Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalik bir halk kitlesi iskelede etrafini çevirmis bulunmakta idi. Bir kadinin, elinde bir kagitla Atatürk’e yaklastigi görüldü. Ihtiyar, zayif bir kadindi. Ata’nin yolunu keserek titrek bir sesle: - beni tanidin mi ogul? Dedi. Ben sizin Selanik’te komsunuzdum. Bir oglum var; devlet demiryollarina girmek istiyor. Siz onu alsinlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oglumu yine ise almamis..ne olur bir kere de siz söyleseniz. Atatürk’ün çelik bakisli gözleri samimiyetle parladi... Elleriyle genis jestler yaparak ve yüksek sesle: - oglunu almadilar mi? Dedi. Ben tavsiye ettigim halde mi almalidar? Ne kadar iyi olmus... Çok iyi yapmislar... Iste Cumhuriyet böyle anlasilacak... Kadin kalabaligin içinde kaybolmustu. Ve Atatürk adeta vecd (çosku) dolu bir sesle: - iste Cumhuriyetten bekledigimiz netice... Diyordu.
Atam size layık olamadık biliyoruz...şu anda kemiklerin sızlıyor biliyoruz...senin ve şehitlerimizin kanlarıyla çizdiği vatanımızı koruyamadık...meydan hainlere gafillere düşmanlara kaldı atam...affet bizi atam yakındır yakındır vatanın kurtuluşu... Sen hala bu milletin kalbinde çok seviliyorsun atam... dünyada yokturki bir liderin ölümünün ardından on milyonlarca insan yas tutsun...hala öyleyiz atam..
Türk milleti bu kadar duyarsız asla olamaz. Atatürk'e yapılanlara birlikte hareket etmek boynumuzun borcu olsun. Vatandaşlık görevimizi yapalım yeterli olacaktır.
ATAM yine bir boşluk anımızda hainler sana karşı saldırıda bulundular...Bizler de bunu engelleyemedik...Ne kadar ÖZÜR DİLESEK AZ...Yazık bize...Aramızdaki hainlere sesimizi yeteri kadar gür çıkartamadık...Böyle olması gerekmiyordu...Ama yine de bundan sonrası için işlemleri başlattık...Hukuken de bu işin peşindeyiz...Bir büyüğümün dediği gibi bunun kaynağını kurutmak lazım...O kaynaklar kuruyacak ATAM...Sana SÖZ...Sana YEMİN...NAMUS VE ŞEREF SÖZÜ ATAM...
Sözle değil icraatle gösterilsin sana bağlılık, her geçen gün gittikçe büyüyen rezalete seyirci kalarak sayfalarca bağlılık methiyeleri düzerek değil...
16 Mayıs'ta saatler 100 yıl geriye alınıyor...' Cumhuriyetimize sahip çıkalım '... Uyan Türkiye...Gaflet uykundan uyan...İçte ve dışta her türlü bedhahlar seni kuşatsa da uyan... 16 Mayıs'ta 100 yıl geriye gitmemek için uyan...
Mustafa Kemal'in az bilinen, 'çok masum bir gönül hikâyesi'
Selanik'te ogrenci iken, Nadire diye bir komşu kizi varmis. Ciğerlerinden hasta olan bu kiz Mustafa'ya pek hayranmis. Her gecisinde pencereye kosar, ona bakarken yüzünü al basarmis. Bir gün komsu kizi Hatice'ye acilmis: 'Mustafa Bey, oteki arkadaslarina hic benzemiyor' demis. Bu gizli sevdayi Mustafa'ya hissettirmeye karar vermisler. Hatice, Zübeyde hanimlarin evine girer cikarmis. Bir cuma, ailece oturmaya gitmisler. Mustafa evde yokmus. Hatice, üst kattan bir sey getirmesi istendiginde aklindaki plani uygulamaya koymus. Sofadan gecerken, saksi icindeki kirmizi karanfillerden birini gizlice koparmis. Mustafa'nin üst katta soldaki yatak odasina dalmis. Karyolasinin basucundaki masanin üzerinde acik duran tarih kitabinin üzerine karanfili birakmis. Korkudan titreyerek kosar adim asagi inmis. Cicegin Nadire'den geldiginin anlasilacagina eminmis. Az sonra Mustafa eve gelmis. Zübeyde Hanim'in ve Hatice'nin annesinin ellerini opmüs. Hatice'nin de elini sikmis. O donem Türkler arasinda el sikma âdeti olmadigindan Hatice sasirmis biraz... Zaten gizlice biraktigi cicekten dolayi pek heyecanliymis. Mustafa bu heyecani hissetmis; gozlerini Hatice'nin gozlerine dikmis. Kücük kiz ne yapacagini bilememis. Mustafa 'Ders calismam lazim' deyip yukari cikmis. Cikar cikmaz da tekrar asagi indigi ayak seslerinden anlasilmis. Hatice kalbinin duracagini hissetmis. Cünkü, geldiginde Mustafa'nin elinde o kirmizi karanfil varmis. 'Bu cicegi benim kitabimin arasina kim koydu? ' diye bagiracak diye cok korkmus Hatice... 'Ben ettim, sen etme' der gibi bakmis ona... Mustafa, Hatice'yi müstehzi gozlerle süzdükten sonra disari cikmis. Hatice hemen gidip olanlari Nadire ablasina anlatmis. 'Olüyordum korkudan. Bir daha beni boyle islere sokmayin' diye yalvarmis. Nadire, ciceginin adresine ulasmasinin keyfiyle beklemeye baslamis. Aradan epey bir zaman gecmis. Bir gün Hatice, Zübeyde Teyze'sinin kendisini oglu Mustafa'ya istedigini ogrenmis. Ama Hatice'nin annesi, Mustafa asker olup uzaklara gidecek diye bu izdivaca yanasmamis. Konu kapanmis. Mustafa, Harbiye'de okumak icin İstanbul'a gitmis. Lakin annesine gonderdigi her mektubun altina 'Hemsiremiz Hatice Hanim'a da mahsus selamlar ederim' cümlesini eklemeyi hic ihmal etmemis. Harbiye'den erkâniharp yüzbasisi olarak ciktiginda Hatice'yi yeniden istetmis. Bu kez Hatice'nin ailesi razi olmak üzereyken sarayda calisan bir ahbaplari onlari uyarmis: 'Ben, onun hakkinda saraya gelen jurnalleri okudum. İstikbali cok karanlik. Aman uzak durun' demis. Hatice'nin annesi, kizini alelacele bir baskasiyla evlendirmis. Yillar gecmis. Mustafa Kemal, 'Atatürk' olmus Evlenip coluk cocuga karisan Hatice, yasadiklarini 1920'lerde bir kis günü, Kocaeli'nde Maarif Müdürü olan apartman komsusu Münir Hayri Bey'e anlatmis. Münir Hayri, daha sonra sinema tahsili icin yurtdisina gitmis. Dondügünde Atatürk kendisinden hayatini perdeye yansitacak bir senaryo yazmasini istemis. Senaryonun esaslarini da bizzat dikte ettirmis. 'Filme baska neler koymaliyiz? ' diye sordugunda Münir Hayri, biraz da cekinerek, 'Her filmde kadin ve ask unsuru aranir, bilmem nasil emredersiniz' demis ve yillar once Hatice'den dinledigi hikâyeyi Atatürk'e nakletmis. Hatirlamis Atatürk; gülmüs: 'Ben, Hatice'nin o karanfili kendi hesabina koydugunu sanmistim' demis. Ve devam etmis: 'Hatice zekâsi, güzelligi ve terbiyesiyle ornek bir kadindi. Her vakit hayatimin en degerli hatiralari arasinda kalacaktir.' Sonra Nadire'yi de hatirlamis: 'O kizcagizi da bir kâtiple evlendirdiler. Sonra da oldü.' Birkac gün düsündükten sonra Münir Hayri'yi yeniden cagirmis Atatürk: 'Tamam' demis; 'Bizim cocukluk hikâyesini filme koyalim. Yalniz Hatice'nin ismini koymayalim. Bu, cok masum ve hic de serefsiz olmayan bir hikâyedir, ama belki Hatice'nin torunlari filan istemezler.' Münir Hayri'nin senaryosu 'Ben Bir İnkilap Cocuguyum' adini tasiyordu; Atatürk rahatsizlandigi icin cekilemedi. Hatice mi? Son sürpriz de bu: Hatice Hanim milletvekili secildi ve Meclis'e girdi. Torunlari hayatta midir acaba?
Atatürk Amasya ziyaretinde.Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; - Kimdir bu? Vali yanıt verir; - Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve; - Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; - “ Emrin olur Paşam ” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir, Ata’nın karsısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; - Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; - Dün aksam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; - İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. Atam sen gençlerine güven. biz emanetlerinin bekçisiyiz.
o kadar saygılı o kadar başkalarının düşüncesine önem veriyor ki Yunanistan bayrağını yere serip onun üstünden geçmesini isteyenlere bayrağın yerden kaldırlmasını istemiş biri. O'na kötü yaklaşana bile iyilikle yaklaşan bir insandı ATATÜRK...
Kurtulus savaşı sonrası Fransa krali Ataturk'ü ziyeret eder...Atatürk onu sivil kıyafetleri ile karşılama salonunda karşılar...Fransa kralı direkt konuya girerek akdeniz ve güneydoğunun kendilerine verilmesi konusunda konusmaya baslar...Ataturk kraldan müsade ister ve yukarı kata cıkar 5 dk sonra merdivenlerden üniformasıyla inen Atatürk kralın karşısına gelir ve ŞİMDİ KONUŞALIM der... Anlayana efendim...Saygılar...
Arkadaşlar,belki çoğu kişi bunları bılıyor ama ben yinede paylaşmak istedim... Atamızın Ürdün Kralına Müthiş Cevabı... Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ürdün kralı ülkemizle ilişkileri sıkı tutmak için istanbula Atamıza ziyarete gelir...Atatürk gelen misafir kralı gayet güzel ağırlar...Neticesinde o da kendi milletinin lideridir ve lidere yapılan saygısızlık millete yapılmış olur...Zaten atamızdan en ufak saygısızlık beklenirmi? ... İstanbula gelen misafiri vapur gezisine çıkarmadan göndermek olurmu...Bindirmiş kralı vapuruna çıkarmış marmara açıklarına saat 5 çayına...Orada iki lidere çay servislerini atamızın şöförü yapıyormuş...Ürdün kralı çayı bitirmiş bir bardak daha istemiş...Şöför çayı doldurmuş,tam krala uzatırken artık ayagımı,takılmışmı bişey olmuş çayı kralın üzerine dökmüş...Üzerine çay dökülen kral sinirlenmiş ve Atatürk'e iğneleye iğneleye... -Kemal Bey,Etrafınızda Hiç Saygılı Uşak Kalmamış demiş... Atatürk bu sözü duyunca gayet üzgün bir eda ile iç çekerek -hiç sormayın sayın kral,Ben Bu Millete Herşeyi Öğrettim de Bir 'Uşaklığı Öğretemedim' demiş... Yani bu ülke insanı asla kimsenin uşaklığını yapamaz...Ne içte, ne dışta...
Mustafa kemal de bazı özel din insanları gibi özel doğmuş olanlardandır.. ve Kayıp kıta mu ve Mu'nun çocuklarını okursanız O'nun ne kadar özel olduğunu anlar belki ne düşündüğüne yaklaşabilirsiniz.. tavsiye ederim..
Atatürkçüyüm... Atatürkçüyüz... ne yapsanız da gerçek halk sevecek O' nu... AMA gerçek sevgiyi nerden anlayacaksınız eyy BAZI yobaz insanlar... önce Allah vesilesiyle Atatürk başımıza geldi... O Allah'ın bize lütfettiği bir şaheserdi... mükemmel bir kişiliği iman dolu kalbi vardı... biz KEMALİSTlere de onu aşıladı...
'Ey Türk Milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengaverlikte değil, fikir ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin sena ve sitayişleriyle doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasi ve ictimaî amiller birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve hars mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun mevki sana parmağıyle gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak hem de bir vazife! '
Yüce Atatürk’ün Hz.Muhammed'e duyduğu büyük sevgi ile birlikte Hz.Mevlâna’nın da fikirlerine duyduğu hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmiştir. ^
Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu sözler Hz.Mevlâna'ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir,
^^Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz.Mevlâna düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi.^^
1 Kasım1922 Büyük önder, büyük devrimci, Türk milletinin başöğretmeni ve dünya ülkelerinin gelecekte kendisini örnek alacağı seçilmiş insan Gazi Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi' ndeki konuşmasını yapmak için kürsüdeki yerini alıyor. O şimşekler çakan gözleri ile arkadaşlarına bakıyor ve konuşmasına şu cümle ile başlıyor:
^^ Efendiler! Tanrı birdir, büyüktür...^^
Evet, o büyük insan gerçek bir dindardı. Belirli çevrelerin daha baştan itibaren Atatürk’ün sözde dinsiz ve dine karşı olduğunu yaymak istemelerine rağmen, o ^^laik zihniyete sahip dindar^^ bir kişiydi. O, kalıplara sığmayan, şekilcilikten uzak, gösteriş içermeyen ve Hz.Muhammed'in buyurduğu ^^yüksek ahlak^^ üzerine kurulmuş dinin aşığıydı. O İslamiyet’in kaynağındaki saf şekline bağlıydı.
Takvimler 29 Ekim 1923’ü gösterdiğinde Fransız yazar Maurice Pernot’ya şöyle bir demeç verecekti.
^^Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam dinime de öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mâni hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki, Türkiye’ye istiklâlini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaktır.^^
başka söze gerek var mı? Türk'üm diyen bütün Türkler'in atası... izindeyiz Ata'm sana laf söyleyenlere karşı kötüleme propagandası uygulama çabasına girişenlere karşı... bıraktığın emaneti, Türkiye Cumhuriyet' ini koruyacağız...
Atatürk'ü gerçek manada anlayabilmek için onun hayatına bakmak, neler yaptığını, neyi hangi düşünceyle yaptığını iyi analiz edebilmek gerekir. Onun düşünce ve devrimlerinin temelini araştırdığımızda, bunun her şeyden önce 'tam bağımsızlık ve özgürlük' ihtiyacına dayandığı gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Atamızın 'Kurtuluş Savaşı'yla vermiş olduğu büyük mücadelesi, genç Türk devleti için en acil ve önemli ihtiyacın, 'tam bağımsız ve özgür bir cumhuriyet düzeni' olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Türk Milleti ile omuz omuza verdiği savaş, onun başka ülkelere bağımlı, adeta onların kuklası olmuş bir milletin zamanla tarih sahnesinden silineceğini bilmesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir sona asla razı olmayan büyük önder Atatürk 'Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Milli istiklal bence bir hayat meselesidir' demiş ve mücadelesine temel teşkil eden unsurlardan birini bu ifadesiyle dile getirmiştir. Zihinlerde ve Sosyal Hayatta Çağdaş Reform Hareketleri. Atatürk'ün anladığı manada tam bağımsız yapı, sadece uluslararası hukuk içerisinde kağıt üzerindeki bir devleti öngörmüyordu. O, tam bagımsızlıkla, kendi kendine yetebilen, savunmasından, teknolojisine, tarımından, ekonomisine kadar her alanda dışarıya muhtaç olmadan, hiçbir ödün vermek zorunda kalmadan ayakta durabilen bir yapıyı kastediyordu. Ve bakın şöyle diyordu: 'İstiklal-i tam denildiği zaman, bittabi siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, arsi ve ilaahiri her hususta istiklal-i tam ve serbesti-i tam demektir. Bu saydıklarımın her hangi birinde istiklalden mahrumiyet, millet ve memleketin, manayı hakikisiyle istiklalinden mahrumiyet demektir.' Burada doğru anlaşılması gereken bir diğer nokta, Atatürk'ün çağdaş medeniyetler seviyesine çıkma ideali ve bu yöndeki direktiflerinin - kimilerinin sandığı gibi 'batıya olan bir hayranlık'tan kaynaklandığıdır. Atatürk gayet iyi biliyordu ki, Türk milletinin refah içinde yaşayan, aydın, uygar bir millet olabilmesi için gerekli bilgi ve deneyim batı ülkelerindeydi. Batının teknolojik atağa kalktığı yıllarda ülke, koyu bir bağnazlık ve yönetim zaaflarıyla olduğu yerde saymıştı. İşte böyle bir ortamda harekete geçen Atatürk, yeni cumhuriyeti kurduktan sonra hiç vakit kaybetmeden, ülkenin gelişmesini durduran bağnazlıklarla savaşa başlamış ve her biri devrim niteliğinde, toplumun yapısını tamamen değiştirmeye, uygar medeniyetler seviyesine ulaştırmaya yönelik köklü reform hareketlerini gerçekleştirmiştir. Günlük yaşayış ve sosyal hayatı düzenleyen sayısız reformu cesurca uygulamış ve gerekçesini söyle açıklamıştır. 'Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün mana ve şekliyle olgun bir topluluk haline getirmektir, inkılaplarımızın esas gayesi budur.' Atatürk'ün kişisel çabaları ve üstün dehasıyla Türk Milleti, kendi kimliğinden hiçbir ödün vermeden, o günün şartlarında inanılmaz bir hamle yararak adeta kabuk değiştirmiş ve bati medeniyetleri seviyesine doğru hızla yaklaşabilmiştir. Atatürk aydın, çağdaş, uygar bir Türkiye yaratma mücadelesinin gerekliliğini şu sözleriyle açıklamıştır. 'Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak hayat şartıdır. Bu yol üzerinde duranlar veya bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar umumi medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkumdurlar.'Önce zihinlerde bağnazlıkları kiran Atatürk, yukarıda, belirttiğimiz gibi ülkemizin güçlenmesi ve insanlarımızın refah içinde yaşayabilmesi için sanayileşmenin şart olduğuna inanmıştı. Kendi toprağını süremeyen, kendi şekerini işleyemeyen, kendi demir-çeliğini üretemeyen kısacası her yönden dışa bağımlı kalmış bir ülkenin tam bağımsız olması elbette düşünülemezdi. Bu nedenle Atatürk'ün çağdaşlaşma hamlesinin önemli bir çıkış noktası sanayileşme hamlesi olmuştur. Ulu Önder bakin bu adimi nasıl değerlendiriyor: 'Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin, hür, müstakil daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiyeidealinin bel kemiğidir.' Oysa Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik açıdan ülkenin durumu hiç de parlak değildi. Bir yandan savaşın yaraları sarılmalı, öte yandan da kalkınma gerçekleştirilmeliydi. Üstelik Lozan Anlaşmasının getirdiği sınırlamalar kalkınmanın önünde önemli birer engel olarak duruyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Atatürk'ün bizzat şekillendirdiği kalkınma hamlesiyle, 1923-1929 yılları arasında 8,5 gibi yüksek bir rakama ulaştı. Türk ekonomisinin lokomotif görevini uzun yıllar görecek dev ölçekli tesis ve işletmeler arka akaya kuruldu. 1933 yılında Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı ve planlı sanayileşmeye geçildi. Bu dönemde dünyada yaşanan büyük ekonomik buhrana rağmen yüzde 11.6 gibi oldukça yüksek bir sanayileşme hızı elde edildi. Böylesine önemli bir başarıya, ülkemizin zengin kaynakları ve halkımızın Atatürk'ün gösterdiği hedef ve ilkeler doğrultusunda fedakarca çalışmasıyla kısa zamanda ulaşıldı. Milli ve Manevi Değerlerimizin Muhafazası Atatürk, ülkemize yepyeni bir çehre kazandırıp tarihe geçen çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirirken, bir noktayı daima göz önünde bulundurmuştur. O da Türk'ün kendi öz benliğini kaybetmeden, kendi kimliğini, kültürünü unutmadan yeniliklere adapte olabilmesi, onları kendi milli kültürü içinde sindirebilmesidir. Aksi bir durumun milletimizi içten içe çürüteceğini bilen Atatürk, Türk milletini millet yapan unsurları; tarihini, dilini, dinini yani kısaca kültürünü her zaman yaşatacak köklü tedbirler almıştır. 'Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin' diyen Atatürk, Türk Dil ve Tarih Kurumu'nun kurulmasına öncülük etmiştir. Milli benliğimizin önemli bir parçası olan dilimizin ve tarihimizin kökenine inilerek araştırılmasını, bunların bilimsel bir temel oturtularak daha da geliştirilmesini ve sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde ulaşmasını sağlamıştır. Laik devleti kurup savunurken, dinin önemini ve dine saygısını vurgulamış diğer yandan Türk milletinin vicdan, din ve ibadet özgürlüğünün sağlamış ve korumuştur. 'Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin devamına imkan yoktur' diyerek dinin milletimizin sürekliliğini sağlayacak önemli bir unsur olduğuna dikkat çekmiş ve 'en mükemmel din' dediği İslam dinini milletimizin en doğru şekilde yaşaması yönünde çalışmıştır. Bu doğrultuda Kuran'ın Türkçeleştirilmesini sağlamış ve halkın dinin özüne dönmesinde ilk adımları atmıştır. Atatürk'ün gerek sosyal gerekse ekonomik alanda yapmış olduğu bütün bu reformlarla ölmekte olan bir millet adeta yeniden doğmuştur. Içindeki coşkun vatan sevgisi ve her zaman yokluk içinde dahi başarıyı hedefleyen 'Kuvayi Milliye Ruhu', yukarıda da açıkladığımız üzere, ülkeye önce askeri sonra da sosyal ve ekonomik alanlarda birçok zaferler kazandırmıştır. Atatürk, ülke sorunlarını çözerken daima aklın ve ilmin gereklerine göre hareket etmiştir. Olaylari geniş ve detaylı düşünmüş, basit hedefler peşinde değil, gelecek nesilleri bile rahat ve huzur içinde yaşatacak köklü çözümler peşinde olmuştur. Her zaman vatanın ve milletin menfaatlerini gözetmiştir. Bugün, vatanın ve milletin hayrı adına yola çıkanlardan, yalnızca Atatürk'ün açtığı yolda yürüyenlerin başarıya ulaştıkları da üzerinde durulması gereken bir gerçektir. Ülkemizin meselelerine en gerçekçi yaklaşımlar ve üretilen en sağlıklı çözümler, yine Atatürk'ün çizdiği çerçevede şekillenmektedir. Bu tablo, Atatürk'ün üstün dehasını, ileri görüşlülüğünün yanı sıra, sorunlara ne derece akılcı yaklaştığını göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir. Atatürk'ün belki de en önemli vasfı bir eylem insanı olmasıdır. Yani düşündüklerini sadece lafta bırakmaması, onu gerçekleştirmek için derhal harekete geçip ortaya somut bir şeyler koymuş olmasıdır. O halde biz Atatürkçülere düşen, önderimizin fikir ve düşüncelerini eksiksiz olarak uygulamak ve başta gençlik olmak üzere tüm halkımızın bu bilince sahip olması için çalışmaktır. Bu nedenle Atatürk'ü anlamak, onu sadece birtakım süslü sözlerle övmek değil, onun fikir ve düşüncelerini eyleme geçirebilmek, Atatürkçülüge sarılmaktır. KİMSEDE BÖYLE BİR KAHRAMAN BÖYLE BİR HALK ADAMI KISACA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK KİMSEDE YOK BİZDEN BAŞKA VE NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalik bir halk kitlesi iskelede etrafini çevirmis bulunmakta idi. Bir kadinin, elinde bir kagitla Atatürk’e yaklastigi görüldü. Ihtiyar, zayif bir kadindi. Ata’nin yolunu keserek titrek bir sesle:
- beni tanidin mi ogul? Dedi. Ben sizin Selanik’te komsunuzdum. Bir oglum var; devlet demiryollarina girmek istiyor. Siz onu alsinlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oglumu yine ise almamis..ne olur bir kere de siz söyleseniz.
Atatürk’ün çelik bakisli gözleri samimiyetle parladi... Elleriyle genis jestler yaparak ve yüksek sesle:
- oglunu almadilar mi? Dedi. Ben tavsiye ettigim halde mi almalidar? Ne kadar iyi olmus... Çok iyi yapmislar... Iste Cumhuriyet böyle anlasilacak...
Kadin kalabaligin içinde kaybolmustu. Ve Atatürk adeta vecd (çosku) dolu bir sesle:
- iste Cumhuriyetten bekledigimiz netice... Diyordu.
Ey Büyük Türk!
Rahmetle anarız, sözlerin bizler için şereftir,eylemdir,fazilettir.
Yüce düşüncelerine layık olmaya çalışacağız.
Evlatların
Atam size layık olamadık biliyoruz...şu anda kemiklerin sızlıyor biliyoruz...senin ve şehitlerimizin kanlarıyla çizdiği vatanımızı koruyamadık...meydan hainlere gafillere düşmanlara kaldı atam...affet bizi atam yakındır yakındır vatanın kurtuluşu...
Sen hala bu milletin kalbinde çok seviliyorsun atam...
dünyada yokturki bir liderin ölümünün ardından on milyonlarca insan yas tutsun...hala öyleyiz atam..
Atamıza yapılan saygısızlığa dün izin verilmediği gibi, bugün ve yarın da aynı duyarlılıkla izin verilmeyecektir...
Bu memleket tarihte Türk'tü, bugün de Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.
Atamıza yapılan her türlü saygısızlık mutlaka sonuca ulaşır...Türk halkının duyarlı oluşu en karakteristik özelliğidir...
Söz konusu vatansa gerisi teferruattır........
Mustafa Kemal Atatürk..........
izindeyiz.......
Seni hergün daha çok özlüyoruz.....
Türk milleti bu kadar duyarsız asla olamaz. Atatürk'e yapılanlara birlikte hareket etmek boynumuzun borcu olsun. Vatandaşlık görevimizi yapalım yeterli olacaktır.
Atam, bizler üniversite gençliği olarak birbirimize haber vererek,el ele bu pisliği temizleyeceğiz.
ATAM yine bir boşluk anımızda hainler sana karşı saldırıda bulundular...Bizler de bunu engelleyemedik...Ne kadar ÖZÜR DİLESEK AZ...Yazık bize...Aramızdaki hainlere sesimizi yeteri kadar gür çıkartamadık...Böyle olması gerekmiyordu...Ama yine de bundan sonrası için işlemleri başlattık...Hukuken de bu işin peşindeyiz...Bir büyüğümün dediği gibi bunun kaynağını kurutmak lazım...O kaynaklar kuruyacak ATAM...Sana SÖZ...Sana YEMİN...NAMUS VE ŞEREF SÖZÜ ATAM...
Sözle değil icraatle gösterilsin sana bağlılık,
her geçen gün gittikçe büyüyen rezalete seyirci kalarak sayfalarca bağlılık methiyeleri düzerek değil...
16 Mayıs'ta saatler 100 yıl geriye alınıyor...' Cumhuriyetimize sahip çıkalım '...
Uyan Türkiye...Gaflet uykundan uyan...İçte ve dışta her türlü bedhahlar seni kuşatsa da uyan...
16 Mayıs'ta 100 yıl geriye gitmemek için uyan...
.... o gövendiğin çalişkan dediğin türk milleti ve türk gençliği başkalarini taklit etmekten ve kukla olmaktan baska hiç bi işe yaramiyor....
Mustafa Kemal'in az bilinen,
'çok masum bir gönül hikâyesi'
Selanik'te ogrenci iken, Nadire diye bir komşu kizi varmis.
Ciğerlerinden hasta olan bu kiz Mustafa'ya pek hayranmis.
Her gecisinde pencereye kosar,
ona bakarken yüzünü al basarmis.
Bir gün komsu kizi Hatice'ye acilmis:
'Mustafa Bey, oteki arkadaslarina hic benzemiyor' demis.
Bu gizli sevdayi Mustafa'ya hissettirmeye karar vermisler.
Hatice, Zübeyde hanimlarin evine girer cikarmis.
Bir cuma, ailece oturmaya gitmisler.
Mustafa evde yokmus.
Hatice, üst kattan bir sey getirmesi istendiginde
aklindaki plani uygulamaya koymus.
Sofadan gecerken, saksi icindeki kirmizi karanfillerden
birini gizlice koparmis. Mustafa'nin üst katta soldaki
yatak odasina dalmis.
Karyolasinin basucundaki masanin üzerinde
acik duran tarih kitabinin üzerine karanfili birakmis.
Korkudan titreyerek kosar adim asagi inmis.
Cicegin Nadire'den geldiginin anlasilacagina eminmis.
Az sonra Mustafa eve gelmis.
Zübeyde Hanim'in ve Hatice'nin annesinin ellerini opmüs.
Hatice'nin de elini sikmis.
O donem Türkler arasinda el sikma âdeti olmadigindan
Hatice sasirmis biraz...
Zaten gizlice biraktigi cicekten dolayi pek heyecanliymis.
Mustafa bu heyecani hissetmis;
gozlerini Hatice'nin gozlerine dikmis.
Kücük kiz ne yapacagini bilememis.
Mustafa 'Ders calismam lazim' deyip yukari cikmis.
Cikar cikmaz da tekrar asagi indigi ayak seslerinden
anlasilmis.
Hatice kalbinin duracagini hissetmis.
Cünkü, geldiginde Mustafa'nin elinde o kirmizi karanfil varmis.
'Bu cicegi benim kitabimin arasina kim koydu? '
diye bagiracak diye cok korkmus Hatice...
'Ben ettim, sen etme' der gibi bakmis ona...
Mustafa, Hatice'yi müstehzi gozlerle süzdükten sonra
disari cikmis.
Hatice hemen gidip olanlari Nadire ablasina anlatmis.
'Olüyordum korkudan. Bir daha beni boyle islere sokmayin'
diye yalvarmis.
Nadire, ciceginin adresine ulasmasinin keyfiyle beklemeye baslamis.
Aradan epey bir zaman gecmis.
Bir gün Hatice, Zübeyde Teyze'sinin kendisini
oglu Mustafa'ya istedigini ogrenmis.
Ama Hatice'nin annesi, Mustafa asker olup uzaklara
gidecek diye bu izdivaca yanasmamis.
Konu kapanmis.
Mustafa, Harbiye'de okumak icin İstanbul'a gitmis.
Lakin annesine gonderdigi her mektubun altina
'Hemsiremiz Hatice Hanim'a da mahsus selamlar ederim'
cümlesini eklemeyi hic ihmal etmemis.
Harbiye'den erkâniharp yüzbasisi olarak ciktiginda
Hatice'yi yeniden istetmis.
Bu kez Hatice'nin ailesi razi olmak üzereyken
sarayda calisan bir ahbaplari onlari uyarmis:
'Ben, onun hakkinda saraya gelen jurnalleri okudum.
İstikbali cok karanlik. Aman uzak durun' demis.
Hatice'nin annesi, kizini alelacele bir baskasiyla evlendirmis.
Yillar gecmis.
Mustafa Kemal, 'Atatürk' olmus
Evlenip coluk cocuga karisan Hatice,
yasadiklarini 1920'lerde bir kis günü,
Kocaeli'nde Maarif Müdürü olan apartman komsusu
Münir Hayri Bey'e anlatmis.
Münir Hayri, daha sonra sinema tahsili icin yurtdisina gitmis.
Dondügünde Atatürk kendisinden hayatini perdeye
yansitacak bir senaryo yazmasini istemis.
Senaryonun esaslarini da bizzat dikte ettirmis.
'Filme baska neler koymaliyiz? ' diye sordugunda
Münir Hayri, biraz da cekinerek,
'Her filmde kadin ve ask unsuru aranir,
bilmem nasil emredersiniz' demis ve
yillar once Hatice'den dinledigi hikâyeyi Atatürk'e nakletmis.
Hatirlamis Atatürk; gülmüs:
'Ben, Hatice'nin o karanfili kendi hesabina
koydugunu sanmistim' demis.
Ve devam etmis:
'Hatice zekâsi, güzelligi ve terbiyesiyle ornek bir kadindi.
Her vakit hayatimin en degerli hatiralari arasinda kalacaktir.'
Sonra Nadire'yi de hatirlamis:
'O kizcagizi da bir kâtiple evlendirdiler.
Sonra da oldü.'
Birkac gün düsündükten sonra
Münir Hayri'yi yeniden cagirmis Atatürk:
'Tamam' demis; 'Bizim cocukluk hikâyesini filme koyalim.
Yalniz Hatice'nin ismini koymayalim.
Bu, cok masum ve hic de serefsiz olmayan bir hikâyedir,
ama belki Hatice'nin torunlari filan istemezler.'
Münir Hayri'nin senaryosu
'Ben Bir İnkilap Cocuguyum' adini tasiyordu;
Atatürk rahatsizlandigi icin cekilemedi.
Hatice mi?
Son sürpriz de bu:
Hatice Hanim milletvekili secildi ve Meclis'e girdi.
Torunlari hayatta midir acaba?
CAN DUNDAR
Atatürk Amasya ziyaretinde.Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
- Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
- Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.
Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve;
- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
Şıh;
- “ Emrin olur Paşam ” diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış...
Şıh gelir, Ata’nın karsısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
- Dün aksam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır;
- İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla...
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.
Atam sen gençlerine güven. biz emanetlerinin bekçisiyiz.
o kadar saygılı o kadar başkalarının düşüncesine önem veriyor ki Yunanistan bayrağını yere serip onun üstünden geçmesini isteyenlere bayrağın yerden kaldırlmasını istemiş biri.
O'na kötü yaklaşana bile iyilikle yaklaşan bir insandı ATATÜRK...
Kurtulus savaşı sonrası Fransa krali Ataturk'ü ziyeret eder...Atatürk onu sivil kıyafetleri ile karşılama salonunda karşılar...Fransa kralı direkt konuya girerek akdeniz ve güneydoğunun kendilerine verilmesi konusunda konusmaya baslar...Ataturk kraldan müsade ister ve yukarı kata cıkar 5 dk sonra merdivenlerden üniformasıyla inen Atatürk kralın karşısına gelir ve ŞİMDİ KONUŞALIM der...
Anlayana efendim...Saygılar...
Arkadaşlar,belki çoğu kişi bunları bılıyor ama ben yinede paylaşmak istedim...
Atamızın Ürdün Kralına Müthiş Cevabı...
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ürdün kralı ülkemizle ilişkileri sıkı tutmak için istanbula Atamıza ziyarete gelir...Atatürk gelen misafir kralı gayet güzel ağırlar...Neticesinde o da kendi milletinin lideridir ve lidere yapılan saygısızlık millete yapılmış olur...Zaten atamızdan en ufak saygısızlık beklenirmi? ...
İstanbula gelen misafiri vapur gezisine çıkarmadan göndermek olurmu...Bindirmiş kralı vapuruna çıkarmış marmara açıklarına saat 5 çayına...Orada iki lidere çay servislerini atamızın şöförü yapıyormuş...Ürdün kralı çayı bitirmiş bir bardak daha istemiş...Şöför çayı doldurmuş,tam krala uzatırken artık ayagımı,takılmışmı bişey olmuş çayı kralın üzerine dökmüş...Üzerine çay dökülen kral sinirlenmiş ve Atatürk'e iğneleye iğneleye...
-Kemal Bey,Etrafınızda Hiç Saygılı Uşak Kalmamış demiş...
Atatürk bu sözü duyunca gayet üzgün bir eda ile iç çekerek
-hiç sormayın sayın kral,Ben Bu Millete Herşeyi Öğrettim de Bir 'Uşaklığı Öğretemedim' demiş...
Yani bu ülke insanı asla kimsenin uşaklığını yapamaz...Ne içte, ne dışta...
Mustafa kemal de bazı özel din insanları gibi özel doğmuş olanlardandır.. ve Kayıp kıta mu ve Mu'nun çocuklarını okursanız O'nun ne kadar özel olduğunu anlar belki ne düşündüğüne yaklaşabilirsiniz.. tavsiye ederim..
Atatürkçüyüm... Atatürkçüyüz...
ne yapsanız da gerçek halk sevecek O' nu...
AMA gerçek sevgiyi nerden anlayacaksınız eyy BAZI yobaz insanlar...
önce Allah vesilesiyle Atatürk başımıza geldi...
O Allah'ın bize lütfettiği bir şaheserdi...
mükemmel bir kişiliği iman dolu kalbi vardı...
biz KEMALİSTlere de onu aşıladı...
'Ey Türk Milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengaverlikte değil, fikir ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin sena ve sitayişleriyle doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasi ve ictimaî amiller birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve hars mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun mevki sana parmağıyle gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak hem de bir vazife! '
Kemal Atatürk
Yüce Atatürk’ün Hz.Muhammed'e duyduğu büyük sevgi ile birlikte Hz.Mevlâna’nın da fikirlerine duyduğu hayranlık onun tüm hayatını ve icraatlarını etkilemiş, din konusundaki ifadelerine temel teşkil etmiştir. ^
Bir Konya ziyareti sırasında söylediği şu sözler Hz.Mevlâna'ya gösterdiği sevgi ve saygının delili gibidir,
^^Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Hz.Mevlâna düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağları aşan bir yenilikçi.^^
gerçek bir müslüman...
yaptığı yenilikler de halkını yüceltmek adınaydı...
dini sömürenlere karşı...(halifelik vs.)
Ata'm sen nur içinde yat!
1 Kasım1922
Büyük önder, büyük devrimci, Türk milletinin başöğretmeni ve dünya ülkelerinin gelecekte kendisini örnek alacağı seçilmiş insan Gazi Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi' ndeki konuşmasını yapmak için kürsüdeki yerini alıyor. O şimşekler çakan gözleri ile arkadaşlarına bakıyor ve konuşmasına şu cümle ile başlıyor:
^^ Efendiler! Tanrı birdir, büyüktür...^^
Evet, o büyük insan gerçek bir dindardı. Belirli çevrelerin daha baştan itibaren Atatürk’ün sözde dinsiz ve dine karşı olduğunu yaymak istemelerine rağmen, o ^^laik zihniyete sahip dindar^^ bir kişiydi. O, kalıplara sığmayan, şekilcilikten uzak, gösteriş içermeyen ve Hz.Muhammed'in buyurduğu ^^yüksek ahlak^^ üzerine kurulmuş dinin aşığıydı. O İslamiyet’in kaynağındaki saf şekline bağlıydı.
Takvimler 29 Ekim 1923’ü gösterdiğinde Fransız yazar Maurice Pernot’ya şöyle bir demeç verecekti.
^^Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam dinime de öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye mâni hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki, Türkiye’ye istiklâlini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaktır.^^
başka söze gerek var mı?
Türk'üm diyen bütün Türkler'in atası...
izindeyiz Ata'm sana laf söyleyenlere karşı kötüleme propagandası uygulama çabasına girişenlere karşı...
bıraktığın emaneti, Türkiye Cumhuriyet' ini koruyacağız...
Hz. Muhammed, Hz.Ali, Hz.Mevlâna ve Atatürk' ün sözlerindeki şu paralelliğe dikatlerinizi çekmek isterim;
^^İlim Çin’de olsa gidip öğreniniz.^^ (Hz.Muhammed)
^^Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.^^ (Mustafa Kemal Atatürk)
^^Dünyada sevgiye dair ne varsa ben orada varım, savaşa dair ne varsa ben orada yokum.^^ (Hz.Mevlana)
^^Yurtta Sulh, Cihanda Sulh.^^ (Mustafa Kemal Atatürk)
^^Evlatlarınızı zamana göre yetiştiriniz.^^ (Hz.Ali)
^^Milletimi muasır medeniyet seviyesinde görmek isterim.^^ (Mustafa Kemal Atatürk)
Atatürk'ü gerçek manada anlayabilmek için onun hayatına bakmak, neler yaptığını, neyi hangi düşünceyle yaptığını iyi analiz edebilmek gerekir. Onun düşünce ve devrimlerinin temelini araştırdığımızda, bunun her şeyden önce 'tam bağımsızlık ve özgürlük' ihtiyacına dayandığı gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Atamızın 'Kurtuluş Savaşı'yla vermiş olduğu büyük mücadelesi, genç Türk devleti için en acil ve önemli ihtiyacın, 'tam bağımsız ve özgür bir cumhuriyet düzeni' olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Türk Milleti ile omuz omuza verdiği savaş, onun başka ülkelere bağımlı, adeta onların kuklası olmuş bir milletin zamanla tarih sahnesinden silineceğini bilmesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir sona asla razı olmayan büyük önder Atatürk 'Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Milli istiklal bence bir hayat meselesidir' demiş ve mücadelesine temel teşkil eden unsurlardan birini bu ifadesiyle dile getirmiştir. Zihinlerde ve Sosyal Hayatta Çağdaş Reform Hareketleri. Atatürk'ün anladığı manada tam bağımsız yapı, sadece uluslararası hukuk içerisinde kağıt üzerindeki bir devleti öngörmüyordu. O, tam bagımsızlıkla, kendi kendine yetebilen, savunmasından, teknolojisine, tarımından, ekonomisine kadar her alanda dışarıya muhtaç olmadan, hiçbir ödün vermek zorunda kalmadan ayakta durabilen bir yapıyı kastediyordu. Ve bakın şöyle diyordu:
'İstiklal-i tam denildiği zaman, bittabi siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, arsi ve ilaahiri her hususta istiklal-i tam ve serbesti-i tam demektir. Bu saydıklarımın her hangi birinde istiklalden mahrumiyet, millet ve memleketin, manayı hakikisiyle istiklalinden mahrumiyet demektir.'
Burada doğru anlaşılması gereken bir diğer nokta, Atatürk'ün çağdaş medeniyetler seviyesine çıkma ideali ve bu yöndeki direktiflerinin - kimilerinin sandığı gibi 'batıya olan bir hayranlık'tan kaynaklandığıdır. Atatürk gayet iyi biliyordu ki, Türk milletinin refah içinde yaşayan, aydın, uygar bir millet olabilmesi için gerekli bilgi ve deneyim batı ülkelerindeydi. Batının teknolojik atağa kalktığı yıllarda ülke, koyu bir bağnazlık ve yönetim zaaflarıyla olduğu yerde saymıştı. İşte böyle bir ortamda harekete geçen Atatürk, yeni cumhuriyeti kurduktan sonra hiç vakit kaybetmeden, ülkenin gelişmesini durduran bağnazlıklarla savaşa başlamış ve her biri devrim niteliğinde, toplumun yapısını tamamen değiştirmeye, uygar medeniyetler seviyesine ulaştırmaya yönelik köklü reform hareketlerini gerçekleştirmiştir. Günlük yaşayış ve sosyal hayatı düzenleyen sayısız reformu cesurca uygulamış ve gerekçesini söyle açıklamıştır. 'Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün mana ve şekliyle olgun bir topluluk haline getirmektir, inkılaplarımızın esas gayesi budur.'
Atatürk'ün kişisel çabaları ve üstün dehasıyla Türk Milleti, kendi kimliğinden hiçbir ödün vermeden, o günün şartlarında inanılmaz bir hamle yararak adeta kabuk değiştirmiş ve bati medeniyetleri seviyesine doğru hızla yaklaşabilmiştir. Atatürk aydın, çağdaş, uygar bir Türkiye yaratma mücadelesinin gerekliliğini şu sözleriyle açıklamıştır.
'Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak hayat şartıdır. Bu yol üzerinde duranlar veya bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar umumi medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkumdurlar.'Önce zihinlerde bağnazlıkları kiran Atatürk, yukarıda, belirttiğimiz gibi ülkemizin güçlenmesi ve insanlarımızın refah içinde yaşayabilmesi için sanayileşmenin şart olduğuna inanmıştı. Kendi toprağını süremeyen, kendi şekerini işleyemeyen, kendi demir-çeliğini üretemeyen kısacası her yönden dışa bağımlı kalmış bir ülkenin tam bağımsız olması elbette düşünülemezdi. Bu nedenle Atatürk'ün çağdaşlaşma hamlesinin önemli bir çıkış noktası sanayileşme hamlesi olmuştur. Ulu Önder bakin bu adimi nasıl değerlendiriyor:
'Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin, hür, müstakil daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiyeidealinin bel kemiğidir.' Oysa Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik açıdan ülkenin durumu hiç de parlak değildi. Bir yandan savaşın yaraları sarılmalı, öte yandan da kalkınma gerçekleştirilmeliydi. Üstelik Lozan Anlaşmasının getirdiği sınırlamalar kalkınmanın önünde önemli birer engel olarak duruyordu.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen Atatürk'ün bizzat şekillendirdiği kalkınma hamlesiyle, 1923-1929 yılları arasında 8,5 gibi yüksek bir rakama ulaştı. Türk ekonomisinin lokomotif görevini uzun yıllar görecek dev ölçekli tesis ve işletmeler arka akaya kuruldu. 1933 yılında Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı ve planlı sanayileşmeye geçildi. Bu dönemde dünyada yaşanan büyük ekonomik buhrana rağmen yüzde 11.6 gibi oldukça yüksek bir sanayileşme hızı elde edildi. Böylesine önemli bir başarıya, ülkemizin zengin kaynakları ve halkımızın Atatürk'ün gösterdiği hedef ve ilkeler doğrultusunda fedakarca çalışmasıyla kısa zamanda ulaşıldı. Milli ve Manevi Değerlerimizin Muhafazası Atatürk, ülkemize yepyeni bir çehre kazandırıp tarihe geçen çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirirken, bir noktayı daima göz önünde bulundurmuştur. O da Türk'ün kendi öz benliğini kaybetmeden, kendi kimliğini, kültürünü unutmadan yeniliklere adapte olabilmesi, onları kendi milli kültürü içinde sindirebilmesidir. Aksi bir durumun milletimizi içten içe çürüteceğini bilen Atatürk, Türk milletini millet yapan unsurları; tarihini, dilini, dinini yani kısaca kültürünü her zaman yaşatacak köklü tedbirler almıştır. 'Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin' diyen Atatürk, Türk Dil ve Tarih Kurumu'nun kurulmasına öncülük etmiştir. Milli benliğimizin önemli bir parçası olan dilimizin ve tarihimizin kökenine inilerek araştırılmasını, bunların bilimsel bir temel oturtularak daha da geliştirilmesini ve sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde ulaşmasını sağlamıştır. Laik devleti kurup savunurken, dinin önemini ve dine saygısını vurgulamış diğer yandan Türk milletinin vicdan, din ve ibadet özgürlüğünün sağlamış ve korumuştur. 'Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin devamına imkan yoktur' diyerek dinin milletimizin sürekliliğini sağlayacak önemli bir unsur olduğuna dikkat çekmiş ve 'en mükemmel din' dediği İslam dinini milletimizin en doğru şekilde yaşaması yönünde çalışmıştır. Bu doğrultuda Kuran'ın Türkçeleştirilmesini sağlamış ve halkın dinin özüne dönmesinde ilk adımları atmıştır. Atatürk'ün gerek sosyal gerekse ekonomik alanda yapmış olduğu bütün bu reformlarla ölmekte olan bir millet adeta yeniden doğmuştur. Içindeki coşkun vatan sevgisi ve her zaman yokluk içinde dahi başarıyı hedefleyen 'Kuvayi Milliye Ruhu', yukarıda da açıkladığımız üzere, ülkeye önce askeri sonra da sosyal ve ekonomik alanlarda birçok zaferler kazandırmıştır. Atatürk, ülke sorunlarını çözerken daima aklın ve ilmin gereklerine göre hareket etmiştir. Olaylari geniş ve detaylı düşünmüş, basit hedefler peşinde değil, gelecek nesilleri bile rahat ve huzur içinde yaşatacak köklü çözümler peşinde olmuştur. Her zaman vatanın ve milletin menfaatlerini gözetmiştir.
Bugün, vatanın ve milletin hayrı adına yola çıkanlardan, yalnızca Atatürk'ün açtığı yolda yürüyenlerin başarıya ulaştıkları da üzerinde durulması gereken bir gerçektir. Ülkemizin meselelerine en gerçekçi yaklaşımlar ve üretilen en sağlıklı çözümler, yine Atatürk'ün çizdiği çerçevede şekillenmektedir. Bu tablo, Atatürk'ün üstün dehasını, ileri görüşlülüğünün yanı sıra, sorunlara ne derece akılcı yaklaştığını göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir. Atatürk'ün belki de en önemli vasfı bir eylem insanı olmasıdır. Yani düşündüklerini sadece lafta bırakmaması, onu gerçekleştirmek için derhal harekete geçip ortaya somut bir şeyler koymuş olmasıdır. O halde biz Atatürkçülere düşen, önderimizin fikir ve düşüncelerini eksiksiz olarak uygulamak ve başta gençlik olmak üzere tüm halkımızın bu bilince sahip olması için çalışmaktır. Bu nedenle Atatürk'ü anlamak, onu sadece birtakım süslü sözlerle övmek değil, onun fikir ve düşüncelerini eyleme geçirebilmek, Atatürkçülüge sarılmaktır.
KİMSEDE BÖYLE BİR KAHRAMAN BÖYLE BİR HALK ADAMI KISACA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK KİMSEDE YOK BİZDEN BAŞKA VE NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
O'nu seviyorum Atatürk bir tanedir diye geçinen yobaz tiplerin anlayamayacağı kadar sevgiyle dolu kalbimiz Atama karşı...