıymetli sanatkârın sohbetinden büyük bir haz alarak geri döndük. Kendisine bundan sonraki edebi hayatında üstün başarılar diliyorum. Onun öğrencisi olmak benim için şereftir. İyi ki varsın sevgili Nazan Bekiroğlu…
İSİM..ile ateş arasında biryerlerde yaşayan.. ateşin yanı başında eridiği halde ateşe dokunmaktan vazgeçmeyen bir parça buz.. bana ismi öğretti, varlık ile yokluk arasındaki farkı.. ve ben onda aşkı öğrendim.. aşkın sınırsızlığını.. engel tanımazlığını.. ve sonuçlarını.. ellerin dert, kalbin hüzün görmesin nazan bekiroğlu.. sen hep bizim hayatımızda yaşayıp ama kaleme veremediğimiz herşeyi yaz.. saygılar
Ahhhh...yanlış hatırlamıyorsam,Türk edebiyatı dergisinin ağustos ayı sayesinde tanıdım muhtereme hocamı.keşke daha evvel tanısa idim,keşke talebesi olabilseydim.
İnsan içinden yenilenmeyince dışından eskir.
Mücellâ
Yeniden ümit ettim.
Çünkü bazen ümit, neleri kaybettiğimizi, neleri kaçırdığımızı fark etmekle başlayan bir şeydir.
Ve o zaman istemek iyidir..
Ya Rabbi…
Nazan Bekiroğlu
Geçen haftasonu yolumun üzerindeki sahafa uğradım.
arkadaşımın babasının dükkanıdır, girince tuhaf büyüsüne kapıldığım mekan..
bana, okumaya değer birkaç kitap tavsiye etmesini istedim..klasik birkaç eser tavsiye etti ve Nazan Bekiroğlu kitaplarını da sıkılmadan okuyabileceğimi söyledi..
sevgili sahafımın zevkine ve kültür birikimine güvendiğim için, yazarın iki kitabını aldım ve şu an, 'İsimle Ateş Arasında' yı okumaktayım..
bir yanda Numan'la Nihâde'nin tutkulu, hüzün dolu aşkı, öte yanda ise, yeniçeri ocağında varolmakla tükenmek arası bir savaş..henüz kitabı bitirmediğim için ayrıntılı yorum yapamıyorum ancak, okurken, kahramanların ardı sıra sürüklendiğimi söyleyebilirim..nefesimi tutarak okuyorum vallaa :))
aldığım ikinci kitabın adı 'Mor Mürekkep' sanırım o da sürükleyici, heyecan verici bir kitap..
Şöyle diyor yazar kitabını anlatırken; 'Keder gözyaşlarının mor olduğunu biliyordum örneğin. Gözyaşları mor olan teyzeler de vardı hayatımda.
İkiye katlanmış kağıtlar arasında bir damla mor mürekkebin bıraktığı lekelerle oyalanan bir çocuktum.
Buyrun işte burası benim içim. Bunlar ters ayaklı cücelerim. Şu köşede gece kelebeklerim, şunlar da devlerim, perilerim ve cinlerim...
notun dibi; kendimi buldum bu satırlarda..sıcacık.......
Beni benden alan kitapların yazarı, biricik hocam, asalet ve nezaket abidesi, tam bir hanımefendi...
kendisini gıyaben tanıyordum ve ilk kez bu sene ' La' kitabıyla kendini tanıma fırsatı buldum.. İyi ki de bulmuşum ve daha önce neden es geçtiğimi kitaplarını diye hayıflanıyorum.. O da şundan ileri geliyor, ben kadın yazarların kitaplarını okumayı pek tercih etmediğimden ama gördüm ki çok yanılmışım ve bu inancım kırıldı onun ve bir kaç isimin sayesinde..
Üslubu olağanüstü, çok etkileyici şiirsel ve masalsı bir anlatım tarzı yakalamış kendine.. Büylendim çok taktir ettim ve diğer kitaplarınıda fırsat buldukça okuyacağım inş.
Kendisini henüz tanımamış ve kitaplarının hiç birini okumamış olanlara önemle tavsiye edilir cancağızım tarafından.. ben ettim siz benim ettiğimi etmeyin bari..
Okumadan geçmeyin bu ismi garinti veriyorum asla pişman olmazsınız! ..
Ne kadar dürüst bilemem ama nazanı ve nazanındaki suzanı tanıyarak yorumluyorum...aklımla kalbim arasında değil.isimle ateş arasında yorumluyorum...elifin ve eliflenmeninin cismin ötesinde isimleştiren aşkına sığınarak yorumluyorum...ve nazan bekiroğlu tek hece 3 harf,bir adımda 3 alem=aşk...sen ELİF desende LA desende yine aşk diyeceksin bilirim...
Nazan Hoca'mın bütün eserlerini okudum.Olağanüstü bir kişilik,olağanüstü bir kalem...'Saraydan bildiriyor...'
Edebiyle edebiyat yapan yazar...
'Beni,kazanamadığım değil; kaybettiklerim üzer...' O güzel insan: Oryantalist ressamların aygın baygın, muhayyileyi gıcıklayıcı, bol gölgeli gravürlerinin karşısında, sade ve gerçekçi bir Osmanlı minyatürü. Modern fakat yerli....
hayatı ve ona mükemmel bakışı canlandırıyor. Umut demek, düşünen bir duru zihin ve de insanı anlamak demektir
o gerçekten mükemmel bir yazar kitaplarını okumaktan mütiş bir zevk alıyorum kendisiyle tanışmak çok isterdim yeni kitaplar yazamsını bekliyorum inşallah hep yazar bizde hep onun kitaplarını okuruz...
O yaşayan yaşadığı duyguyu hissettirebilen bir yazar.Kitaplarıyla tanıştıktan sonra ona karşı derin bir sevgi ve merak uyandı bende.Birinci sınıftayken bir gün dersten erken çıkıp onun dersliğine onu görmeye gitmiştim.Allahım bu ne zerafet nasıl bir asalet...Büyülenmiş bir ceylan gibi izledim onu camlı kapı ardından.Göz göze geldiğimizde kalbimin durduğunu hissettim.Hayranı olduğum o muhteşem cümlelerin sahibi şimdi göz bebeklerimdeydi...ilk karşılaşmamızdan sonra küçük kampüsümüzde bir çok defa tekrarlandı bu sahne...
'EN SON YAĞMURLU BİR GECENİN SAPAĞINBA KARŞILAŞTIM KENDİMLE.İYİCE KİRLENMİŞ KÖTÜLEŞMİŞ ŞU ÇEHREMLE,BU BEN DEĞİLİM DESEMDE,KUŞKU YOK BU BENİM.
BEN NEYİM!
BEN NEYİM DİYE GELMEDİMEMDE DÜNYAYA,
BELLİ; BEN NEYİM DİYE DİYE GİDECEĞİM.'
(Cam Irmağı Taş Gemi'den.......)
Edebiyatı sevmem de etkisi büyük olan ilk yazarlardan birisi...
Ama bekle gitme bir yazi daha yazacagim sana
Hani demissin ya
Saniyordum ki ikimiz de padisahi bulacagiz
Saniyordum ki ikimiz de padisah olacagiz
Oysa ne karanlik seyler söyledik.Ne karanlik hırıltılar yükseldi bogazimizdan.
Ne cok güldüler bize.
Seni kimsecikler duymadi,duyacak olana sen söylemedin.
Beni kimseler anlamadi…..
Ne anlat ben dinliyorum,diyen bir ses geldi kulagima uzaklardan.
Ne de dinle sana anlatıyorum,diyen
Birsey söylemeliyim sana
Anlat ben dinliyorum
Ve dinle sana anlatiyorum….
……….…
benim çok kıymetli ve bir o kadarda değerli hocam.size o kar çok şey borçluyum ki canım hocam
isimle ateş arasında okumak
farklı, güzel bir dünyaya götürdü beni...
'aşk' çok güzel anlatılmış...
teşekkürler nazan bekiroğlu
Okuyucunun, okuma eyleminin bir nedeni olarak yazara yönelmesi, edebiyat teorisinin meselelerinden birisidir. Okuyucu, edebî eseri ne için okur ki? Edebiyat teorisi buna dört türlü cevap veriyor: Bir/Edebî eserde kendisini bulduğu için; İki/Yazara yöneldiği, onu merak ettiği için; Üç/Sadece edebî eserin kendisi için ve; Dört/Haricî âleme yöneldiği için. Bunların ağırlığı okuyucunun edebî esere yönelmesinin nedenini verir. Benim kendi okuyucumda fark ettiğim şu oluyor ki; bir yandan, evet, doğrudan benim şahsıma yönelen bir ilgi var ve bu benim çok da ortalarda görünmeyişimin bilinçli ya da bilinçsiz körüklediği bir merak. Fakat benim okuyucumun kendisinin de önemli olduğunu ve onun bunu fark ettiğini yani kendisini önemsediğini de fark ediyorum. Yani ki eserde kendisini de buluyor. Sizin yazdığınızın rüyasını o görüyor. Demek bir buluşma söz konusu, aynı lisanı konuşma, aynı mana kuşağında kanat çırpma, meşrep uyuşması söz konusu. O zaman arkadaşa dönüşüyorsunuz, dertdaşa, hatta sırdaşa. Düşünsenize, elinizi yakan ve tutmaya tahammül edemeyerek masa üzerine fırlatıp attığınız mektuplarda ateş cümleler. Kaç yazara nasip olur? . Böylece biz; ben, yazdığım ve beni okuyan. Metnin dünyasını da taşan, okurun tamamlayıcı olduğu, yazarından hesap sorabildiği, onu sarsabildiği bir dünyayı tamamlayıp duruyoruz biteviye. Ezcümle esas olan yazıdır, ama bir okuyucusu ve bir yazarı var olduğu için.
Benim, ilgisine talip olduğum okuyucu profili bellidir, deyip kenara çekilme hakkım var ama bu hakkı kullanmayacağım bu defa, mahfuz kalmakla birlikte. Çünkü çok geniş kitlelere ulaşma niyetinde olan popüler romanla daha dar kitlelere hitap etmeyi başlangıçta göze almış kültür romanı her ne kadar ayrı mecralardan aksa da, kültür romanı yazarının da sorumluluğu var. Beni anlamadılar, demek kolaydır. Derin metin, tükenmeyen metin, bir bakıma Eco’nun “açık yapıt”ı, yani ki çoğalan metin, suda açılan halkalar gibi her okuyucuya okuyucunun kendi hacmi kadar söylemeyi başaran metindir. O, en dıştaki tek katmanlı ve en sade anlamdan başlayarak içe doğru derinleşen anlamlarda okunabilir.
Mahşeri içinde taşıyan katipler zümresinden...
Son kitabına bir türlü ulaşamadığım cinsi latif, nerede o yazılanlar. Nerede o kalbe işleyecek olan düşündürücü cümleler, manası bilinmeyen öğrenilme isteği ile satırlardan taşan kelimeler.
ÜNLÜ HİKÂYECİ NAZAN BEKİROĞLU’YLA DOST SOHBETİ
M.NİHAT MALKOÇ
Geçenlerde (09 Mart 2007 Cuma günü) KTÜ/ Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Öğretim Görevlisi Ahmet Hilmi İmamoğlu biz öğrencilerini ziyaret etmek üzere Trabzon Lisesi’ne geldi. Öğretmenler odasında muhabbeti koyulaştırdıktan sonra Nazan Bekiroğlu Hoca’yı ve diğer hocaları ziyaret etmeye karar verdik. Randevu aldık. Öğretmen arkadaşlardan Meryem Bülbül ve Nebahat Eyüboğlu’yla beraber Söğütlü’ye gittik. Ahmet Bey arabasıyla götürdü bizi. Nazan Bekiroğlu hocamı ziyaret ettik. Daha sonra Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü hocalarından Bilal Kırımlı ve Osman Kemal Kayra da geldi. Maziye şöyle bir bakıverdik. Geçmişe dair anılara yolculuk yaptık.
Ben 1992 senesinde mezun oldum Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nden. Az değil aradan 15 sene geçmiş. Fakat geçmişte yaşananlar küllense de, unutulmamış. Hocalarımla çayları yudumlarken o güzel günleri konuşup geçliğin atmosferinde soluklandık. Hocalarımız bizi hiç unutmamış, tabii ki biz de onları unutmamışız. Aramızda hiçbir kırgınlık geçmemiş. Onun için ak sayfalar var arkamızda.
İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Köprübaşı’nda okudum ben... Geri kalmış bir bölge olduğu için eğitim ve öğretim adına fazla bir şey alamadık lise yıllarında… Çünkü derslerin çoğu öğretmensizlik yüzünden boş geçiyordu. İstanbul Türkçesi’nin esamisi okunmuyordu burada… İmlâ ve noktalama berbattı. Böyle bir altyapıyla Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’ne başladım. İlk aylarda doğal olarak bocaladım. Hocam Ahmet Hilmi İmamoğlu ‘Sen bu bölümde okuyamazsın, yol yakınken geri dön’ dedi. Beni bir korku sardı. Korku daha sonra hırsa dönüştü. Bu eksikliklerimi önce okuyarak, sonra yazarak giderecektim. İç dünyamda büyük bir seferberlik başlattım. Her gün kütüphanelerde akşamlıyor, kitapların üzerinden kalkmıyordum. Bunlar ders kitabı değildi. Hikâye, roman ve şiir türünde eserlerdi. Okudukça doldum, doldukça boşalma ihtiyacı hissettim.
O birikimle üniversitenin ilk yıllarında yazmaya başladım ben… Önce şiirle koyuldum işe. Daha sonra deneme, makale ve fıkralar geldi. Türksesi Gazetesi’nin sahibi rahmetli Ayhan Kıyak’a giderek gazetesinde yazmak istediğimi söyledim. Şöyle bir baktı bana, daha doğrusu süzdü beni. Tanımak için sorular yöneltti bana. Gözlerimdeki arzu ve heyecanı hissetmiş olmalı ki yazma teklifimi kabul etti. ‘Yarından itibaren yazmaya başla’ dedi. Tabii ki parasız yazacaktım. Dünyalar benim olmuştu. O gece uyumadım, ilk yazımı yazdım.
Böylece başladı yazma maceram… Ondan sonra 15 sene yazdım Ayhan Kıyak’ın Türksesi ve Hizmet Gazetelerinde… Görüldüğü gibi hâlâ buradayım. Bir ara Bizim Okul isimli derginin Yazı İşleri Müdürlüğünü yürüttüm. Okuyucu yanımızda yer almadığı için kısa zamanda kepenkleri kapattık. Yurt genelindeki pek çok dergide yazılarım ve şiirlerim görülmeye başladı. Artık belli çevrelerde tanınmaya başlamıştım. Hocam Nazan Bekiroğlu bu yönümü biliyor ve sırf bu yüzden bana değer veriyordu. O yıllarda hocam az yazıyordu, seçici davranıyordu. Ben pek çok dergi ve gazetedeki yazıları bir arada yürütüyordum. Bunlarla beraber zaman zaman hocam Nazan Hanım’la edebi münakaşalarda bulunuyordum.
Günümüz modern hikâyesinin öncülerindendir Nazan Bekiroğlu… Uzun yıllar boyunca yazdıklarını biriktirmiş, yakın geçmişte peş peşe yayınlamıştır. Kendisi şimdilerde Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümünde öğretim görevlisidir. Ben de dört yıl boyunca onun öğrencisi olma bahtiyarlığını yaşadım. O zamanlar Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü vardı orada… Nazan Hanım da bu bölümün başkanıydı. Yakın geçmişte, hangi akla hizmettir bilinmez, bu bölüm kaldırılarak yerine Türkçe Öğretmenliği Bölümü açıldı. Şimdilerde Bekiroğlu hocam bölüm başkanlığını bırakıp kendini edebi çalışmalar üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Nazan Bekiroğlu bu şehrin, Trabzon’un öz evladıdır. O, şehrimizin adını edebiyat sahasında geniş kitlelere duyurmaktadır. Fakat Trabzon halkının büyük çoğunluğu ne yazık ki onun varlığından bile haberdar değildir. Bırakın sıradan halkı, okumuş kesim bile bu büyük öykücünün varlığından bihaberdir. Bizde aydın kavramının dışı cilalı olsa da içi boştur.
Nazan Hanım deneme, makale, hikâye ve roman sahasında dev eserler vermiştir. “Nun Masalları(Öykü) , Cam Irmağı Taş Gemi(Öykü) , Mor Mürekkep(Deneme) , Mavi Lale(Deneme) , Cümle Kapısı(Deneme) , İsimle Ateş Arasında(Roman) , Yusuf İle Züleyha(Şark Mesnevisi) , Şair Nigar Hanım(İnceleme) , Halide Edip Adıvar(İnceleme) onun özgün eserleridir. Bu kitaplar seçkin kitapçıların raflarını süslemektedir. Fakat O, bu eserlerin sahibi büyük bir yazar olmasına rağmen tevazuu hiçbir zaman elden bırakmamaktadır. O, günümüz Türkiye’sinde çok kibar ve zarif bir Osmanlı Hanımefendisi gibi davranarak hayranlık uyandırmaktadır. Bu onun ruh inceliğinin bir yansıması olarak görülebilir.
Türkiye’nin son dönemde yetiştirmiş olduğu en büyük hikâyecilerden biri olan Nazan Bekiroğlu’yla, her tarafı kitaplarla dolu bir odada iki saate yakın muhabbet ettik. Her daldan ve her telden konuştuk. Bu, hoca öğrenci dostluğunun ve dayanışmasının bir nişanesiydi. Bana yanından ayrılırken “Yazdıklarını kitaplaştır. Bir dahaki gelişinde kendine ait bir kitapla yanıma gelmeni istiyorum.”dedi. Ben de kendisine yazdıklarımı kitap haline getirmenin büyük bir iddia ve cesaret gerektirdiğini, bunun zamanının gelmediğini söyledimse de o bana “Artık kemale erdin, bundan sonra yazdıklarını iki kapak arasına almalısın.” diye nasihatte bulundu. Ne diyelim, üstatlar en iyisini bilir. Bu kıymetli sanatkârın sohbetinden büyük bir haz alarak geri döndük. Kendisine bundan sonraki edebi hayatında üstün başarılar diliyorum. Onun öğrencisi olmak benim için şereftir. İyi ki varsın sevgili Nazan Bekiroğlu…
İSİM..ile ateş arasında biryerlerde yaşayan.. ateşin yanı başında eridiği halde ateşe dokunmaktan vazgeçmeyen bir parça buz.. bana ismi öğretti, varlık ile yokluk arasındaki farkı.. ve ben onda aşkı öğrendim.. aşkın sınırsızlığını.. engel tanımazlığını.. ve sonuçlarını..
ellerin dert, kalbin hüzün görmesin nazan bekiroğlu..
sen hep bizim hayatımızda yaşayıp ama kaleme veremediğimiz herşeyi yaz.. saygılar
Okurken hiç bitmesin istediğim kitapların yazarı.
Yüreğin kalemle buluşma noktası.Kelimelerin ahengi içinde cğmle oluşlarını izleyeceğiniz yapıtların edebi yazarı Nazan Hoca.
Ahhhh...yanlış hatırlamıyorsam,Türk edebiyatı dergisinin ağustos ayı sayesinde tanıdım muhtereme hocamı.keşke daha evvel tanısa idim,keşke talebesi olabilseydim.
Hüznün asaletini, yağmurun bereketini, rüzgarın yüreğini çağrıştırıyor.Nazan Bekiroğlu demek tarihin en bilinmezlikerinde gezmek ve o kokuyu duymak demek.
Nazan Hocam! ! Nezaket bir insana bu kadar mı yakışır,ince nazik nazenin! ! Hele konuşması! Hiç susmasın ister insan.(sefil öğrenciniz ercan)
onun öğrencisi olabilmeyi çok isterdim..